İşin ustasına, konu hakkında akıl vermeye ya da yol göstermeye kalkarsanız komik duruma düşersiniz. Yani, “Tereciye tere satılmaz.” Üstelik birde akıl verdiğiniz konu ile ilgili karne notunuz, bu konuyla ilgili siyasi çizginiz zayıflarla doluysa. Derler ki adama, “sus bari de, seni milliyetçi sansınlar”.
Peki, çırak olmadan ustalığa soyunan bu kişi kim?
Sözde ‘Yeni Türkiye’nin dış siyasetinin fikir babası ve mimarı olan CB Erdoğan’ın yıllarca dış siyaset başdanışmanlığını yapmış, son olarak da Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Sayın Ahmet Davutoğlu. Dış siyasette ki sorunlarımız, özellikle komşu ülkelerle olan ilişkilerimiz ve çıkmazlarımız ortadadır. Uygulanan iç siyasetin, insanımızın devlet ve milletine olan bağlılığına verdiği zarar ve bölünmezliğimizin getirildiği nokta da ortadadır. Ya niyetler kötü, ya bilgi eksik…
Dilim döndüğünce, bilgim ve yüreğimle ve de öğretmen kimliğimle bir nebze eksikliği gidermek amacıyla bu yazımı kaleme aldım… Her harfim helal olsun.
“Türk Milliyetçiliği, Türk milletine karşı beslenen derin sevgi, bağlılık duygusunun, müşterek bir tarih ve müşterek hedeflere yönelme şuurunun ifadesidir.”
(Başbuğ Alparslan Türkeş)
İnsanlar dünya üzerinde topluluklar halinde yaşarlar. Bu toplu yaşamın farklı boyutlara ve farklı tanımlara sahip kimlikleri vardır: akrabalık ve memleketlilik gibi… Aralarındaki en temel, en kapsayıcı, en kuvvetli, en uzun ömürlü ve tarihi en çok etkileyen kimlik “millet”tir.
Milletin çeşitli bakış açılarınca şekillenmiş pek çok tanımı mevcuttur. Kimine göre millet, doğal, ezeli ve ebedidir. Primordializm olarak adlandırılan bu bakışa göre, milletin ortaya çıkışında ortak soy, mazi ve dil unsuru çok önemlidir. Hans Kohn, milletlerin bireylere doğuştan verilen, kalıcı ve değişmez bir kimliği olduğunu söyler. Tarih sahnesinin baş aktörü olan milletler, kültürel farklılıkları sayesinde kolayca ayırt edilebilirler.
Kimine göre ise millet, tarihin bir döneminde “inşa edilmiş”, sonradan tanımlanmış bir birimdir. Modernist millet tanımında millet, Sanayi Devrimi ve kapitalistleşme sürecinin bir ürünü olup, ulus-devletin ortaya çıkışıyla eşzamanlıdır. Örneğin Ernest Gellner’e göre, milleti oluşturan milliyetçiliktir. Yani önce milliyetçi duygular oluşmuş ve bu ideolojinin mensupları “millet”i oluşturmuşlardır. Milleti siyasi bir birim haline getiren ise, devlet arayışı olmuştur. Milliyetçiler, devlet kurma istekleri sayesinde toplumlarına “millet” şuuru aşılamışlardır.
Kimi düşünürler de milletin oluşumu meselesinde, gönüllülük esası üzerinde dururlar. Bu esasa göre millet, insanların gönüllü olarak girdikleri siyasi ve özgür bir birliktir. Örneğin Ernest Renan, “Millet, her gün yenilenen bir plebisittir (referandumdur).” diyerek hem bireyin rızasına hem de milletin yeniden inşa edilebilir bir “varlık” olduğuna dikkat çeker. Renan’dan etkilenen Benedict Anderson ise, “Hayali Cemaatler” adlı eserinde milletin, o milletin parçası oluğuna inanan insanların bir hayali olduğunu ileri sürer. Diğer bir deyişle, millet onun varlığına inanan insanlar olduğu sürece vardır.
Başbuğumuz Alparslan Türkeş’in tanımıyla millet, “Müşterek bir tarihten gelen ve müşterek bir tarih şuuruna sahip bulunan, aynı dine mensup, aynı kültürle yoğrulmuş, aynı devleti kurmuş, yaşatmış ve bugün de aynı devletin sahibi ve bayrağı altında ve sınırları içinde yaşayan insan topluluğu”dur.
Elbette biz milliyetçilere göre, millet gerçek, doğal, ezeli ve ebedidir. Kendi fikriyatımız doğrultusunda ortak bir tanım arayacak olursak, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “ millet, dil, kültür ve mefkûre birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyasi içtimai heyettir.” tanımını kullanabiliriz. Öyle ya da böyle millet tanımında kullanılan genel-geçer unsurlar ise şunlardır: soy, dil, din, tarih, toprak, kültür, ortak duygular, ortak hedefler ve birlikte yaşama isteği…
(“Başbakana Milliyetçilik Dersi” devam edecektir!)
H. Nurcan Yazıcı
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı