Anladım,
Zamanın kökünde, bir tehlike var.
Rabbim, biliyorum günahımı;
Ölmemek elimde olsa
Sana yalvarmazdım.
Ölüm olmasa
Seni tanımazdım.
İşte, bunun için öldürüyorsun beni.
Affet Rabbim, affet!
S. Ahmet Arvasî
S. Ahmet Arvasî’nin kendini arayışını anlamaya çalışmak, tarih boyunca insanların kendilerini arama, kendini bulma ve bilme çabalarına ortak olmaya çalışmaktır. Arvasî’yi anlamaya çalışmak, insanın insan olma, insanın kendini gerçekleştirme ve insanın kendini bilme serüvenini anlamaya çalışmaktır. İnsanı etki-tepki kalıbı içerisinde anlamaya çalışanların, insanı nesne gibi görenlerin ve insanı nesneleştirenlerin bilerek reddettikleri ve ihmal ettikleri konuları, kendimizi, insanı, insanlığımızı gündeme almaktır. Arvasî’yi anlamaya çalışmak, kendilerini özne ve kendi dışındaki herkesi nesne konumunda tutan benliklerinin bilme biçimini anlamaya çalışmaktır. Kendi öznel zenginliklerimizi (sübjektiflik âlemimizi) nesnellik (objektivite) perdesiyle nasıl ihmal ve inkâr ettiğimizi anlamaya çalışmaktır; hepsinden önemlisi, insanın kendi öznelliğine tapınmasını ve kendi benliğinin zindanında hapsolmasını anlamaya çalışmaktır.
S. Ahmet Arvasî, bu konuları en yoğun ve en ince biçimde, Kendini Arayan İnsan ve İnsan Ötesi eserlerinde dile getirir. "Kendini bir türlü ele geçiremeyen insan bu kovalamadan ümitsizliğe kapılıp içgözlemi terk etmek yoluna girmek üzeredir. İçgözlemi inkâr eden insan artık kendi gerçeğini kovalamaktan yorulmuş sayılmalıdır. Halbuki, bu ezeli koşu objet (özne) ile sujet (nesne) yerine, ’tevhide’ ulaşıncaya kadar sürecektir". İnsan, insan olma sorumluluğunu yüklendiği için bu süreçleri yaşamaktadır. Arvasî, öncelikle, "İnsanın iç dünyasını inkâra ve ihmale çalışan ’pozitif ilim yoluna saplanmanın tutarsızlığını’ ortaya koymaya çalışır. Bu konuda şunları ifade eder: "Birçok dindar ve ’din adamları’ bile metafizik çabalarını ’pozitivizme’ yamamağa çalışmaktadırlar. Maalesef, İslâm Dünyasında bile, ’mistik tecrübenin’ verileri ile ’vahyin hakikatleri’ ’fizik ilimlerinin kanunlarına’ muhtaç duruma düşürülmüştür". Arvasî, ilahî olanın ihmal ve inkârını, insanî ve manevî olanın maddî olanın tahakkümü altına sokulmasını gözler önüne serer.
Arvasî, insanın, mutlak olarak ancak varın varlığını ve yokun yokluğunu bilebileceğini, bunun dışında varı manalandırma çabalarımızın hep izafi olacağını belirtir. "Yok olandan etkilenmek mümkün değildir. Esasen, yok yoktur hükmü, var vardır hükmü ile denkleşir. Yani yokun yokluğunu tasdik, varın varlığını tasdiktir. Yahut varın varlığını tasdik, yokun yokluğunu tasdiktir. Yokun varlığı, varın yokluğu iddia edilemez". "Kısacası, en soyut insan idrâkine göre, Varlık vardır, mutlaktır, ezelîdir, ebedîdir, sonsuzdur, tektir ve hürdür. Hâlbuki bunlar Kaâdir-i Mutlak’ın insan şuurunda yankılanan sıfatlarıdır". İnsanı etkileyen her şey bilimin konusu olması gerektiğini, dolayısıyla insan şuurunda yankılanan ilahî sıfatların bilinmeye çalışılmasını dile getirir. İnsanın ilahî olanı bilgi alanının dışında tutmasına, insanın bu yönünün ihmal ve inkâr edilmesine karşı çıkar. Eşya (nesne – obje) değil, insan (özne – subje) merkeze alınmalı, insanca bir bilme biçimi ortaya konmalı, insan – insan ilişkileri özne – nesne kalıbı içerisinde değil, özne –özne kalıbı içerisinde bilinmeye çalışılmalıdır.
Arvasî, insanın bakarken objektif olsa bile görürken sübjektif olduğunu, bakanın gördüğü ile görülenin kendisinin birebir örtüşmediğini, bu açıdan saf ve mutlak objektifliğin olmadığını belirtir. Daha önemlisi, "manalandırmanın bilmenin esası" olduğunu beyan eder; "sübjektifliğin yokluğunda" anlamlandırmanın kalmadığını belirtir. İnsanın anlam arayışını, insanın ölüm tehlikesine karşı mutlak olana ihtiyacından kaynaklandığını belirtir. Arvasî’ye göre gerçek, insanı etkileyen ve bilgi sahibi olmaya zorlayan her şeydir. İnsan hem kendi dışındaki âlemden hem kendi içindeki âlemden hem bunların ötesindeki ilahî âlemden etkilenmekte olduğunu ve bilgi kazanmaya ihtiyaç duyduğunu ifade eder. Gazali’nin maddi âlemde (nesneler aleminde) aklın duyuları düzeltmesine benzer bir düzeltmeyi nefsî âlemde (özneler aleminde) yapmasını gerekli görür. Buradan hareketle, Arvasî, kendi ontolojik ve epistemolojik görüşlerini ortaya koyar.
Arvasî, objektif bilgilerden yararlanmamasına, sübjektif bilgilerden haz duymasına rağmen tatmin olamamakta, mutlak bir bilgi içerisinde kıvranmaktadır. Objektif hakikati izafi, sübjektif hakikati duygusal bulur. Objeleri ve benliğini, mutlak hakikati idrakinden gizleyen birer perde olarak idrak eder. Arvasî, kendi kendini arayışındaki yolculuğunu şu sözlerle dile getirir: "Kendimi bildim bileli sayısız güzel, sayısız iyi, sayısız hakikat ve sayısız tanrı değiştirdim". "O zamanlar, Hazreti Muhammed tarafından tanrıları kırılan putperest Araplar gibi büyük bir hüzün ve boşluk içinde kaldığımı görüyordum, tanrısız kaldığımı zannediyordum."Aslında, esas olan kavramların özüdür, biçimi değildir. İnsanları ihtilafa düşüren ve daima değişen, bu özlerin formlarıdır. "İnsanları birbirine yaklaştıran bu değerlerdeki ortaklık insanları birbirinden uzaklaştıran bu değerlere tayin edilen çehredir". İnsan, kavramların özünü perdeleyen formları aşarak manaya ulaşmak zorundadır, aksi takdirde formları ilah edinir; bu ilahlar perdedir, sahtedir, puttur.
Arvasi, kendini arayan insan olarak, bilen özne olarak sadece kendi dışındaki nesneler ve nesneleştirilmiş âlemi değil, aynı zamanda kendi kendinin öznesi ve kendi kendinin nesnesi olarak keşfe çıkar. İnsanın insanca, özne – özne ötesi, insan – insan ötesi ilişkisi içerisinde anlaşılmasını ister: "Böylece, öteyi kendinde, kendini ötede keşfeden insan, galiba, şanlı peygamberler dizisinin çilesini artık anlayacaktır. Bu yolun kahramanları gerçekten birer idealist durumundadır". Kendini arayan insan Arvasî, Mevlana İkbal’in "yontuyordum, tapıyordum, kırıyordum" ve Muhiddini Arabi’nin "Tasavvur ettiğiniz hiçbir şey o değildir" sözlerinden, ’Allahtan başka mevcut yoktur’ diyen İslam sofileri objektif ve sübjektif varlıkların ötesinde, aklın ve zekanın ötesindeki, aklın ve zekanın üstündeki gözüken hakikati mi" aradıklarını sorgular. İmam-ı Rabbanî Ahmed Farukî’de cevabını bulur: "Tasavvuf yolculuğundan maksat, ihlâs makamına varmaktır. İhlâs makamına varmak için enfusî (subjektif) ve afâkî (objektif) mabutlara tapınmaktan kurtulmak lâzımdır".
Kendi objektif ve sübjektif yolculuğundan hareketle Arvasî, insanlık fikir tarihinde insanoğlunun "hiç kimseyi peygamberleri dinlediği kadar şevkle, heyecan ve imanla dinlememiş ve onları sevdiği kadar sevmemiş" olduğunu belirtir, insanın bu davranışını çok manalı bulur ve şu hükme varır: "İlim adamları ve sanatkârlar insanların saygısına mahzar olmuşlardır, ancak peygamberler mukaddes kişilerdir. Bütün insanlığın bu değer hükmünü bir çırpıda kenara atmak mümkün değildir". Gerçekten de, Arvasî’yi, işittiği ve okuduğu sözlerin boyunduruğundan kurtaran cümle ve hüküm, ne ilim adamlarının ne sanatkârların dilinden ve kaleminden çıkmıştır: "Bana insanlık haysiyetimi öğreten, bana Allah’tan gayrısına rükû ve secde etmemeyi öğreten, beni objektif ve subjektif putların boyunduruğundan kurtaran cümle ve hüküm şudur: "Allah’tan başka tanrı yoktur".
http://haberakademi.net