Her ne kadar prensiplerimize saygılı kalmaya çalışsak da maalesef olmuyor… Günlük yazı sistemini Ct.-Pz.’a dönüştürdük ama çoğu zaman yetmediği gibi ihtiyaçta hâsıl oluyor… Ne kadar dirensek de görüldüğü üzere bir noktaya kadar… Büyük Üstat, Datçalı komşum şair-i azam Can Yücel‘in dedikleri aklıma geliyor… “Memlekette bu kadar iyi aile çocuğu varken , nasıl düzgün konuşabilirim“. Basın ahlak yasası gereği düzelterek yazdığım kısımları zihniniz de restore edebilirsiniz ama sadece zihniniz de… Hepinize merhabalar olsun, hafta sonundan bu yana iyisinizdir umarım… Genelde, umduğumun başıma gelmesi tek dayanağım…tekrar merhaba…
Yazmamak için çok direndiğim konularla bugün huzurlarınız da olacağım… Yahu bu konular da yazılmaz mı diyeceklere, herkesin balıklama daldığı, yandaş olan veya olmayanın neler yazacağının, yazıları okunmadan tahmin edildiği şeylere bende, mal bulmuş gibi saldırarak vaktinizi işgal etmek istemiyorum… Bu yüzden Lozan olayını es geçtim… Bu yüzden şu da gitti bu da geldi türündeki haberleri yazmıyorum. Benim sütunum, “Ölüm ilan sayfası” değil… Bu yüzden temmuz başındaki meşum olayların yıldönümüne değinmedim… Çok değer verdiğim sevgili kardeşim ve okuyucum Selahattin, İzmir’den aradı. Ona da anlattım. Mutabık kaldığımızı düşünüyorum… İçerde bize utanç verecek şeyleri kazımamak , yara kabuklarını kaldırmamak lazım… Eğer bu ülkede bir arada yaşayacaksak, güzellikler ortak değerimiz olmalı… Malûm zihniyete, kucaklaşarak gerekli cevaplar verilmeli… Bu arada madem girdik devamı düşüncelerimi de aktarayım… Alevi kardeşlerimiz başımızın tacıdır… Uzun süre kapalı devre yaşadıklarından, en katışıksız, Türk topluluğudurlar… Hz. Ali Efendimiz, bizim de hâk halifemizdir… Hz. Hasan ve Hüseyin, bizlere Peygamberimizin (SAS) emaneti, üzerlerine titrememiz gereken Ehl-i Beyt’ tir. Piri Hacı Bektaş Veli hazretleri , Şimdiki Türkistan, eski Yesi kentinden, Hoca Ahmet Yesevi ve Lokman-ı Parende Hz.lerinin, Anadolu’da (Sulucahöyük) görevlendirdiği nur kaynaklarımızdandır… Esas inanışı, Bektaşiliğe dayanan ve yeniçeri ocağının da Bektaşi olduğu devir, Yavuz Sultan Selim’in kutsal emanetleri İstanbul’a getirmesiyle son bulmaya başlamıştır… Konuya ansiklopedi yazılır ama şimdilik bu kadar… Arabistan dan getirilen ulemalar (Eb-u Suut Efendi gibi) biat karşılığı şu anlara kadar uzanan pisliklere duçar olmamıza sebep olmuşlardır… Türk adı silinmiş, Slav asıllı Kuyucu Murat gibi itler, Türk kafası kesmek ve kuyulara doldurmakla övünür olmuşlardır…
Yahu ben bunları yazmayacaktım… General Kalem Efendimiz aldı başını gitti. Bizde esir-i kulları olarak boynumuzu büktük…
Değerli okuyucular… Beceriksizlikleri asli işleri halini almış badem takımı, sonunda temmuz ayında bizleri 4. Dalgayla baş başa bıraktı… “Tedbirlerin bırakılması sebebiyle vaka sayıları artmıştır” diyen Koca acemi Sağlık Bakanı, her zaman olduğu gibi , icra makamı olduğunu unutarak, şikayetlerde bulunmuştur… Henüz dokuz günlük Bayram tatilinin bilançosu oluşmadı. Bunla birlikte kışa girmeden vakaların 50-60 bine bazı hocalara göre 100-150 bine ulaşabileceği ısrarla söylenmektedir… Çok tehlikeli Delta varyantının pik yaptığı Rusya’dan yalvarıp yakararak turist istedik. Onlar da yolladı, durum da ortada… Yandaş bademler iyi para kazandı, muhtemel kısıtlamalar da bize kaldı… Bence hiç vakit kaybetmeden derhal gerekirse gece yarısı bile beklenmeden, çıkarılacak kararnamelerle, üç aşısını da olmuş , her ikaza harfiyen uyan +65’e yasaklar başlatılmalıdır… Bu söz dinlemezleri içeri tıkmadan, işleri çözemeyiz… Dünya’da sadece bizim icat ettiğimiz bu yolla ne kadar başarılı olduğumuz herkesin malûmudur… Başka türlü aşı olmayan, maske takmayan hiyjene uymayan kimselerin sağlığını garanti edemeyiz bu kardeşlerimizi maazallah ateşe atarız…
Akşam haberleri dinlediğimiz de vatandaşlarımızın pandemi konusunda ne kadar duyarlı ve bilgili olduğunu görüyoruz… Kırıkkale’de biri (bayan demiyorum, diğer bayanlar tazminat davası açar) ısrarla maske takmıyor… Polisi ve etrafını azarlayarak, “Yaz cezamı, konuşma” diyor… Polis te cezasını yazarak aynı şekilde uzaklaşmasına göz yumuyor... Sorarım, 1050 lira ceza yazılması, bu yaratığın, hastalığı on, yirmi , otuz kişiye bulaştırmasını karşı gelebilir mi? Belki de ölecek insanların değeri bir yolla muhteşem beşlere gidecek 1050 lirayla çözülebilir mi?
Sayın okuyucularım… Her şeyi, aşağı yukarı herkes biliyor… Yapılan aşılar faz safhaları tamamlanmamış, acil kullanım kaydıyla yapılan, hele hele Kürtleri kısırlaştırmak için asla düşünülmemiş aşılar… Ne Sinovak’ın ne de Biontek’in böyle bir şey aklına bile gelmez… Normal çerçevede 3. Fazın 3-4 sene denenmesi, kontrol edilmesi lazım. Burada ayrı düştüğümüz bir şey yok… Yalnız ne biz ne de Dünyanın bu kadar bekleyecek vakti yok… Aşırı yağmur başlamış. Dere köprüyü zorluyor.
Ne yapmamız lazım… Ya hemen karşıya geçip muhtemelen canımızı kurtaracağız veya bir yapı denetim şirketini arayıp, sağlam raporu aldıktan sonra karşıya geçeceğiz… O zamana kadar sel köprüyü götürmez ise… Beyler, bütün Dünya aşılanıyor. Bunların hepsi salak ta başta Kürt Kardeşlerimiz olmak üzere diğerleri mi akıllı? Ben zora karşıyım ama kimse de benim sağlığımı riske edemez… O zaman tek seçenek kalıyor, bir araya gelmeyeceğiz… Bunun için yapılacak her uygulamayı da destekleyeceğim… Başta +65 olmak üzere daha sonra iki aşısını olmuş kimseler, en son da tek aşı yaptıranları , evler de hapsetmemiz lazım… Kardeşlerim, kimsenin “Yaz cezamı” deme lüksü yoktur… Mesela ben gelip, arabalarınıza balyozla saldırıp “Masrafı neyse öderim” diyemem. Yapılan işler bunlardan da beterdir. Canımızla alakalıdır. Hıfzıssıhha kanununa göre , tecrit gerektirir…
Daha başka konular da vardı ama sütunlar doldu. Belki yarına. Hepiniz Allah’a emanetsiniz. Hoşça kalın…