İbn-i Haldun’un coğrafyanın insan, kültür ve ekonomi üzerindeki etkilerini ihtiva eden Mukaddime’si’nden hareketle (1377) özetile dönüşmüş olan “Coğrafya kaderdir” sözü Türkistan topraklarıyla ne kadar da örtüşmektedir. Mukaddime, coğrafyanın belirleyici bir etken olduğunu ve insanlığın yaşadığı coğrafyaya göre bir medeniyet inşa ettiğini detaylandırır.
Asırlarca Türk medeniyetine ev sahipliği yapan Çin’in kuzey doğusundan Avrupa’nın ortalarına kadar uzanan geniş alana baktığımızda Türk izlerinin coğrafyada var olmasına rağmen kültürel kodlarının pek çok yerde yok olduğu/yok edildiği gerçeği ile karşılaşıyoruz.
Bu kadar geniş bir kültür coğrafyasında; bugün için hâlâ yaşam izlerine şahit olduğumuz bir kısım Türk topraklarında büyük sıkıntılar yaşanmaktadır.
Doğu Türkistan’da yaşananlara baktığımızda insani ve hukuki açıdan Çin’in soykırıma doğru giden uygulamalarına şahit olmaktayız.
Çin Halk Cumhuriyeti’nin Doğu Türkistan politikaları neticesinde, Uygur Türkleri yaşama, kişinin bedensel ve ruhsal dokunulmazlık hakkı, zorla çalıştırma yasağı, özgürlük ve güvenlik hakkı, özel hayata ve aile yaşamına saygı, düşünce ve ifade özgürlüğü, din ve vicdan hürriyeti gibi insan haklarından tamamen mahrum bırakılmaktadır. Bu politikaların tek bir amacı vardır; o da Doğu Türkistan’dan Türk nüfusunu yok etmektir. Aybike Elif Akgün’ün “Ayrımcılık Yasağı Kapsamında Çin Halk Cumhuriyeti’nin Doğu Türkistan Politikası” adlı uzun çalışmasının sonuç bölümünde ifade ettiği şu kısım, problemin boyutları adına oldukça çarpıcıdır:
“Bugün Uygur Türkleri sadece Türk ve Müslüman oldukları için toplumun geri kalanından çok daha sınırlı bir hareket alanında yaşamak zorunda bırakılmakta, hayatın her alanında karşılarına engeller çıkarılmakta ve insan haklarından istifade etme çabaları terör eylemi olarak sınıflandırılarak toplama kamplarına gönderilmektedirler. İşletilen her politikanın temelinde Uygur Türklerine yönelik bir soykırım ve asimilasyon amacı güdüldüğü, toplum mühendisliği yapıldığı uluslararası basında da kendisine yer bulmuştur. Asimilasyon ve soykırım uygulamalarının temelinde ayrımcılık yasağının ırk temelli, derin bir ihlalinin yattığı ve başlı başına tüm insan haklarının ihlali sonucu doğurduğu açıktır. Bu haliyle Çin
Halk Cumhuriyeti tarafından Uygur Türkleri üzerinde işletilen politikalar uluslararası hukukun tüm temellerine, başta Çin Halk Cumhuriyeti’nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler metinleri olmak üzere insan haklarını konu alan tüm metinlere aykırıdır. Sistematik bir şekilde işletilen asimilasyon politikaları, insan hakları ve ırk temelli ayrımcılık yasağı merkezinde Çin Halk Cumhuriyeti’nin tüm insanlığa karşı hukuken sorumlu olması sonucunu doğuracaktır.”
Yine ABD’nin uzun yıllar kullandığı ve bugün çıkar çatışmalarının en kuvvetli kolluk gücüne dönüşen Taliban’ın Güney Türkistan/Afganistan’ın kuzeyinde merkezi hükümetle sürdürdüğü danışıklı döğüş neticesinde, bölgenin uzun yıllardır devam eden karmaşasını, çözümsüz bir sürece sürüklemektedir. Nitekim Çin’in Taliban ile görüşmeler başlayarak bölgenin en güçlü aktörü olmaya başlaması Türkistan coğrafyasında yeni tehlikelerin artarak büyük kaoslara dönüşeceğini göstermektedir.
Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani’nin, Özbek Türkü olan Nakibullah Faiki’yi Faryab valiliği görevinden alarak yerine Peştun asıllı Muhammed Davut Lagmani’yi ataması ile hız kazanan çatışmalar, Çin başta olmak üzere pek çok devletin desteklediği Taliban ile Raşit Dostum’un komuta ettiği Güney Türkistanlıların savaşına dönüşmüştür. Çatışmalar Faryab vilayetinin dışına taşalı çok olmuş başta Şibirgan olmak üzere Mezar-ı Şerif ve Güney Türkistan’ın tamamına yakınına yayılmıştır.
Otuz milyon Azerbaycan Türk’ünün yaşadığı İran’ın kuzeyinde/Güney Azerbaycan’da da yine belirsizliklerden kaynaklanan pek çok sıkıntı baş göstermektedir. 2010 yılının Ağustos ayında Tebriz’de 2000 kadar Azerbaycan Türk’ü, Azerbaycan Türkçesinde eğitim hakkı istemişti. Gösteride “Öz dilinde medrese, olmalıdır her kese” şeklinde slogan atılmış ve o günden sonra özellikle bir futbol takımı üzerinden otuz milyonluk Türk topluluğunun talepleri dile getirilmişti. Tebriz’deki Traktör adlı futbol takımının statlara taşıdığı Türk Milliyetçisi sloganlar dalga dalga yayılmış ve Türklerin uğradığı haksızlıklar mitinglerle, bildirilerle kamuoyuna taşınmıştır. Burada da Türklere karşı uygulanan asimilasyon politikalarına son verilmesi, okullarda Türkçe eğitim alınabilmesi, Türkçe yer isimlerinin değiştirilmemesi, tarihi yapıtlara zarar verilmemesi, Türk öğrencilerin eğitimlerinin engellenmemesi gibi pek çok insani talepler gündeme taşınmıştır.
Bu üç bölgeyle ilgili yaptığımız kısa aktarımların yanı sıra Kırım meselesi, Suriye Türkmenleri, Kerkük başta olmak üzere Irak’ta yaşayan Türkler ve Batı Trakya’daki soydaşlarımızın uluslararası hukuk ve insan hakları açısından yaşadıkları ciddi problemleri vardır.
Bütün bunlar başta Türkiye olmak üzere Türk Dünyasının üzerine büyük sorumluluklar yüklemektedir. Öncelikle bağımsız bütün Türk Devletlerinin Türk Dünyası Bakanlığı kurması gerektiği vazgeçilemez bir önceliğe dönüşmüştür. Bu bakanlığın işlevselliği alabildiğine güçlendirilmeli ve hem Türk devletleri arasındaki siyasi, ekonomik, askeri, coğrafi meselelere yönelik çalışmalara yer verilmeli hem de Türk topluluklarının bulunduğu yerlerde onların haklarını insan hakları çerçevesinde etkin olarak takip etmelidir.
Hakeza başta Doğu Türkistan ve Uygur Türkleri olmak üzere, Güney Türkistan, Güney Azerbaycan ve tüm mağdur soydaşlarımızın müdafaası için uluslararası yargı mekanizmalarının ve sistemlerinin harekete geçirilmesi, insan haklarının devreye sokulması, ulusal ve uluslararası siyasi ve sivil inisiyatiflerin devreye girmesi gerekmektedir.
Kısacası, Türklerin yaşadığı bütün coğrafyada askeri, siyasi, ekonomik işbirliğinin tarihi dinamiklerle birlikte inşa edilmesi, bu ilişkilerin devletlerarası hukukta karşılığı olacak şekilde hayata geçirilmesi vazgeçilmez öncelik olmalıdır.