Gözlerimizin önünde ve hatta gözlerimizin içine baka baka talan ettiler güzelim memleketimizi. Birçok devlet kurumunu üçe-peşe yabancı sermayeye peşkeş çektikleri yetmiyormuş gibi, bir de tüyü bitmemiş onlarca yetimin hakkını gasp edip ceplerine doldurdular… Şairin de dediği gibi: “Allahın on pulunu bekleye dururken on kul, kuzulara şah olan kurtlar; Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pulu” münasip görüp, devletin içini boşalttılar… Kim mi bunlar? –Bunlar her seçim sandıklara gidip kendi ellerimizle, kendi vicdanlarımızla iktidar yaptığımız muktedirler!..
"Baş bozuk, baştan bozuk."
Peki tüm bunlar apaçık yaşanırken biz ne yaptık, yani bizim hiç mi kabahatimiz olmadı?..Ki, kamuoyu hareket eden, konuşan ve konuşturandır. Toplumun genel kanaatlerini, düşünce ve bakış açılarını ifade eder… İyi bir denetleyici oldukları kadar iyi de bir destekçidirler de.
İktidar ve siyasi partiler daha verimli ve hatasız olmak için, her zaman kamuoyunun desteğine ve eleştirisine ihtiyaç duyarlar. Bu denetim mekanizması demokratik bir zeminde işlemediği zamanda da sonuç maalesef kaçınılmaz -hüsran- olur. İşte ülkemizde gerçekleşen vukularda tam da bu niteliktedir. Yani bu sessizlik ve vurdumduymazlık hiç de hayra alamet bir iş değildir…
Buyurun, tarihi vesikalardan kendimize bir pay çıkartalım:
Kanuni Sultan Süleyman, en yüksek duruma getirmiş olduğu devletin akıbetini hayal eder, günün birinde Osmanoğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı diye derin derin düşünmeye başlar…
Bu gibi soruları çoğu zaman, Trabzon vilayetinde sütkardeşi olmuş olan meşhur âlim Beşiktaşlı Yahya Efendi‘ye sorduğundan, bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahya Efendiye gönderir… Şöyle der sultan mektubunda:
“Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün olurda izmihlale uğrar mı?..”
Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahya Efendi’nin cevabı bir bakıma çok kısadır ve içinden çıkılmaz bir hal alır: “Neme lazım be Sultanım!”
Topkapı Sarayında bu cevabı hayretle okuyan Sultan, bir mana veremez..
Yahya Efendi gibi bir zatın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez.
Söylenmeye başlar:
“Acaba bilmediğimiz bir mana mı vardır bu cevapta?”
Nihayet kalkar, Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergahına gider. Sitem dolu sorusunu tekrar sorar:
“Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!” Yahya efendi duraklar:
“Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşünmüş ve kanaatimi de açıkça arz etmiştim.”
“İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece ‘neme lazım be sultanım’ demişsiniz. Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi bir anlam çıkarıyorum.”
“Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şayi olsa, işitenler de neme lazım, deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir….”
Lafı fazla uzatıp, eğip bükmeye hiç gerek yoktur. Eğer sahiden bu memleket bizimdir diyorsak; bu topraklarda sömürülmeden, özgürce yaşamayı hak ediyorsak şayet, bir an önce harekete geçmek mecburiyetindeyiz. Neme lazımcı değil, hürriyet tutkunu gerçek bir birey gibi davranıp, bu çarpık düzene, bu talancı-vurguncu tiplemelere dur demenin, irademizi ortaya koymanın şimdi tam vaktidir!..
H. Nurcan Yazıcı
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı