10 Temmuz gününden hepinizi sevgi ve saygıyla kucaklıyorum. Hani yeni yıl için söylenilen bir klasik vardır. Nasıl girerseniz öyle devam eder ve öyle çıkarsınız diye… Belki de bu yüzden, tüketim ve talep patlamalarıyla karşı karşıya kalırız… Hepinize merhabalar olsun…
Bir Temmuz başlar başlamaz, devlet sahtekârlığının net tavrıyla yüz yüze geldik… Emekli ve çalışanlara yapılacak, zaten ayarlanmış ve kuşa çevrilmiş hesaplamalara yeni devlet zamlarının dahil olmaması için çok ince bir ayar çekildi… 30 Haziran’da yapılsa, hesap içre olacak zamlar, bir gün sonraya Temmuz 1’e çekildi… Böylece yılbaşına kadar alınması gereken ücretler zam yerine yeni ve fahiş hükümet zamlarının girdabına atıldı. En soylu bakanımız olduğu şek ve şüphe götürmeyen Soylu Bakanımızın, alanı dışına çıkarak yaptığı “Temmuz’da öyle bir uçacağız ki, her zamanki gibi Avrupa çatır çatır çatlayacak” sözlerinin esasında “Uçmağa varacağız” anlamına geldiğini bir kere daha anladık… Sadece Saray’ın muaf tutulduğu tasarruf tedbirlerinin gizli kahramanlarının her zaman olduğu gibi ücretliler olduğu gene şamar gibi suratımızda patladı… Afrika ülke halklarını bile ayağa kaldıracak mesnetsiz zamlar karşısında halkımızın sessizliği, Avrupa’yı değil, bütün Dünyayı kıskandırmaktadır… Sadece başının çullanmasını yeterli görenlerin, kıçlarındaki açıklığın sürekli büyümesini ne zaman fark edecekleri ben dahil herkesin merakıdır… Her türlü alemin ehli kişilerin, her türlü haram ve günahla haşır neşir olduktan sonra, garsona “Etlerde domuz var mı?” gibi sorular sorması gibi, bizde her türlü yalan dolan vurgun talan sonrası, karımıza, kızımıza turbanı taktırarak bütün günahlardan arınıyoruz. Bu sistem köklü bir şekilde geleneklerimize yerleşti… Yani, yeni dinin tek şartı oldu. Onu ihmal etmezsen hiçbir şeyden etkilenmiyorsun ve bütün haramlardan ve günahlardan muaf oluyorsun…
Bu “uçacağız” laflarını bir ara Alamut Hâkimi Hasan Sabbah’ın müritlerine zerk ettiği haşhaş kökenli uyuşturucuya benzetiyorum… Her zaman işe yarıyor ve tam netice veriyor… Her neyse, hiç iyi bir şeyler de olmuyor mu diyenlere de bir iki kelâmımız var… Bütün bu kokuşmuşluğumuzun üzerine Emine Hanımefendi Hazretleri her zamanki gibi, güneş misali doğuyor… Siirt’in Arap asilzadelerinden olan müstesna değerimizin hangi tahsili yaptığını inanım ki bilmiyorum. Ama “Siirt’te Oksfort vardı da biz mi gitmedik” dediğini duyar gibiyim… 2028 Haziranını dört gözle bekliyoruz. Tabii ki beklediğimiz sadece herhangi bir tarih değil. İnşallah, Hanımefendi Hazretleri’nin on seneliğine CB.’lığı adaylığını dört gözle bekliyoruz… Her ne kadar sevgili eşleri de olsa, kocalar da biraz kıskançlık vardır… Bu yüzden tavsiyelerini hayata geçirememesi normaldir… Peki ne idi bu olağanüstü tavsiyeler… “Alışverişe giderken liste yapın” diyorlar… Böylece hesapta olmayan, görsellikle alakalı istekleri frenlemiş olacaklar… “Evet ama yetmez” her zincir marketin girişine bir görevli konmalı. Bu görevliler, HES kodu ve alışveriş listesi kontrolü yapmalı. Listesi olmayanlar kesin olarak içeri alınmamalı… Ayrıyeten, aile hekimlerinin sürekli hastalıklar sebebiyle yenmesini yasakladığı malzemeler de, kasada da otomatik olarak devre dışı kalmalı… Sonra porsiyonların küçültülmesi olayı… Acaba şu ana kadar, hangi uluslararası diyetisyenlerin aklına gelebilmiş… İnanın, ben dahil kimse bin yıl düşünse böyle bir çare bulamaz… Bir Türk Milliyetçisi olarak ne kadar üzgünüm bilemezsiniz… Bu Hanımefendi keşke Türk olsaydı, böylece gururumuz iki kat artardı… Böyle süper ve siyasi geleceği parlak bir hanımefendiye de uygun bir isim (lakâp) lazım. Yalnız bu işi sakın kocasına bırakmayın… Turkovak’taki durum gibi bir şeyler yapar, mesela “Emita” der, yanarız vallahi…
Bu arada Kastamonu günleri çok müstesna geçiyor. İnanın burası bir dünya cenneti. Olayı sadece şehir merkezi olarak düşünmeyim. Onun çok ötesinde şeyler var. Siz hiç Cide’ye gittiniz mi? Orada denize girip, akşam güneşin batışını seyrettiniz mi? Eğer yapmadıysanız büyük ve telafi edilemez bir kayıp içindesiniz demektir… Kimi gezginlere göre burası, bu konuda dünyada ilk üç içinde… Mevsimi kısa olmasa Cide Plajı, Antalya veya Bodrum’dakilerden aşağı değil… Kestane Ormanları içindeki Doğanyurt ve İnebolu… Kurtuluş Savaş’ımızın kağnı trafiğinin merkezi… Düşmana atılan her kurşuna imza atmış harikulade bir ilçemiz… Bir enişteleri olarak, bu güzel beldeyi sık sık gündemime taşıyacağım. Bunu sadece hizmet için yapıyorum. Yoksa; olayın Kastamonu mafyasının çanta çanta para yollamasıyla en ufak bir alakası yok… Bura insanı, Karadeniz ve Orta Anadolu insanının harmanlanmış örneği… Zaman zaman ilginç olaylarla da karşılaşıyoruz… Geçen gün biz pastırmalı ekmek, kayınvalidede banduma yerken, garsonlar etrafımızı sardı. Arabadaki “Basın Plakası“nın tesiri olmuş olsa gerek, herkesin soruları birikmiş… Bir tanesi “Abi Serenay Sarıkaya, bugün hangi plajda denize girecek?” diye sordu… Bak kardeşim. Allah’ tan etrafımızda, ecnebi gavurlarından kimse yok… Evvela “Plaj” değil “Beach”. Serenay Kardeş’ imiz her an her yerde görülebilir… Ama asla bir plajda değil. O hangi “Beach” te görünecekse, basına bilgi verir ve orada resimler çekilir. Altına herkes istediğini yazabilir… Kimisi yorgunluk çıkardı, kimisi ayrılık dedikodularını unutmak için kendisini mavi sulara attı gibi serbest yazılar yazabilir böylece değerli halkımız da hakkı olan haberi öğrenir dedim… Bir başkası atıldı, “Abi Fahriye Evcen, hangi AVM leri tercih ediyor? Dün nerelerden alışveriş yaptı?” gibi sorular yöneltti… Bir kâğıt toplayıcı çocuk arkalardan koşarak geldi “Abem, Meryem Uzerli, film çekimleri için Almanya’dan ne zaman gelecek?” dedi… “Niye bu kadar merak ediyorsunuz?” dediğim de, “Herkesten önce haber alıp arkadaşlarımıza hava atmak istiyoruz” dediler… Bizler de; Türkiye’nin bu kadar çok temel ve hayati meselesi varken, magazin basınının bu haberleri niye yaptığını anlamış olduk…
“Leyleğin ömrü lak lakla geçer” madundan, yeryüzüne dönelim de iş çığırından çıktı. En iyisi daha fazla cıvıtmadan veda…
Hepiniz Allah’a emanetsiniz. Hoşça kalınız…