Ve Biz Büyüdük

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Biz, henüz okumayı yeni sökmüştük İstiklal  Marşımızı  ezberlediğimizde. Sonra Ata’mızın Gençliğe Hitabesini anlamaya çalıştığımızda. Bilmezdik bazı sözler yabancı gelirdi bize… Çok iyi öğretmenlerimiz vardı, sözcük sözcük, cümle cümle anlatıp, bir oya gibi işleyerek nakşederlerdi beynimize anlamadığımız her şeyi…

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın…Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

Biz daha okumayı yeni sökmüştük öğrendiğimizde vatan, bayrak,millet ne demekti …Uğrunda verilen mücadeleyi ,aç,çıplak silahsız,yoktan var olmayı…İyi öğretmenlerimiz vardı milli mücadeleyi anlatırken yaşatan, tüylerimiz diken diken olurken, gönlümüzü vatan aşkıyla dolduran.

Bastığın yerleri ‘toprak’ diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.

İyi öğretmenlerimiz vardı, yüreğindeki aşkı yüreğimize akıtan.Biz daha okumayı öğrenmeden öğrendik Atatürk’ümüzü, anasını, babasını, ne yaptığını, yurdumuzu nasıl kurtardığını…
Okumayı öğrenmeden öğrendik Allah’ımızı, kitabımızı, peygamberimizi.Daha çok küçüktük namazın beş vakit olduğunu, her vaktin kaç rekât olduğunu öğrendiğimizde, okunacak sûre ve duaları. Cemaat ve tarikatlar değil mahallemizin imamıydı öğretmenimiz…

Ne derviş isteriz, sahip, ne sultan,
Ne dert işimize gelir, ne derman.

Diyerek asla şeyhlik ve sultanlık davasında bulunmayan 13-14.y.y.ın ilk Türkçecilerinden olan Gülşehrî ‘den öğrendik halktan biri olmayı… 
Siz, Allah korkusuyla, günahla, ateşle, cehennemle korkuturken çocukları iyi öğretmenlerimiz bize; Allah sevgisini, cenneti, yalan söylememeyi, dürüstlüğü, iyi insan, iyi vatandaş olmayı öğrettiler. Toplamayı, çıkarmayı, çarpmayı öğrenirken öğrettiler tutumlu olmayı, aile bütçesini, aldığımız harçlığı süresine kadar idare etmeyi ve  ilk ekonomiyi…

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

İyi öğretmenlerimiz vardı, biz daha henüz öğrenmiştik okumayı yazmayı… Orhun anıtlarının resimleri vardı kitabımızda, Dede Korkut hikâyelerinden öğrendik;

Madem ki ben kağanınız oldum,
Ordumuzun kargıları demirden bir orman,
Gökyüzü otağımız ve güneş tuğumuz olacaktır

diye kükreyen Oğuz Kağan’ı(Mete), İlteriş (Kutluk) Kağan, Kapagan Kağan, Kül Tigin , Bögü Han ile Bilge Kağan ve Tonyokuk’u, Alpaslan’la, devam ederek
Karamanoğlu Mehmet Bey’i; Aşıkpaşa,  Süieyman Türkmani, Ahmet Gülşehri, Yunus Emre,  Karacaoğlan, Dadaloğlu, Pir Sultan Abdal, Mehmet Emin Yurdakul, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin’i(Ve ismini sayamadıklarımı…)
 Türk’e TÜRK gibi hizmet edenleri…

Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma’ bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

 Ve çok iyi öğretmenlerimiz vardı bizim; tarihimizi, soyumuzu, geleneklerimizi, törelerimizi öğreten… Büyüklerinize saygıda kusur etmeyin,küçüklerinizi sevin demeyi bilen…Özgür olmanın ve çocuk haklarının asla büyüğü ayakta dururken, gözünün içine baka baka oturmak olmadığını, yoksula ,hastaya düşküne yardım etmenin insan olmakla alâkalı olduğunu,’’Bir elin verdiğin öbür elin görmemesi gerektiğini’’,Ocak terbiyesinin çıkış noktasının aile ocağı olduğunu öğrettiler.

Ve biz BÜYÜDÜK! Ve onlar çok BÜYÜDÜLER!

Bizim aksimize, büyüdükçe küçülmeyi öğrenemeden…
Yazacak çok şey biriktirmişim meğer… Gırtlak kırk boğummuş ama sanırım sadece tek boğumunda biriktirdiklerim bunlar.
Şimdilerde Necip Fazıl Üstadın Sakarya Türküsü dilime dolanıyor. İyi öğretmenlerimiz taa o zaman öğretmişlerdi ‘’ İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;’’…’’ Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya, Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!’’
Sahi, şimdiki öğretmenler bu şiiri okuyup-okutturuyorlar mı?  Ya da içeriği değiştirilen Millî Eğitim Müfredatında bunların ne kadar yeri var?
Olsun!  Yine de yaşadığımız bu güne bir pencere açar belki, gelin; Hep birlikte yeniden, sindire sindire okuyalım.

Sakarya Türküsü
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya’nın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakarya’m, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..
 
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
 
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
 
Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
 
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kaf dağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, saf çocuğu, mâsum Anadolu’nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!
 
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..
 
(1949)
 
Necip Fazıl Kısakürek
 
 

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!