Her toplum, toplumsal barışı bozan bireylerine karşı kendini korur. Toplumun huzurunu bozanları etkisizleştirmeye, cezalandırmaya ve topluma yeniden kazandırmaya çalışır. Zindan, cezaevi veya hapishaneler bu işlevi yerine getirmekle görevlidir. Fars dilinden dilimize giren Zindan kelimesi, tutuklu veya hükümlülerin içine konulduğu kapalı yer, anlamına gelmektedir. Cezaevi, Arapça ceza ve Türkçe evi sözcüklerinden oluşan bir birleşik kelimedir. Hükümlülerin içinde tutuldukları yapı, hapishane, mahpushane, dam, kodes, mahbese cezaevi denir. Cezaevleri ne zaman ve nerede ortaya çıkmıştır? Bunun için cezaevinin tarihçesine bir göz atalım. Tarihi kaynaklardan görüldüğü gibi, hapis cezasının ilk olarak kilise hukukunda kabul edilmiş olup ilk cezaevleri manastırlarda kurulmuştur. İslamiyet’te ise Hz. Muhammed ve Ebubekir döneminde ayrıca bir cezaevinin bulunmadığı bilinmektedir. Suçlular Mescidi Şerif’in dehlizlerine kapatılmıştır. Kayda geçen ilk cezaevi 1596’da Amsterdam’da açılmıştır. XVI. yüzyıldan itibaren yapılan cezaevlerinde hücre sistemi uygulanmış olup, hücre kapıları müşterek bir koridora açılmıştır. Hücre, ya hücrenin dışarıya bakan pencerelerinden veya koridorun penceresinden gelen ışıkla aydınlatılmıştır. XVIII. yüzyılda ceza hukukunda suçluların lehinde bazı değişiklikler yapılması için çalışmalar başlatılmıştır. Bu girişimler sonucunda cezaevlerinin durumunda değişlikler yapılmış ve ıslah sistemine yenilikler getirilmiştir. Ama özgürlükten yoksun bırakan cezaların anlamı ve etkisi, suçların tekrarlanma oranının yüksekliği, mahkûmların düzenlediği ayaklanmalar ve gözeticilerin hoşnutsuzluğu nedeniyle yeniden tartışılır olmuştur.
Dönem, düzen ne olursa olsun zindanlar asla boş kalmamış, bazen hapishane koğuşları dolup taşmıştır. Haksızlıklara karşı çıkan, totaliter rejime boyun eğmeyen, teslim olmayanların ikinci evi olmuştur zindanlar. Bu yazıda Çarlık Rusya’sı, Stalin ve Mao zindanlarından söz edeceğiz. Hapishane duvarlarının diğer tarafında yaşananları bizzat hapsedilmiş olan insanların ağzından ilk kaynaktan öğreneceğiz.
Çarlık Rusya’sı Zindanları.
Hapishaneler, birçok roman, hikâye, yazı, film ve resimlere konu olmuştur. Fakat bunların en değerli olanları gerçek hayat hikâyelerinden yola çıkarak yapılanlar, yani ilk ağızdan yazılanlardır. 1552 yılında Kazan Hanlığı Korkunç İvan tarafından işgal edilmiş ve bölge halkı Rus esareti altına girmiştir. Ruslar, Rus olmayanları millet olarak yok etmek amacıyla zorla Hıristiyanlaştırma yoluyla Ruslaştırma siyasetini yürütmüştür. Hıristiyanlığı kabul etmeyenler zor şartlar altında yaşamak zorunda bırakılmış, bir kısmı hapishanelere atılmış, bazıları idam edilmiş, bazıları sürgüne gönderilmiştir. Rus siyasetine karşılık bölgede sıkça isyanlar meydana gelmiştir. XVIII. yüzyıl ortalarında Rus zulmü en doruk noktasına ulaşmıştır. 1755 yılında gerçekleşen Batırşa İsyanı, Rus baskısına karşı gerçekleşen en etkili ayaklanmalardan birisi olmuştur. Batırşa İsyanı kısa sürede bastırılmış, ayaklanmanın lideri Batırşa tutuklanmış ise de bu isyan, Rus Hükümeti’nin geri adım atmasına neden olmuştur. Gel zaman git zaman, XX. yüzyıl başlarına gelindiğinde de bölgedeki Türklerin ayaklanmalarından korkan Ruslar özellikle seçim dönemlerinde millet üzerinde etkili olan insanları zindanlara atarak kendilerince çözüm bulmuşlardır. O dönem milliyetçiliği ile öne çıkan isimlerden birisi de Tatar yazar Gayaz (Ayaz) İshaki’dir (1878–1954). İshaki nedensiz ha bire Çar zindanlarına atılmış, Arhangelsk ve Vologda vilayetlerinde sürgüne gönderilmiştir. Gayaz İshaki, 30 Ekim 1905 tarihinde Kazan’da şair Segıyt Remiyev’in (1880–1926) evinde tutuklanmış ve hapsedilmiştir. Kovuşturma açılmış, hapishaneye atılmış, sonra serbest bırakılmış, sonra tekrar hapsedilmiş ve 2 ay Çistay Hapishane’sinde kalmıştır. İshaki, hapishane düzeninin, tutuklu ve mahkûmlara yapılan kötü muamele ve işkencelerin canlı tanığı olmuş, bunları bizzat kendi yaşamıştır. Hapishanedeyken kaleme aldığı “Zindan” başlıklı romanında Çar hapishanelerinde yaşananları tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir. İshaki’nin bu romanı 1907 yılında Kazan’da İ.V.Yermolayev matbaasında yayımlanmıştır. Bilindiği üzere Gayaz İshaki, 1917 Ekim Devrimi’ni ve Bolşeviklerin iktidara gelişini kabullenememiştir. Bu nedenle 1919 yılında Uzak Doğu üzerinden Avrupa’ya gitmiş ve ömrünün kalan kısmını vatanından uzakta yurt dışında geçirmiştir. İshaki’nin eserleri Sovyet döneminde yasaklanmıştır. Ancak 1990’lı yılların başında İshaki’nin eserleri milletinin huzuruna tekrar çıkmıştır. Ben okuduğum dönemde okul programında İshaki yoktu, onun için İshaki’nin hayatı ve eserleriyle ancak üniversite yıllarında tanıştım. Gayaz İshaki’nin, roman, hikâye, oyun içeren “Zindan” başlıklı kitabı tekrar 1991 yılında 150 000 tirajla Kazan’da yayımlandı. Kitapta, Gayaz İshaki’nin 1907’de yazdığı “Zindan” romanı da vardır ki, kitabın adı da bu romandan ileri gelmektedir. Çarlık Rusya’sı zindanlarını ile ilk kez 1991’de İshaki’nin söz konusu romanından öğrendik. O zamana kadar Çar zindanları Tatar Edebiyatı’na konu olmamıştı. Bu roman bize ileride Çarlık Rusya’sı zindanları ile Stalin zindanlarını kıyaslamamıza ve aradaki uçurumu görmeye yardımcı olacaktır. Gayaz İshaki, hapishane hayatını detaylı bir şekilde kaleme almıştır. Bu eserden hapishane hücresi, Çar zindanlarındaki durumu, yazarın ruh halini öğreniyoruz. Yazar hapishane hücresini: “Bizim her tarafımızı araştırıp paralarımızı alıp, bir odaya götürüp kapattılar. Kapı açılır açılmaz köylerde kuzuların yattığı ağıllarda duyulan acı, ekşi pis koku paraşa (kamaralara konan lâzımlık) kokusu burnumuza hücum etti. Ben ister istemez hücreyi gözden geçirdim. Uzunluğu üç sajın (sajin, 2,13 metrelik uzunluk ölçüsü), genişliği beş arşın kadar büyükçe tek pencereli bir oda. Pencere altında bir duvardan öbür duvara kadar büyükçe bir seki (yatmak için konulan, oldukça büyük ve geniş tahta sedir) yerleştirilmiştir. Pencere de bir hayli büyük olduğundan gündüzleri karanlık olacak değildi. Biz girdiğimizde akşam olduğundan odayı aydınlatmak üzere takılmış elektrik lâmbası sıçan gözü kadar ışığı etrafa yayıyordu. Lâmbanın camı çevresinde örümcekler çok güzel yuva yapmışlardı. Böylece karanlık odada bu lâmba ancak tavana asılmış bir kor gibi görünüyordu…” şeklinde tasvir etmiştir. (İshaki 1979: 209). Çarlık Rusya’sı zindanlarında parası olanların yiyecek konusunda sıkıntı yaşamadığını da söylemek gerekir. İshaki, konuyla ilgili şunları yazmıştır: “Biz koridorda gezen bekçiden (para karşılığında) semaver ve yiyecek getirmesini rica ettik. Komşudan tanıdık sesler duyuldu. Semaver geldi. Tanıdık tutuklular bize yiyecekler yolladılar. Dünden beri yiyip içemediğimizden elmalar, peynirler ve beyaz ekmekler arka arkaya soframızdan silindi.” (İshaki 1979: 209). Parası olmayan tutuklu ve mahkûmların hapishane yemeği ile geçindiğini ve bu yemeklerin ağza alınmayacak kadar kötü olduğunu Gayaz İshaki şöyle tarif etmiştir: “Hapishane yemeklerinin kötülüğünü hapse girip çıkmayan insana anlatmak imkânsız olduğundan, yemeklerin kötülüğünü yazmak için deniz mürekkep, gökyüzü kâğıt olsa bile mümkün değildir, onlar (parasızlar, fakirler – R.K.) aç kalıyordu. Hapishanenin içme suyu hapishane kuyusundan alınıyordu. Bu su o kadar sert, o kadar koyuydu ki, bardağın çeyreği çamur dersen yalan olmaz.”[1] (İshakıy 1991: 54).
Hapishaneler insanlar için bir okul, hayat üniversitesidir. Hiçbir şey ebedi olmadığı gibi, hapis hayatının da geçici olduğunu Gayaz İshaki iyi bilmiştir. Onun için bardağın dolu tarafına bakmış, hapishane şartlarına alışarak durumu daha verimli hale getirmek için çaba harcamıştır. Yaradılışı gereği her şeyin iyi yanını görme eğiliminde olan İshaki, hapishanede polisler tarafından öldüresiye dövülmesine bile iyi tarafından bakmış ve kendine fayda sağladığını yazmıştır: “Bu dövme hadisesi bana iki türlü fayda sağladı. Birincisi, bu idarenin insanlarına tamamıyla itimadım kayboldu. İkincisi, bu dövme kan dolaşımımı kuvvetlendirdi. Beni ısıttı. Şu soğuk odada diriltti ve çok yordu. Çok geçmeden paltomu giyip, soğuk döşemenin üzerine yattım ve tatlı uykuya daldım.” (İshaki 1979: 213). Kötülükten iyimserlik arama genelde insanlara özgü bir özellik değildir, ancak İskaki’nin iyimserliği zor şartlarda hayatını kolaylaştıran bir olgu olmuştur. Yaşamasını bilen her yerde yaşar, derler. İshaki hapishaneye girmeyi bir nevi “sevinç” olarak algılamış ve şunları yazmıştır: “Gözümün önünde iki sevinç vardı: Biri tez günlerde hapse girmem. Biri de “Tañ”ın[2] devamı. Hapse girmekte olan sevincim hapsin çok keyifli yer olduğundan değil. Hapsin kötülüğünü, imrenilecek yer olmadığını çoktan biliyordum. Oraya girmemek için on bir aydır çardaktan bodruma, bodrumdan çardağa kaçıp dolaşmıştım. Hapsi sevinçli olarak görmenin sebebi, okumak fırsatı bulmak içindi. Son zamanlarda pek çok iş olduğundan gazeteden başka bir şey okuyamıyordum. Gazete okumayı da bırakamıyordum. Onun için hapishanede ister istemez (gazete men edildiğinden) başka şeyler, kitap okuyacaktım. Hapishanede kalmam gelecekteki çalışmalarım için çok istifadeli olacaktı… Bu karanlık, soğuk, rutubetli ve kokan odada bu sevinçli aydınlık düşünceleri aklımdan geçirip kalben rahatladım.” (İshaki 1979: 211).
Rus Hükümeti, insanları hapse atarak onlardan kurtulduğunu sanmış, fakat bu olaylar tam tersi “etkiye tepki” vermiştir. İshaki’nin düşüncesine göre de hapsetmeler toplumun bazı olayları kavramasına yardımcı olmuştur: “Çünkü onların tutuklanmasından kendilerine az çok zararı olsa bile, onların hapsedilmesi sayesinde halkın bilincinin artmasının yararı o zararın yüz katından fazla olmasında hiç kuşku yoktur… Onlar bu davranışlarıyla halkın hareketlenmesine, halkın kendini savunması için kendi dostları, arkadaşları ile birlikte olmaya çabalamasına, böylelikle, halkımızın doğru yola girmesine vesile olacaklardı. ” (İshakıy 1991: 44, 46).
Gayaz İshaki, hapse “siyasi suçlu” olarak atılmıştır. O hapse 10. siyasi suçlu olarak girdiğini yazmıştır. Siyasi suçlular arasında köy öğretmenleri, matbaa çalışanları, köy kâtibi, Duma (Parlamento) üyesi, molla gibi tahsilli insanlar olmuştur. İshaki tutuklandığında suçunun ne olduğunu bilmemiş, ona suçunu yaklaşık iki ay sonra 27 Aralık tarihinde söylemişlerdir: “Ben güya bizim köyün ihbarcısı olan (Şeyhi adında bir kişi) dalkavuğa ve henüz dünyaya gelememiş olan bir Muhammediyef adlı kimseye ‘revolüsyonerler’ partisine mensup olduğumu söylemişim. (Şu unutulmamalı ki, bu dünyada böyle bir parti yoktur.) Bu söz bir kimsenin, ‘Ben Kazan Hanı’nın kızını kaçırdım’ kabilinde yalancılığını veya aklından zorlu olduğunu gösteren bir uydurma sözden başka bir şey olmadığını belirtirdi. Böylece beni 129.maddeye göre suçlayıp hapse atacaklardı. Bunları okurken ben sadece gülüyordum. Kulağa yatacak bir tek söz bile yoktu.” (İshaki 1979: 215).
Gayaz İshaki, hapishanede geçirdiği bir Kurban Bayramı’ndan söz etmiştir. O birçok dostum var, onlar üzerinde emeğim de var, diye bayramda dostlarından bir tebrik beklemiştir. Fakat ne yazık ki, arkadaşları hapishanedeki dostlarını unutmuş, günlerini gün ederek bayramlarını kutlamıştır. “Düşenin dostu olmaz” misali dostları ile İshaki arasındaki kalın hapishane duvarları onları birbirinden uzaklaştırmıştır. Kara gün dostları, nedense ortaya çıkmamış, arkadaşlarını bu sıkıntılı günlerinde kaderi ve dertleri ile baş başa bırakmışlardır.
Gayaz İshaki “Zindan” romanının hatime kısmında hapishanelerle ilgili bir sonuç çıkarmıştır. Hapishanelerin o kadar korkunç bir yer olmadığını, zamanını ve zekânı doğru kullandığında insanlara büyük bir yarar sağladığını, bir okul olduğunu yazmıştır: “Hapishanede zamanının uykudan kalan kısmı boş olduğundan, çeşitli fenle meşgul olarak, epey malumatlarını artırıyorlar, hapishane onlar için bir nevi okul oluyor! Üstelik kendine dikkat ettiğinde, yeteri kadar yiyecek-içecek olduğunda hapishanede sağlığını da korumak mümkündür. Öyleyse, çok severek yaptığın bir işi, hapse atarlar korkusuyla yapmamak olur mu? Olmaz tabii ki!” (İshakıy 1991: 77). Yukarıda görüldüğü üzere hapishane Gayaz İshaki’dan hiçbir şey götürmemiş, aksine onu daha da olgunlaştırmış, hayata olan bakış açısının genişlemesine neden olmuştur. Çarlık Rusya’sı döneminde İshaki’nin yaşadıklarını milyonlar yaşamış, ama ne yazık ki büyük çoğunluk Çar zindanlarında hayata veda etmiştir.
[1] Metindeki tüm çeviriler tarafımdan yapılmıştır.
[2] Tañ (Tan) 1905 yılında Kazan’da yayımlanan gazetedir. 18 Mayıs 1906 tarihinden itibaren bu gazete, “Tañ Yoldızı” (Tan Yıldızı) adıyla yayımlanmıştır. (R. K.)