Türkiye’de Mezhep Kavgası Niçin Olmaz?

ÜLKEMİZDE MEZHEP KAVGASI HİÇ OLMADI

Türkiye’de mezhep farklılıkları olmakla birlikte, bu mezhepler arasında tartışma dâhil mezhep çatışması veya kavgası asla olmaz; olamaz, olmayacaktır. Bunu peşin olarak kabul etmeliyiz.

 Kim, nerede, ne zaman, ne söylerse söylesin ülkemizde “mezhep tartışması, kavgası” asla olmaz. Geçmişimizde de olmamıştır. Bunu herkesin aklına yerleştirmesi ve kabul etmesi gerekir.

Bu satırları okuyanlar Sivas’tan başlayarak pek çok örnek verebilirler. Ama bilmedikleri veya anlamadıkları bu yanlışların, kavgaların özünü oluşturan şey bir birine düşman ideolojiler ve siyasetti. Bu ideoloji ve siyaset kaynaklı çatışma çıkaranların da küresel emperyalizm olduğu hakikatini yeteri kadar görememiştik.

Din veya mezhepler arası bir çatışma bu topraklarda olmadı.

ABD yanlıları ve Sovyet yanlıları diye ikiye ayrılmış 20. Yüzyılın dünyasında ne mezhep, ne de dine dayalı bir ideoloji var mıydı? Olabilir miydi?

Biri kapitalist, diğeri Marksist – komünist düşünceye Mensup olanlar arasında mezhep tartışması veya kavgası olamazdı.

Vahşi kapitalizm ile Marksizm, Leninizm, Maoizm gibi düşman ideolojiler, kutupların oluşturulması iç çatışmaların da sebebi değil miydi?

– Ülkemizde Şafii’lerle Hanefi’ler mi çatışmışlardı?

– Yoksa ülkemizde yoğun olarak ideolojik, marjinal “selefi” mezhebi ile Sünni mezhepler mi çatışmışlardı?

– Başka bir soru daha var:

– Mezhep savaşını yoğun olarak Iğdır’ın Şii/Caferileri ile Türkiye’nin Sünnileri mi yapmışlardı?

Geçmişte de çatışmadan ve böyle bir tehlikeden bahsedenler temel bilgilerden; ülkemizde var olan mezheplerden bile haberi olmayan; aydın unvanları olmakla birlikte, aydınlanamamış bir takım insanların yanlış ve/veya ideolojik algı veya saplantılarından kaynaklanan endişeler taşıdıklarında kuşku yoktur.

Kültürümüzü, tarihimizi, inancımızı; inancımızda mezhep, tarikat, cemaat gibi tanımların ne olduğunu bilmeyen aristokrat, bürokrat, akademisyen, din adamı ve siyasetçiler olduğunu çok yakından biliyoruz.

İllegal din gurupları, tarikatlar, cemaatler yanında dini bilmeden “din hizmeti verdiğini zanneden” ve hangi fraksiyona bağlı oldukları tartışılan ve kendi kendilerine “İslamcı Hoca” ismini yakıştırmış olan ve ne bildikleri belli olmayan kişilerle birlikte yaşadığımızı biliyoruz.

Siyasetle işbirliği yapmış, başka bir deyimle, siyasete koalisyon ortağı olmuş bu illegal örgütlerin gerçek gayelerinin ne olduğunu kim, nasıl ve hangi koalisyon protokolü ile ortak olduklarını ve ortaklıktaki yetki ve sorumluluklarını biliyorlar mı idi?

İnsan bilmediğinin düşmanıdır” sözünü söylemiş atalarımızın ne kadar haklı olduğunu bugün daha iyi anlamaktayız.

Özellikle siyaset, ideoloji veya strateji gereği topluma bakan ve çok küçük farklılıkları veya uygulama örneklerini “ayrı mezheplerin varlığı” olarak değerlendirmeleri sonucunda “mezhep çatışması endişesi” belirtmeleri tamamen din, tarih ve kültürel olarak bilgisizlikten; cahillikten veya köylülükten kaynaklanan yanlış algılardı.

  • Din, şeriat, mezhep, tarikat dediğimizde kim ne anlıyor?
  •  “Yol ve erkân” neyi ifade ediyor?

Din, siyaset ve ideoloji ile izah edilemez. Din, siyaset veya ideoloji olarak kullanıldığında din olma özelliğini kaybeder.

Bu durumda dine gerçekten inanan insanlar dinin siyasallaşması veya ideolojiye dönüşmesi sebebiyle din ve dindarlık anlayışında bozulma ve dinden uzaklaşmanın başladığını görerek, dine karşı tavır bile alabilirler.

Gümünüzde dindarlığın azalmış olmasında yukarıdaki hususun etkisi yoktur, demek ne kadar doğrudur?

DİN NEDİR? DİN DEYİNCE NE ANLAMALIYIZ?

Din, Arapça bir kelimedir. “Allah’ın kanunu” olarak da ifade edilir. Allah’ın insanları yaratılış amaçlarına uygun olarak yaşamaları için Peygamberler aracılığı ile gönderilmiş “ilahi bir kanun” olarak anlatılır[1]. Bu kanuna uyanlar dünyada ve ahirette mutlu olacaklardır.

Ülkemizin ana sorunlarının başında “aydın sorunu“ ile kültürel sorunların bulunması sebebiyle konuyla ilgili olarak “doğru“ zannedilen bazı yanlışlara işaret etmek istiyorum.

Din; Arapça olan bu kelime, sözlük anlamı olarak,  itaat, ibadet, ceza ve hesap gibi anlamları ifade eder.

Din,  terim olarak ise, aklı başında insanların, kendi hür ve özgür iradeleri ile kabul ettikleri, kendilerini saadete ulaştıran ilahi bir kanun olarak izah edilir.

Bu kapsam içinde yer alan semâvi din/ İlahi din olarak kabul edilen dinler aklın, neslin, canın, dinin ve malın muhafazası gibi ortak bir amaç güderler.

DİNLER GENEL OLARAK ÜÇE AYRILIR

1. Hak Dinler: Bunlar yukarıdaki tarife uygun olarak Allah tarafından, Peygamber aracılığı ile insanlara gönderilmiş dinlerdir. Bunlara “İlahi ve semavi dinler” denir.

Semavi dinlerin hepsi esas bakımından birdirler. Yalnız aralarında ibadetler ve hukuk kuralları bakımından farklılıklar vardır.

Hz. Âdem’den, Hz. İsa’ya kadar gelmiş bütün peygamberlerin, insanlara bildirmiş oldukları dinler iman esaslarında bir olup, “bir” Allah’a iman etmeye dayalı iken, bunlar sonradan bozulmuş ve asılları kaybolmuştur.

Son Peygamber olarak gönderilmiş olan Hz. Muhammed, bütün insanlığa peygamber olarak gönderilmiştir. Bu sebeple de Kur’an son İlahi Kitap’tır. Bu sebeple de Hak dinlerin en sonuncusu ve en mükemmelidir.

Hak dine inanan insanın, hayat boyunca, bu dinin öğrettiği inanca uyması; yalandan, haramdan, gönül kırmaktan ve yaratılış amacına uymayan davranışlardan ve Hakkı olmayan şeylere el uzatmaktan kendisini koruması demektir. Başka bir ifade ile dindar insan sadece ibadetlerle yetinmeyecek, sosyal hayatında da davranışlarını kontrol altında tutacaktır.

2.    Asılları değişmiş ve/ya asılları bozulmuş dinlerdir.

3.  Bâtıl dinlerdir. Bunlar asılları bakımından da gerçek bir din ile ilgisi bulunmayan dinlerdir.

ŞERİAT MEZHEP VE TARİKAT HANGİ ANLAMLARDA KULLANILMAKTADIR?

  • kelimesi, daha çok modern Arapça’da “hukuk” anlamında kullanılmaktadır. Arapça konuşan ülkelerde, üniversite öğrencilerinden birine hangi fakültede okuduğu sorulduğunda Şeriat kelimesi, daha çok modern Arapça’da “hukuk” anlamında kullanıldığı görülür.

Arapça konuşan ülkelerde, üniversite öğrencilerinden birine hangi fakültede okuduğu sorulduğunda “şeriat fakültesi” cevabı aldığınızda, öğrencinin Hukuk Fakültesi öğrencisi olduğu anlaşılır.

Şeriat, din anlamında da kullanılır.

Günümüz Arapçasında, “Şeriat” kelimesinden üretilmiş “bulvar” anlamında kullanıldığı da olur. Hava alanına giden bulvar “Şari-i mattar” olarak ifade edilir.

Bu bize Yunus Emre’nin şu beytini hatırlatır:

Şeriat, tarikat yoldur varana

Hakikat, marifet andan içeri

 

Burada anlatılan yol, İslam Dini’nin ana caddesi anlamını ifade eder. Bu ana caddenin günümüzdeki adı, batı dilleri karşılığı “bulvar” olmalıdır.

Yunus’a göre bu büyük yola bağlı “tarik” yol; çoğulu olarak “tarikat” yollar olduğu gibi, “Hakikat” ve “Marifet” adlı iki yoldan daha bahsetmektedir.

Bu yollar “Yol ve Erkân” olarak anılan ve anlatılan tasavvufi yollardır; insanı inceliklerle birlikte, “Hakk’a Vâsıl olmak”, “mutlak hakikate kavuşmak” isteyenlerin yolunu da hatırlamamız gerekiyor.

B- MEZHEP, din, itikat, inanç anlamına gelmekle birlikte, kelimenin tam karşılığı “gitmek” fiilinden türemiş bir kelimedir ve “gidilen yol” anlamındadır. Meslek anlamında kullanıldığı zamanlar da olmuştur.

İslam Dini içinde, dini uygulamalarda birden çok gidilen yol; mezhep oluşmuştur. Bunları iki ana gurupta toplamak gerekir:

 

1.SÜNNİ MEZHEPLER

2. Şİİ MEZHEPLER

 

Sünni Mezhepleri de iki kategoride tasnif etmek gerekir:

A) İNANÇ MEZHEPLERİ

B) FIKIH MEZHEPLERİ (Bunlara amelî mezhepler) de denir.

 

a) İNANÇ MEZHEPLERİ denildiğinde Sünni İslam dünyasının inanç (itikat) alanında “iki Mezhep” vardır.

1. Eş’ari Mezhebi.

2. Maturidi Mezhebi.

 

1.Eş’ari Mezhebi:

Eş’ari Mezhebi, içinde günümüzde varlığını sürdüren iki Sünni İnanç mezhebinden biridir.

Eş’ârîyye veya Eş’ârîlik, İslam itikadî mezheplerinden birisidir. Ebu’l-Hasen el-Eş’ârî‘nin öncülüğünde kurulan kelâm ekolüdür. Ehli Sünnet kelâmının Irak’taki mümessili Ebul Hasen el-Eş’arî’dir (v. 324/936).

Eş’ârîyye Mezhebi, aşırı fikirler içeren Mu’tezile’ye karşı bir anti-tez olarak doğmuştur. Fakat akaid meselelerinin ele alınışında kelâmı bir istidlâl olarak kullanmış, te’vile yer verilmiştir.

Eş’ârîyye ekolü önce Irak ve Suriye‘de yayılmış daha sonra da Nizamiye medreselerine Eş’ârî âlimlerinin tayin edilişiyle geniş bir alana yayılma imkânı bulmuş ve Mısır ile Mağrîb ülkelerine kadar yayılmıştır.

 Ebu Hasan Eş’ari’nin (V: MS 935) kurduğu bu ekol, aklın hiçbir zaman gerçeğe ulaşamayacağını, kulların ancak kayıtsız şartsız inanmakla mutlu olabileceklerini ileri sürer. Doğal olaylar, nedenleri bilinmeyen ve belki de asla bilinemeyecek olan salt bir Tanrısal ilkenin ürünüdürler ve bu ilkece yönetilirler.

Bu anlayışa göre akıl, pek güçsüz bir veridir, aklın bugün bilemediğini yarın da bilemeyeceği söylenemez. Bu sebeple insan, bugün ulaşamadı diye belki de yarın ulaşabileceği gerçekler üstünde inancını yitirmemelidir. Bununla birlikte Eş’ariyye, özellikle de Selefiye gibi akımlar ele alındığında daha orta yoldadır ve hüküm verirken akla da yer verir.

Eş’ârîlik’ in en büyük tenkitçilerinden birisi ünlü Filozof İbn-i Rüşt’tür. Aslında genel olarak kelâm ve kelamcılara karşı çıkmış olsa da İbn-i Rüşd tenkitlerini en çok Gazali ve Eş’ariyye üzerinde yoğunlaştırır.

2. Maturidi Mezhebi:

İslâm akaidinde imam Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud elMaturidi’ye nispet edilen Mezhep’dir.

 İmam Ebu Mansur el-Mâturidi’nin akaitteki mezhebine mensup olanların itikat alanındaki mezhebin adı;  Matüridiyye veya Maturidilik denilir.

Alemü’l-Hudâ, İmamü’l-Huda ve el-Mütekellim lakablarıyla da anılan Matüridi takriben 238/852’de Maveraünnehir’de bulunan Semerkand‘ın Matürid köyünde doğmuş bir Türk çocuğudur. Günümüzde Matürid Köyü Semerkant’ın merkez mahallelerinden biridir.

333/944’te Semerkand’da vefat etmiştir. O, İslam’a çok değerli hizmetler vermiş öncü İslâm âlimlerinin başında gelir. Maveraünnehir’de Ehli Sünnet’e nispet edilen Kelâm ekolünün kurucusu ve mümessilidir.

Ehl-i Sünnette, Mâtûridîlik yaygın olan itikadî mezheptir. Niçin, neden, nasıl inanıyoruz sorularına akılla cevaplar veren mezhep anlamındadır.

İMAM MATURİDİ, AKLI AKILLA GEÇEN VE İNANÇ ESASLARINI AKIL ÖLÇÜSÜYLE KURAN İNSAN

Maturîdi’nin yaşadığı çağda, ilim ve edebiyata hizmet etmiş olan Samanoğulları Devleti (844-999) hüküm sürmekteydi. Bize kadar gelen Te’vilâtu’l-Kur’an ve Kitâbü’t-Tevhîd gibi eserlerinden anlıyoruz ki, Matüridi, Kelâm, Tefsir, Mezhepler Tarihi, Fıkıh ve Fıkıh usulünde derin bilgi sahibiydi.

Mâturidinin hocaları, ilimleri İmam A’zam Ebu Hanife’ye uzanan Ebu’n-Nasr el-İyazi, Ebu Bekr Ahmed el-Cürcânî ve Muhammed b. Mukatil er-Râzî’dir. Bunların hocası ise İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’den okumuş olan Ebu Süleyman b. Musa el-Cürcânî’dir.

 İmameyn lakabıyla tanınan İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed, İmam A’zam’ın en seçkin talebeleriydi.

Matüridi, hocalarından İmam A’zam’ın akaide dair el-Fıkhü’l-Ekber, er-Risale, el-Vasiyye, el-Fıkhü’l-Ebsat, el-Âlim ve’l-Müteallim isimli risalelerini de okuyup rivayet etmiştir.

Sünni mezheplerden Hanefiler, inanç olarak Maturidi mezhebine mensuptur. İslam Dünyasında Müslümanların çoğunluğunu Hanefiler oluşturmaktadır.

Şafii, Maliki, Hanbeli mezhebine mensup olanlar, inançta (itikat) genel olarak Eş’ari mezhebine mensuptur.

b. FIKIH MEZHEPLERİ (Amelî Mezhepler):

Bu alandaki mezhepleri günümüzde Şii Mezhepleri ve Ehl-i Sünnet Mezhepleri olarak tasnif etmek gerekiyor.

1.Şİİ OLARAK BİLİNEN MEZHEPLER

Hemen başlangıçta belirtmeliyiz ki, Şii veya Şiilik adıyla kurulmuş bir mezhep yoktur. Şii veya Şia veya Şiilik kelimeleri aynı alanda kurulmuş ve günümüzde yaşayan Üç mezhebi birlikte ifade eden bir isimdir.

Sünni Mezhepler denilince de aynı şey anlaşılmalıdır. Yani Sünni Mezhep adı ile mezhep yoktur. İtikadî 2 ve ameli 4 mezhebe birden Sünni Mezhepler denilir.

ŞİİLİĞİN ÜÇ MEZHEBİ:

Bu guruba dahil mezhepler hem itikadî, hem de ameli mezhep olarak kabul edilir.

  1. CAFERI MEZHEBI,
  2. İsmaili Mezhebi,
  3. Zeydilik,

Bu üç mezhep, Şii İslam dünyasında var olan mezheplerdir. Ülkemizde bunlardan sadece Caferi mezhebine mensup Müslüman Türkler vardır.

1.CAFERİ MEZHEBİ

Câʿferî Mezhebine mensup olanlar itikatta “İsna Aşeriyye Mezhebi”ne mensupturlar[2]. Câʿferî fıkhı, İmamiye-i İsna aşeriye (Oniki İmam) İslâm mezhebinin temelini teşkil eden fıkıh ekolüdür.

 Câferîyye Şiîliği olarak adlandırıldığı da olur. Şiîlerin çoğunluğunun mensup olduğu mezhep Caferi mezhebidir. Caferilik, günümüzde İran İslam Cumhuriyeti’nin resmi mezhebidir.

Câferîlik’teki dini hukuk veya Şeriat ilkeleri, Kur’an ve Sünnetten çıkarılır. Sünnîlik ve Şiîlik arasındaki farklılık, Şiilik Hz. Peygamber’den sonra ilk yöneticinin hem peygamberin vasiyetiyle, hem de ilâhî seçimle Ali bin Ebu Talip olması gerektiğine inanılmasıdır.

Safevî Hanedanı

16. yüzyılda Safevî Hanedanı’nın İmamiye-i İsnaaşeriye’yi devletin resmî mezhebi olarak seçmesiyle Caferilik adı kullanılmaya başlanmıştır.

İmam Cafer-i Sadık, Hicrî 148, Milâdî 8 Aralık 765 tarihinde Abbasî Halifesi Ebu Câ’fer “el-Mansur”un emriyle zehirletilerek öldürülmüştür[3] Medine’de meşhur Bâki Mezarlığı’ndadır. Mezhebin kurucusu İmam Cafer değildir. Caferilik, 8 yüz yıl sonra Onun adıyla kurulmuş mezheptir.

Caferilik, daha çok İran, Irak, Bahreyn ve kısmen de Azerbaycan’da hâkim olan Şiî mezheplerinden biridir.

 Ülkemizde de Iğdır ilimiz merkezli Türkler de bu mezheptedir.

Türk Alevileri olan (Kızılbaşlar)ın Türklerin Şiîlik’le bağı veya ilgisi yoktur.

 

2. İSMÂİLÎLİK YA DA İSMAİLİYYE MEZHEBİ 

İsmâilîlik ya da İsmailiyye, (Arapça: el-Ismā’īliyyūn; Farsça: Esmā’īliyān; Urduca: Ismā’īlī) Şiîlik’te Cafer es-Sadık vefatında yedinci Şiî İmâmı olarak Musa bin Cafer el Kâzım‘ın yerine Cafer-i Sadık’tan önce ölmüş olan oğlu İsmâil bin Câ’fer el-Mûbarek’in oğlu Muhammed bin Ismail eş-Şâkir’i Yedinci imâm olarak kabul eden mezhepdir.

 

3. ZEYDİYYE MEZHEBİ
Zeyd b. Alî Zeynelâbidin b. el-Huseyn b. Alî
(v. 122/740); önce babasından, sonra kardeşi Muhammed el-Bâkır ve başkalarından okuyarak yetişti. Bütün İslâm uleması onun ilmi, yüce şahsiyeti ve takvâsı üzerinde ittifak etmişlerdir.

 Bu mezhebin usulünü İmam Zeyd ortaya koymamış olmakla beraber, tâbileri onun İçtihatlarına bakarak tesbit etmişlerdir. Delilleri Kitâb, Sünnet, İcmâ’, Kıyas, İstihsan ve Akıl‘dır.

Akıldan maksatları: Şer’î delillerde hükmü bulunmayan bir meselenin akıl yoluyla iyi veya kötü, faydalı yahut da zararlı olduğuna hükmedilerek çözüme bağlanmasıdır.

Günümüzde Zeydîler

Zeydiler Yemen’de hâkim dini gruptur ve Zeydî liderler yönettikleri topluluklar tarafından “Halife” unvanıyla anılırlar.

Günümüzde Zeydiyye Mezhebi başta Yemen, Umman, Suudi Arabistan olmak üzere birçok ülkede taraftarı olan bir mezheptir.

Yemen nüfusunun yaklaşık % 30‘u Zeydiyye mezhebine mensuptur.[3]   Suudi Arabistan’ın % 5.5 ve Umman’ın % 2.2 Zeydi’dir.

2. EHLİ SÜNNET’E AİT FIKIH MEZHEPLERİ

a) Hanefi Mezhebi,

b) Şafii Mezhebi,

c) Maliki Mezhebi,

d) Hanbeli Mezhebi,

 

MEZHEPLER ARASINDAKİ FARKLILIKLAR

İslam mezhepleri arasında; Kur’an’ın metni ve Kur’anda var olan temel konularda HER HANGI BIR IHTILAFTAN BAHSEDILEMEZ.

Ancak açık ve kesin nass (Ayet ve/veya Hadis) bulunmayan konularda bilginler ictihad etmiş, değişik konularda bir birlerinden farklı görüşler bildirmişlerdir.

Bunun aklın gereği olduğu kabul edilmelidir.

İctihadlar arasındaki farklılıkların ana sebepleri arasında, ictihad yapmış bulunan bilginlerin yaşadıkları bölge ve hitap ettikleri toplulukların sosyo-kültürel cağrafya ve kültürlerin farklı olmasının etkisi olduğu da kabul edilmektedir.

Bu ictihadların, dinin ana konuları dışında kalan konularla ilgili oldukları da unutulmamalıdır.

 

ÜLKEMİZDE VAROLAN – YAŞAYAN İSLAM MEZHEPLERİ

Ülkemizde yaşayan ve kendisini “Müslüman” olarak bilen insanların çok önemli bir çoğunluğu Hanefi mezhebine mensuptur. Bu çoğunluğa, iç Anadolu ile batı illerimizde, özellikle de Malatya ve Adıyaman yöresinde yaşayan ve kendilerini “Kırmançi” olarak tanımlayan Kürtler de dâhildir.

Güneydoğu illerimizde yaşayan ve T.C vatandaşı olan Araplar ile doğu ve güneydoğu bölgelerimizde yaşayan ve kendilerini “Kırmançi” olarak tanımlayan Kürtler Şafii mezhebine mensupturlar.

Kafkasya ve Dağıstan bölgelerinden Osmanlı topraklarına gelmiş olan Abaza, Çerkez, Gürcü, Dağıstanlı, … gibi Müslümanlar genellikle Şafii mezhebine mensup oldukları halde, eğer Hanefi bölgelerine yerleşmiş veya yerleştirilmişlerse Hanefi mezhebine uymaya başlamışlar; yok eğer doğu veya güney doğu bölgelerine giderek yerleşmiş iseler Şafii mezhebine mensup olmalarını korumuşlardır.

Balkanlardan Anadolu’ya gelenler, daha önce seçtikleri Hanefi mezhebine devam etmektedirler.

Yoğun olarak Iğdır ve çevresinde yaşayan ve ülkenin farklı illerine dağılarak yerleşmiş Oğuz boyuna mensup Türkler Şiiliğin Caferi mezhebine mensupturlar.

Ülkemizde Kızılbaş veya Köy Bektaşisi olarak bilinen ve son yıllarda da “Alevi” adı ile anılan Türkmen/Tahtacı, Barak, Sıraç, Abdal, … gibi isimlerle anılan Türkler ile ülkemizde yaşayan Çingeneler de mezhep olarak Hanefi mezhebindedir.

“Not: Bu sayılan Kızılbaşlar (yeni deyimle Aleviler) Tarikata giriş demek olan (İkrar) merasiminde (Allah’ın kuluyum, Hz. Muhammedin ümmetindenim, Caferi Mezhebi’ndenim…) şeklinde klasik bir beyanla ikrar vermiş olurlar. Ancak, ikrar töreni “Tarikat’a giriş töreni olduğu unutulmamalıdır. Mezhepler tarihine ait kitaplar İmam Cafer’in mezhep kurmadığını; kurulmuş üç mezhebin de çocukları ve torunu tarafından kurulmuş olduğudur.

İmam Cafer Sadık, dört Fıkıh Mezhebi olarak yukarıda adlarını verdiğimiz mezheplerin kurucularının tamamının Hocası olmuş ve onlara ictihad konularında rehberlik etmiş bir bilgindir.

O daha çok yolların en ince olanını seçerek, tasavvufta kutup olmakla yetinmiştir”.

Bu kutup olarak anılması; ilk kurulmuş olan Hanefi mezhebinden başlayarak, bütün mezheplerin oluşmasında payı bulunan İmam Cafer’in asıl kendisinden ilim tahsil etmiş ve ağırlıklı olarak yaşadığı alan Tasavvufi alanlar olan tarikatlardır. O zahirle birlikte “Bâtın”ı önemsemiştir.

Kızılbaş/ Alevi ve Çingene olarak bilinen din kardeşlerimiz; abdestin alınışından, namazın kılınışına, evlenirken Dede’nin okuduğu “Nikâh Duası”ndan ve cenaze namazının  “dört tekbir”le kılınmasından hacca gidenlerin, hac uygulamalarına kadar bütün uygulamaları Hanefi mezhebi kuralları ile yapılır.

Bu anılan uygulamalar Hanefi mezhebi uygulamalarıdır.

Türkmen/ Türk olan Alevi yurttaşlarımız, uzunca bir süredir (Yeniçeriliğin yasaklanması (1826) ile başlayan, Bektaşiliğin de yasaklanması; Hacı Bektaş Dergâhı hariç tutularak, Osmanlı topraklarında ki (dergâhların tamamının) kapatılması, toplumun dini bilgiden mahrum bırakılmaları; dergâhların Sultan Abdülaziz zamanında yeniden açılmaya başlamasına kadar yapılmış olumsuz propagandaların da etkili olduğu unutulmamalıdır.

Daha sonra gelen savaşlı, milli mücadeleli yıllar ve devamının sıkıntıları ve nihayet tarikatların 1925 yılı sonunda kapatılmasının meydana getirdiği kırgınlık ve eğitimsizliklerle pek çok şeyin unutulduğu da kabul edilmelidir.

Bütün bunlara rağmen Kızılbaş köylerimizde insanların Türk ve Müslüman olduklarını yüksek sesle söylemeye devam ediyorlar. Ayrıca “yol ve erkân”larını devam ettirmiş olmaları son derece önemli ve takdire değer olmalıdır.

İSLAM DÜNYASINI SARSAN „SELEFİLİK“  MEZHEP MİDİR?

Diyanet İşleri  Başkanlığı’nca neşredilmiş  “Diyanet ilmihali [4] adlı kitapta  “Selefilik“ için “Hz. Peygamber ve Ashab-ı Kiram‘ın görüşlerini benimsemişlerin mezhebi“ gibi yer almışsa da İslam dünyasında böyle bir mezhep bulunmamaktadır.

Selef“ ve „Selefi“ kelimeleri Arapça‘dır ve „öncekiler“ anlamındadır. Öncekilerden kastın da mezhepler teşekkül etmeden önceki dini yaşayış anlamındadır.

O tarihlerde Müslümanlar özellikle ve yaygın olarak bugünkü Suudi Arabistan ve çevresinde; yani aynı coğrafi ve aynı kültürel coğrafyada yaşayan Müslümanlar kastedilirdi.

Babam benim selefim, ben de onun halefiyim, cümlesindeki ifadeden anlaşılan gibidir. Bu noktadan bakıldığında Ashab’dan bahsederken „selefimiz“ veya seleflerimiz şeklinde yapılan konuşmalar mezhep olarak değerlendirilemez.

–  Selefilik mezhepse, bu mezhebin kurucusu kimdir ve kitapları nelerdir?

Kendilerini „Selefi“ sayan insanların, Mekke ve Medine başta olmak üzere mezhepleri sorulduğunda,  Maliki veya Hanbeli olduklarını söylemeleri nedendir?

Günümüzdeki  „Selefilik“,  el-Kaide“ ve „İşid“ gibi küresel emperyal oyuncularca ortaya çıkartılmış sapık inanışlar olmalıdır. Başka da izahı yoktur.

 Diyanet‘in „İmihal“inde  yazdıklarını doğru kabul ettiğimizde, öteki mezhepler Hz. Peygamber ve Ashab ın görüşlerini kabul etmeyen;  gayr-i meşru veya illegal mezhepler midir?

İslam dünyasında halen yaşayan  mezheplerin Hz. Peygamber ve Ashab-ı Kiramı ile ilgisi nedir, selefi olmayan mezhep mensupları, Hz. Peygamber ve ashabını dışlıyorlar mı?

El kaide, Taliban, el Nusra, Işid de Selefi sayılan günümüzde küresel emperyalizme hizmet eden terör gurupları değil midir? Bu güruhu nasıl Müslüman sayacağız?

ALEVİLİK MEZHEP Mİ?

Alevi, kelimesi  bütün İslam dünyasında, “Evlad- ı Ali“ yani Hz. Ali ve Hz. Fatıma soyundan gelen kimse

demektir. Osmanlı Arşiv belgelerinde de aynı anlamda geçmektedir.

 Günümüzde kullanılan Alevi kelimesini kullanan pek çok aydın, akademisyen, siyasetçi ve TV’lerin kadrolu tartışmacıları  “Alevi Mezhebi“ şeklinde kullandıkları gibi, Özellikle Sünnilik karşıtı  bir deyim gibi ifade edilmesi külliyen yanlıştır.

Hele bir de medyanın kadrolu uzmanları var ki, MEZHEPSEL sorunlar ve çatışma endişeleri ile  ile ne yapmak istedikleri veya kimleri tahrik için bunu kullandıklarını  da bilemiyoruz.

Böyle bir mezhep sözkonusu değildir.

Alevilik, yakın geçmişe kadar “Kızılbaş“ olarak ifade edilen “Köy Bektaşileri“ anlamında kullanılırdı.

Bunlar mahalli olarak, Kızılbaş, Tahtacı, Çepni, Sıraç, Türkmen, Barak, Abdal … adlarıyla da anılan Oğuz boyuna mensup Müslüman Türkler’dir; dilleri  Türkçe’dir. İnançta Maturidi, muamelatta (amelde) Hanefi mezhebine mensup, „Yol ve erkân“da „4 Kapı 40 Makam“ olarak da adlandırılan tarikattır.

Uyguladıkları yol ve erkân da Ahmet Yesevi’den gelen Hacı Bektaş Veli yol ve erkânıdır.

Çocukları doğanların isim koymalarından, evlenen çiftlerin  “Dede“ tarafından okunan  nikah duasına abdest alıp, namaz kılanların ve diğer bütün ibadetlerin yapılışına kadar herşey ve ölenlerin yıkanıp, kefenlenmesi ve cenaze namazlarının kılınmasına kadar bütün yapılanlar Alevi olanlarla  olmayanlar arasında bir birinin aynısı olduğudur.

Yani Aleviler neyi, nasıl yapıyor veya yaşıyorsa, Alevi olmayanlar da onun aynısını, aynı şekilde yapmaktadırlar.

Günümüz Alevileri, hangi isimle anılırlarsa anılsınlar, XIII. yüzyılın sonlarında, yıkılmakta olan Selçuklu Devleti yerine yeni bir Türk Devleti kurma gayesi ile Ahmet YESEVİ Dergâhı tarafından gönderilmiş Sûfi’lerinden yolunu takip etmektedirler.

Yesevi Dergâhı’ndan Anadolu’ya gönderilmiş sûfilerin önderi, „Serçeşme“si Hünkar Hacı Bektaş Veli’dir.

Bugün hem köylü (Kızılbaşlar) arasında, hem de şehirli “Bektaşi“ler arasında uygulanan “Yol ve Erkân“ Ahmet Yesevi tarafından kurulan “Yol ve Erkan“dır.

Ahmet Yesevi’nin “Yol ve Erkân“ı “Fakirname“ adlı risalesinde yer almıştır. Bu risale Prof. Dr. Kemal Eraslan tarafından 1977 yılında Türkiye Türkçesine çevrilmiş ve yayımlanmıştır[5].

4 Kapı 40 Makam“ adı ile bilinen bu yol ve erkân üzerinde ilk küçük değişiklik Ahmet Yesevi’nin III. Halifesi Süleyman Hakim ATA tarafından yapılmış,  günümüzde uygulanan son şekil ise, Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin “Makalât“ adlı eserinde yeralmış olan “4 Kapı 40 Makam“ dır.

Küçük bir not:

Süleyman Hakim  ATA, şeyhi Ahmet YESEVİ’nin vefatı sonrasındaki III.Halifesi olduğu gibi, türbesi, Tokat il sınırları içinde olan, “Sırac“ olarak adlandırılan Kızılbaşların bağlı olduğu, “Hubyar“ köyünde medfun olup „Hubyar Veli“ olarak bilinen zâtın da babasıdır.

İşte bu  “yol ve erkân“la anlatılan uygulamanın terim olarak adı: TARİKAT’tır.

Tarikatların bilimsel alanını ifade eden din biliminin adı da TASAVVUF‘tur. Tasavvuf bilimsel ve gerçek anlamıyla da bu uygulamaların düşünsel ve felsefi boyutudur.

Tasavvufi derinliği olmayan tarikatlar, kurulduğu zaman ve mekanda kalarak kaybolup gitmişlerdir.

Günümüzde Kızılbaşların (Aleviler) Yol ve Erkânları‘nın, tarikatları yasaklamış olan 677 sayılı kanun sebebiyle „tarikat olmadığını söyledikleri“ de biliniyor.

KÖYLERİN BOŞALMASI VE ŞEHİRLERİN VEYA ŞEHİRLİLERİN KARŞILAŞTIKLARI SORUNLAR

Türk sosyal yapısı içinde köy ve köylü tarım ve hayvancıl

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!