Dünya büyük bir hızla yeniden bir şekillenmeye doğru gidiyor. Uluslararası siyasetteki gelişmeler çok daha fazla hız kazandı. Bu gelişmeler içinde Türkiye doğal bir merkez niteliğindeki çok önemli bir coğrafyada oturuyor. Bunun kadar da önemli olan bir başka husus ise tarihin Türk kimliğine yüklediği büyük misyonu.
Türk milleti tarihi şekillendiren bir kimliğe sahip. Ve özellikle 20’nci yüzyılın başında Türkiye Türklüğü, Batı’yı önce durdurup sonra püskürterek sömürge altındaki halkların kurtuluş meşalesini yakarak emperyalizmin tekerine çomak sokmuştu.
21’inci yüzyıl böyle bir geçmişle birlikte geldi. Geldi gelmesine ama kimliği ve tarihiyle kavgalı bir yönetim, nihayetinde Türkiye’ye beka problemi yaşatmaya başladı. Bir yandan etrafındaki ateş çemberinden vatan topraklarını korumak, diğer yandan dünya dengesi içinde davranmak gerekiyor.
Türkiye aynı zamanda Türk Dünyasının açık denizlere çıkış limanı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de bu denizleri koruyucu devleti. Böyle stratejik bir yapı söz konusu.
Bu stratejik konumda içinde olduğumuz uluslararası ittifaklarda büyük sıkıntılar yaşanıyor. NATO haziran (2021) ayındaki zirve toplantısında yeni strateji belgesini açıkladı. Konseptinde değişiklik de dâhil yeni hedeflerini ortaya koydu. Özellikle kararların oybirliğiyle alınması kuralındaki esneme işaretleri Türkiye için önemli bir değişiklik. Görünen o ki artık NATO’da Türkiye’ye rağmen ve hatta Türkiye’nin aleyhine karar alınabilmesinin önü açılmak isteniyor. Yunanistan’la ABD arasındaki ilişkiler ve ABD’nin Dedeağaç’taki askeri yığınakları Türkiye’nin tedbirler almasını gerekli kılıyor. Ancak bu tedbirler dengeli bir şekilde ABD, Rusya ve Çin arasında savrulmalar yaşanmadan alınmalı ve muhataplarının Türkiye ile ilişkilerinde dikkatli davranmalarını sağlamalıdır.
Bu düşüncelerden hareketle Millî Düşünce Merkezi ve onun stratejik araştırma merkezi MİSAK seri raporlar için çalışma kararı aldı. İlk olarak da en doğudan başladı. “Çin Politikamız Nasıl Olmalı?” sorusuna cevap aradı.
Bunun için tarihçiler, siyasetçiler, bilim insanları, emekli askerler, emekli büyükelçiler, uzman araştırmacılardan oluşan heyetle toplanarak bir dizi beyin fırtınası gerçekleştirdi.
Coğrafyanın kaderi Türk’ün elinde
Asya, Avrupa ve Afrika haritasına birlikte baktığımızda bir Türk dünyası gerçeği hemen gözümüze çarpıyor. Ama bu Türk Dünyası aynı zamanda Pekin, Moskova, Tahran üçgeni arasında. Bu üçgen Türkiye’yi, başka bir söyleyişle Batı Türkeli’ni de etkileme gücüne sahip. O zaman Türk Dünyasının en güçlü devleti Türkiye Cumhuriyeti biraz daha farklı düşünüp, farklı davranmak zorunda da.
Coğrafyamızda egemenlik yapıları değişmekte. Bu yapıların değişmesi vekalet savaşları ile gerçekleşiyor. Ancak vekaletler de terör örgütlerine veriliyor. Yani coğrafyamız aynı zamanda büyük bir terörtehdidi altında. Bu coğrafya, tıpkı Afganistan’da olduğu gibi, büyük devletler bir gün çekildiğinde insan boğazlayan canilerle baş başa kalacak.
Irak, Suriye, Akdeniz’in doğusu, Kıbrıs meselesi, Yunanistan’la adalarımızdaki istenmeyen misafirlikleri de dâhil problemlerimiz, Karadeniz’deki gelişmeler, Kırım meselesi, Ermeni meselesi, Ermenistan’ın Azerbaycan Karabağ’daki işgali… bunlar çevremizdeki büyük meseleler. Ayrıca Çin’in İpek Yolu’nu yeniden canlandırma projesi olana “Kuşak – Yol İnisiyatifi” önemli etkenler.
Özellikle Çin’in Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlâlleri ve bunların önlenebilmesi üzerinde etkili olabilmek için de farklılık gerekiyor. Çin’in yasalarının azınlık kabul ettiği Uygur, Kazak, Kırgız ve Moğollar için Türk Dünyasının stratejik yaklaşımı sağlanmalıdır.
Oradaki soydaşlarımızın evlerine yerleştirilen Çinli memurların Türk varlığı üzerindeki ağır baskısının en kısa zamanda kaldırılması en doğal insan haklarındandır. Türkiye de bütün bu konularda önemli bir siyasi güç. Sadece bu hususlar bile Çin’le ilişkilerde yeni yolların denenmesi gerektiğine işaret ediyor.
Doğu Türkistan Kuşak – Yol projesinin Çin çıkışı. Ayrıca Türkiye de Avrupa pazarına giriş kapılarından birisi. Yani Çin’den çıkış da Avrupa’ya giriş de Türk coğrafyası. Bunun da stratejik anlamı üzerinde düşünülmeli.
Bütün bunlarla birlikte Çin hem 1,5 milyarlık nüfusuyla çok önemli bir pazar. Hem de gittikçe artan bir ivmeyle gelişen ekonomisiyle turizm ilişkilerinin daha da gerçekleştirilebileceği bir ülke.
Çin’in hızla gelişen teknoloji sektörünün yakından takip edilmesi çok önemli. Ancak bir o kadar da önemli olan Türkiye’nin kendi bilim insanlarına sahip çıkması. Buna özel bir örnek de var. İletişim alanında 5G teknolojisine geçebilmeyi mümkün kılan eşik bir Türk bilim insanı tarafından aşıldı. Çin bu bilgiye sahip olmakla çok önemli bir mesafe aldı. Bilgi de artık stratejik unsurların başında geliyor. Hiç olmazsa bundan sonrası için bilim politikası stratejisi tespit edilerek devam etmek Türkiye’yi daha güçlü kılacaktır.
Bütün bunlar Türkiye’nin yani Batı Türkeli’nin kimliğinin ve tarihinin yüklediği görevlerin şuurunda olan yöneticiler tarafından yönetilmesi gerektiğini işaret ediyor. Bununla beraber millî birlik de bir an önce sağlanmalıdır.
Millî Düşünce Merkezi olarak 20’nci yüzyılın başındaki büyüklerimizi örnek aldık. Bugün bizler de neyi nasıl yapmamız gerektiğini düşünerek ortaya bir sonuç çıkardık. “Çin Politikamız Nasıl Olmalıdır?” raporumuz MDM internet sayfamızda okurlarını bekliyor.
Bundan sonraki çalışmada Rusya Politikamız Nasıl Olmalıdır? sorusuna cevap aranacaktır.