Bir zamanlar Kars’ta milli bayramlar halkın yoğun katılımıyla, coşkuyla kutlanırdı.
Eski belediye binasının önünden başlamak üzere, Atatürk caddesinin iki tarafı sabahın erken saatlerinden itibaren Karslılar tarafından doldurulurdu. Çocuğunu elinden tutan koşardı bayramın yapılacağı yere. Davul, zurna, akardiyon sesleriyle ahali kendinden geçerdi.
Okulların geçit töreninde herkes kendi çocuğunu ve yakınını görmek, ona el sallamak için yarışırdı. Okul müdürleri başları dik, sert adımlarla yürürlerdi okullarının önünde. Marşlar ve şiirler eşliğinde kahraman ordumuz geçince yer yerinden oynardı. Esnaf ellerinde bayraklarıyla alkış tutardı. Gece düzenlenen fener alayı bir karnavala dönüşürdü.
Kars’ta Son yıllarda bayram törenleri hükümet konağının önündeki tören alanında yapılıyor. Benim evimin cephesi de tören alanına doğrudur. Yapılan bütün törenleri buradan izleyebilmekteyiz.
Protokol için kurulan çadırda Vali, Belediye Başkanı ve Garnizon komutanının dışında birkaç daire müdürü yerlerini alır, halktan katılım olmaz. Protokol konuşmaları yapılır, birkaç öğrenci her bayramda okunan şiiri tekrar okur ve bayram sona erer.
En son 30 Ağustos zafer bayramı yapıldı, protokolün dışında kimse yoktu. Bayramın sönük geçmesi ertesi günkü mahalli gazetelerde eleştirildi.
Halkımızın milli bayramlarımıza ilgisi neden azalmıştır?
Milli bayramlarımızı, 23 Nisan,19 Mayıs,30 Ağustos ve 29 Ekim günlerinde kutlarız. Bu günlerin her biri, bugün üzerinde hür ve bağımsız yaşadığımız toprakların bize vatan yapılmasının önemli kilometre taşlarıdır. Tamamında ise Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün mührü vardır.
İşte asıl sorunda burada başlıyor. Konu Atatürk, Atatürkçülük, Cumhuriyet, Türk Milleti ve Milliyetçilik olunca artık eskiden olduğu gibi sahiplenmek yürek ister.
İnkâr etmenin hiç anlamı yok. Vatandaşlarımız artık ulu orta Atatürkçülükten, Cumhuriyetten ve Türklükten söz edememektedir. Başının derde girebileceğini düşünür. “Sen bu değerleri neden savunuyorsun?” diye suçlamıyorlar insanı, ona kılıf buluyorlar.
Atatürkçülük, Milliyetçilik ve Cumhuriyetçilik adeta suç olmuş, ayıp sayılmaktadır. Bu değerleri savunan insanların Bürokraside yükselme, iş dünyasında ayakta kalma şansları kalmamıştır. Bunların yerini falan cemaate, filan hoca efendiye bağlılık almıştır.
O çevrelerde boy gösterip köşeyi dönmek varken, Cumhuriyet kurulduğu günmüş, TBMM’si açılmış, düşman ülkeden kovulmuş kimin umurunda!
Silivri cezaevinde bir gardiyanın gazeteci Mustafa Balbay’a fısıltıyla “Ben de Atatürkçüyüm” dediğini gazetelerden okuduk. Aslında bu bilinmeyen bir durum değildir. Söz konusu gardiyan cesaret göstermiş, fısıltıyla da olsa bunu söyleyebilmiştir. Bugün fısıltıyla da olsa toplumda bunu söyleyebilecek kaç kişi var?
Sekiz yıldan beridir her vesileyle seksen yıllık Cumhuriyete “baskıcı, vesayetçi, katil, din düşmanı” Cumhuriyeti kuran kahramanlara “diktatör, Hitler”diye saldırılan bir ülkede onların eserlerine kim sahip çıkabilir?
İşte bu yüzden, artık halk bayramlara ilgi gösteremiyor. Başka istikamete yönlendiriliyor.
Silivri cezaevindeki gardiyan kardeşimi buradan selamlıyorum. O bilmelidir ki yalnız değildir. Ben De Atatürkçüyüm. Şimdilik iki kişi olduk. ”Ben de varım” diyenler, bayraklarını alıp, Cumhuriyet Bayramı ve Kars’ın Kurtuluşu törenlerine gelsinler. Coşkuyla kutlayalım. Kutlayalım ki Atatürk Yaşasın, Yaşasın Cumhuriyet.
NOT: Bu yazıyı, geçen yıl Cumhuriyet Bayramından iki gün önce yazmıştım. Bu yıl geçen yılı da arattı. Ne yazık ki bayrağımızı alıp koşacağımız bayram da kalmadı. Depremi fırsat bilip, bir taşla iki kuş vurdular; deniz feneri tutukluları tahliye, Cumhuriyet Bayramı tasfiye edildi.
Devlet erkânı aynı gün AKP’li Bakan Zafer Çağlayan’ın oğlunun düğününde buluştu, çelenkler sokağa taştı. Onların gözü aydın, halkımıza geçmiş olsun.