TDV’nin yayınladığı Kitapta son baskısını 2012 yılında yaptığı, 1991 yılında hakka yürümüş olan Doç Dr. Abdullah Aydemir’in “ İslami Kaynaklara Göre Peygamberler” kitabının 51. Sayfasında, Hz. Peygambere atfedilerek Hadis olduğu belirtilen bir metin vardır.
Kitap ilk yayınlandığında editör, yayıncı, TDV yayın kurulunda görevli olanlardan hiç kimse, yazarın tanıdıkları birisi oluşu sebebiyle bu kitabı okumamış. Bir tek hadis uzmanına, tarihçiye incelettirilmeden de yayınlandığı anlaşılmaktadır.
Kitap güya güvenilen kaynaklara dayanılarak yazılmıştır. Bu güvenilir kaynaklar içerisinde Türk düşmanlığı yapmış olanların olduğu hiç mi hiç yazarın aklına da gelmediği anlaşılmaktadır.
Kendisi de Ispartalı ve Türkmen olduğunu sandığım yazarın da içinde bulunduğu ilahiyatçılar da milli endişe taşımadıklarından her yazılanı doğru kabul ederek, bilimsel görünsün diye bulduğu her şeye kitabına almış olmasını da aklım almamaktadır.
Yazılanlar ne mi?
Bakın “İslami Kaynaklara Göre Peygamberler” adlı kitabın 51 sayfasındaki açıklamaya:
“Vahb İbni Münebbih’den rivayete göre; Sam İbni Nuh Araplarla, Fars ve Rumların atasıdır; Ham Sudanlıların; Yafes de Türk ve Ye’cüc ve Me’cuclerin atasıdır; Ye’cüc ve Me’cucler Türklerin amcalarının oğullarıdır.
Said İbni Müseyyeb’den aynı anlamda bir rivayet daha vardır: Nuh’un üç oğlu, onların da her birinin üçer oğlu vardır. Nuhun oğulları, Sam, Ham Yafes adlarında idi. Arap, Fars ve Rum Sam’ın oğulları olup her biri hayırlıdır. Yafes’in oğulları Türk, Saklep ve Ye’cüc ve Me’cüc olup, bunlardan iç birinde hayır yoktur. Ham’ın oğulları Kıpti ve Sudanlı ve Berberi’lerdir.”
Ham’ın oğulları hakkında da hiçbir açıklama bulunmuyor. Buradan da meselenin sadece Türklerin “hayırsızlığı”nı vurgulama amacı ortaya çıkıyor.
Kitapta bir üçüncü paragraf da var:
“Nuh(a.s) ve O’nun soyuyla ilgili çok zengin sayabileceğimiz rivayet ve haberlere malikiz. Yalnız konu ile ilgili merviyat (rivayetler) bir hayli gerçek dışı ve şüpheli şeyleri de ihtiva etmektedir. Bu arada Ehl-i Kitap’a ait olanlar da epeyce yekun tutmaktadır”.
“Vahb İbni Münebbih” ve “Said İbni Müseyyeb” kimdir, yaptıkları nakil kimden rivayet dilmektedir. Kitap “İslami kaynaklara göre” yapılmış bir çalışma dikkate alındığında, bu rivayetin Hz. Peygamber’den rivayet edildiği sonucuna varılabilir.
Türkiye Diyanet Vakfı, Diyanet İşleri Başkanı tarafından kurulmuş bir vakıf olduğu gibi, halen Başkanı Diyanet İşleri başkanı ve yöneticilerinin tamamı da Diyanet üst yöneticileri veya emeklileridir.
Bu kitapla ve yukarıya aldığımız satırlarla ilgili şikâyetin gelmediği de asla inandırıcı olamaz. Demek ki yayınlar konusunda ki, ilgisizlik ve vurdumduymazlık o kadar ileri boyutta ki, hiç bir şeyi önemsemiyorlar.
Nerede ise, her Cuma günü ülke genelinde camilerden toplanan yardım paraları ile hacca ve umreye giden Müslümanlardan elde edilen gelirler harcanırken de bu lakaydilikten söz etmemiz gerekiyor.
Gelir kaynaklarının tamamının milletin hayır ve hasenatına dayandığı bu kurumun diğer yayınlarında acaba neler var, sorusunu sormamızı da zorunlu hale getiriyor.
Bu satırların yazarı 2000 yılından bu tarafa çok ciddi bir mesele olmadıkça Diyanet ve Diyanet vakfı yayınlarını yanlışlarla karşılaşıp, huzurunu kaçırmamak için okumamaya ve alıp evine götürmemeye özen göstermektedir.
Kızılay’dan evime giderken yanıma oturan birisinin bu kitabı okuduğunu görüp, merakla açtığım ilk sayfasında bunları görünce kitabı edinme ihtiyacı duydum. Korktuğum başıma geldi. Uykularım kaçtı, son derece rahatsız oldum.
Şimdi meselenin özüne gelelim.
Doğu Roma ile İran, dünyanın en büyük iki devletiydiler. Peygamberliğin beşinci, yani Milâdın 613. yıllarında bu iki komşu ve rakib devlet, birbirleriyle kanlı bir savaşa girişmişlerdi.
Romalıların yenilgi haberi Mekke’ye ulaştığı zaman müşrikler sevinmiş ve Müslümanlara karşı onların yenilgisinden duydukları sevinci açığa vurmuşlar: "Siz ve Hıristiyanlar kitap ehlisiniz, biz ve Farslar (İranlılar) Kitapsızız; bizim kardeşlerimiz, sizin kardeşlerinizi tepelediler. Biz de sizi tepeleriz" demişlerdi.
Müslümanlar bu üzüntü içindeyken Kur’an’ın 30 suresi olan “Rum Suresi”nin ilk ayetleri nazil oldu.
2,3 ve 4. ayetlerde, Rumların yenildiğinden bahsedildikten sonra, “Gulibetü’r- Rûm” diye başlayan ayetle Romalıların (Anadolu’da yaşayanların) Farslara galip geleceğini bildiren ayetler geldi. Bu Mekkeli müşriklere karşı Müslümanlara güç ve moral vermişti.
Yani Allah’ın Kur’an’da yenileceklerini bildirdiği Farslarla Araplar ve Romalıların hayırlı, Türklerin de hayırsız olduklarına dair rivayet Hz. Peygamberden rivayet ediliyorsa, bu açıkça Hz. Peygambere isnat edilmiş bir iddiadır. Böyle bir hadisin Hz. Peygambere ait olmasından asla bahsedilemez.
O zaman Türklerle ilgili, hadis kitaplarındaki övücü sözlerle bunu nasıl bağdaştıracağız?
Neden mi?
Hz. Peygamber Allah’ın vahyine konu olmuş hiçbir konuda Vahye konu olan konularda, vahiy gelmeden önce de, sonra da asla ayetin beyanı hilafına beyanı olmadığı bütün İslam bilginlerinin ortak kanaatidir.
Hayırlı olan Doğu Romalılar ise, peygamberin “hayırlı” olarak bahsettikleri neden tarih sahnesinden silindi?
Bütün İslam Dünyası, İstanbul’un Fetihini niçin takdis etmeye devam ediyor?
Bu kitaptaki ifadeler, açıkça Türk düşmanlığını din kılıfına saklamış bir zavallının, kendini bilmezin uydurması olmalıdır.
İşin en hazin ve üzüntü veren yanı ise, Türkiye Diyanet Vakfı gibi önemli ve oturmuş bir hayır kurumunun, okumadan incelemeden 1991 yılından bu tarafa tekrar tekrar bastığı bir kitapta bu safsatanın yer almış olmasıdır.
Yayıcılardan bir tek kişinin bile bunu okumamış olması; okumuşsa bunun sıhhatini araştırmayarak tekrar tekrar basılmasını kim, nasıl veya neyle izah edecektir?