Keyifli Bir Sohbet (Doğru zannettiğimiz yanlışlar)

İnsanın bilmediğini bilmemesi kadar tehlikeli bir şey yoktur. Boşuna dememişler yarım doktor candan, yarım imam dinden eder diye. 
Bilmediğini bilenden korkmamalı. Asıl tehlike bilmediğini bilemeyendir.
Bazı hataları da sırf bu yüzden yaparız. Yaparız yapmasına da, asıl tehlike yanlış yaptığımızı bilemediğimizden kaynaklanmaktadır.
Şimdi diyeceksiniz ki; “Yaşar hoca nereden çıktı şimdi bu felsefi konuşmalar.” Ama bekleyin bakalım. Yazıyı sonuna kadar sabırla okursanız anlarsınız.
Hastalandığımızda nereye gideriz?
-“Hastaneye”
Dediğinizi duyar gibi oluyorum. Sakın ola ki hastaneye falan gitmeyiniz. Çünkü hastane hasta hanedir. Yani hastaların geldiği binadır. Kısacası hastane, binadır, taştır, çimentodur, betondur.
Biz asıl doktora gidersek şifa buluruz. Şimdi rahatladınız değil mi? Yok, hemen o kadar basit değil. Hemen rahatlamayın canım. Doktora da değil.
Nereye mi?
  Hekime gideriz.
Neden hekime? Derseniz açıklayayım. Doktora gittiğinizde hangi doktora gidiyorsunuz. Makine mühendisliği dalında doktora yapmış bir akademisyene mi gidersiniz, yoksa peyzaj dalında doktora yapmış doktor ziraat mühendisine mi? Veyahut ta edebiyat doktoruna mı? Hiç biri değil mi?
O halde, nasıl ki hastalandığımızda hastaneye gitmeyecek isek, aynı şekilde doktora da gitmemeliyiz.
Peki, nereye mi gitmeliyiz?
Nereye olacak HEKİME. Hekim, yani hem hikmet sahibi olan, hem de dertlere hükmeden hüküm veren.
Dikkat edecek olursak, içinde çifte anlam taşıyor. Şu dilimizdeki zenginliğe bakar mısınız? Bir ifade ile hem dertlere hükmeden, hem de şifa için hikmet ehli olan kişiyi ifade ediyoruz.
Tıpkı Öğrenci dediğimizde öğrenen anlamını yanlış zemine oturtmaya çalıştığımız gibi. Eğer öğrenci öğrenen olsaydı. Herkes sınıf geçerdi. Ne yazık ki bütün Öğrenciler öğrenemiyor ve de sınıf geçemiyor. O halde öğrenci değil de, ilmi talep eden anlamına gelen talebe demek daha doğru bir ifade. Öyle değil mi?
Buna benzer birçok örnek de türkülerimizde gizlidir.
Hani her mikrofon uzatıldığında hemen aklımıza geliverir ya.
“Burası Muş tur
Yolu yokuştur
Giden gelmiyor
Acep ne iştir”
diye başlarız mırıldanmaya.
Yok olmadı. Muş değildir efendim. Bu türkü Yemen türküsü, her ne kadar şimdi iç savaşla anılsa da bile bir zamanlar vilayetimiz olan, bir zamanlar Çorum kadar, Artvin kadar bizim olan Yemen. İşte Huş vadisi yemen de Askerlerimizin savaş verdiği, zayiat verdiği Huş vadisi. Bu yüzden ano yemendir 
Gülü çemendir” diye söylenir.
Doğrusu:
Burası Huş tur
Yolu yokuştur
Giden gelmiyor
Acep ne iştir”
olacak efendim.
Bir başka doğru zannettiğimiz yanlış da Bir bodrum türküsünde gizli.
Yıllardır radyo sanatçı (!) larından dinler dururum ve her dinlediğimde de hem beynim, hem de kulaklarım rahatsız olur.
“Burası da asfalt değil Halil im,
Aman Bitez yalısı……”

Yok güzelim, yok canım bu da olmadı. Dikkat edecek olursak Bitez yalısından bahsediyoruz. Yani Bodrum’dan…
Eee o halde Türk Bükü’nden sola döndünüz mü, ver elini Turgut Reis,  Bitez Köyü Aspat Köyü…
Demek ki neymiş?
“Burası da asfalt değil Halil im,
Aman Bitez yalısı……” Yerine
“Burası da Aspat değil Halil im,
Aman Bitez yalısı……”
olacakmış.
Bu türküyü hala yanlış okuyan sanatçı (!) ların varlığı beni rahatsız ediyor. Sizi bilmem.
Bu keyifli sohbeti bir Artvin türküsüyle taçlandıralım.
“Havada kar sisi var da
Tarlada zar sesi var.
Gurban olam Artvina da
İçinde yar sesi var…”

Yerine ne yazık ki hala sözüm ona sanat(!) çılar;
“Havada kar sisi var da
Tavlada zar sesi var.
Gurban olam Artvina da
İçinde yar sesi var…”
diye söyler durur.
 Dikkat edecek olursak sadece bir harf her şeyi değiştiriyor.
“Tarlada zar sesi var” yerine, “Tavlada zar sesi var” denildi mi. Tarla tavla oluyor. Ve her şey allak bullak oluveriyor.
Anadolu’nun birçok yerinde yazın son aylarından başlayarak kış hazırlığı yapmak bu coğrafyanın değişmez gerçeğidir.
Artvin insanı da eylül sonu itibarıyla ahırlarında biriken hayvan gübresini kar yağmadan önce tarlaya atar ki, kış boyunca kar ve yağmurun sularıyla toprağa iyice işlesin.
İşte bu gübreyi taşımak için sırta alınan çubuktan örülmüş sepet şeklindeki taşıma aracına “çatan” denir. Amma velâkin çatanın öküz arabasına yüklenerek taşıma işinde kullanılan daha büyük şekline ise “zar” denir.
İşte; “Havada kar sisi var” derken kışın yaklaştığı ve kar yağmadan önce gökyüzünün kapalı olduğunu ifade ederken, “Tarlada zar sesi var.” diyerek, köylünün zar denilen araçla tarlalarına gübre taşıdığını anlatan destansı bir türküde bu konu bundan daha iyi anlatılamazdı.
Allah aşkına Tarlada zar sesi mi? Tavlada zar sesi mi? Bu küçücükmüş gibi görünen detay anlamı nasıl da değiştiriyor.
Demek ki kültür dediğimiz olgu kolay kolay oturmuyormuş
Hamburger yiyip kola içerek bu milli kültürü oturtamayız.
Kıldan ince kılıçtan keskin olan bu davaya topyekûn sarılmamız dileği ile efendim…

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!