Batı kadınlarımızı markalarla(moda adı altında) şekillendirirken, sanıldığı gibi bunu sadece dış görünüşümüzü biçimlendirmekle bırakmıyor.
ABD ilerleme raporları ve demokratikleşme adı altında hazırlanan bazı projelerle kadınlarımızın, iç ve dış dünyayı algılayışına etki edilerek, öz değerlerine olan bakış açıları değiştiriliyor. Emperyalizm ve kapitalizm, kadınlarımızı töresinden ve ‘Türk’ kimliğinden uzaklaştırırken, kendisine başyardımcı olarak da (kadına en rahat ulaşan) medya ve bazı sivil toplum örgütlerini kullanıyor.
Ev hanımlarımızın TV’lerin eğitim(siz)ine terk edilmesi, oralarda çözüm olarak sunulan her şeyin de onları toplumunun dışında başka alanlara sürüklemesi, çalışan kadınlarımıza ise kendi sorunlarıyla ilgili sunulan çözümlerin, “anneliği ve eşliği terk etmesi” yolunda olabilmesi, Batı’nın sözde medeniyetleştirme projesi kapsamında üzerimizde oynadığı oyunların bir parçasıdır…
Batı, bütün bu çalışmaları esnasında, engel olarak gördüğü Türk’ün inanç ve töre’sini, ‘Türk’ün değerler halkasından çıkartmaya çalışırken, özellikle ‘töre’ kavramını cinayet tanımlamasının içine almayı başarmış görünüyor.
Dolayısıyla bütün bunlarla kadınımıza, yeni bir imaj çizilmekte, hatta yeni bir kimlik edindirilmektedir. Batı biliyor ki, kadınımın değersizleştirilmesi(!), toplumuna yabancı hale getirilmesi sonucunda ‘Türk’ aile çatısı yıkılacak. Bir sonra ki adımla da, ‘Türk ve töresi’ haçlı zihniyetine teslim edilecektir.
Öz eleştiri yaparsak, Türk kadını, geçmişten günümüze (Türk’lüğü ve İslam inancı ile) kazandığı değer(ler)ini ve de saygınlığını unutursa, işte böyle bir dönüştürme projesi içinde, kendini bilmez bir zibidinin dahi hakaretine uğrayabilecek, hadsizliklerin muhatabı olabilecektir.
‘Bugün ne giysem’ yarışma programında kadına yapılan hadsizliğe, kadınlarımızın jüri denilen bir güruh karşısında ezik bir duruş içinde beğenilmeyi beklemelerine, ara ara gururlarının kırılacağı noktasına kadar varan ağır eleştirilere rağmen sus-pus durmalarına çok da şaşırmadım. Bu duruşlar hiç de yabancı gelmedi bana. (Çünkü sosyal hayat içinde, ‘kadınlara ait’ bu tür resimlerden fazlasıyla mevcut.)
Ölüsüyle, dirisiyle her fırsatta yok sayılan Türk kadınının, bu sefer yetmiş milyon(!)’un önünde (hem de Nene Hatun üzerinden) hakarete uğraması, kolay hazmedilecek bir olay değildir elbette.
Türk kadınına model olarak batılı kadınları seçip dayatanlardan, tarihini bilemeyecek kadar eksik etek(!) olan, (Bugün Ne Giysem’in) jüri üyesi ‘Hakan Akkaya’nın adlı adamın(!), yarışmacı kadına yönelik: “Buraya Nene Hatun gibi gelemezsin” sözü, değil midir ki kadının yalnızlığını bir kez daha göz önüne getirmiştir…
Büyüklerimiz boşuna dememiş, “Bir musibet bir nasihatten iyidir.” diye. Bu olayla nerdeyse unutulmuş değerimiz olan Nene Hatun’umuza, onun Türk yüreğine, daha sonra da, ‘Hatun’ kadınlarımıza sahip çıktık. Sahip çıkmaktan öte, bazıları nihayet, ‘sahi bu Milliyetçi kadınlar ne yer ne içerler’ diye sorabildi. Hatta ol(a)madıkları her yerde, kadınlarımızı aramaya başladılar.
Onlar aramaya devam ede dursunlar, ben onları H.Nihal Atsız Hoca’nın sözlerinin rehberliğinde, özlenen, olması istenen eş ve eşitliğe(kadına) ulaştırmak isterim. Atsız der ki: “Her sosyal yapı, kadın ve erkek dediğimiz iki cinsin birbirini tamamlamasıyla var olmuş bir bütündür. Tek başlarına düşünülemeyen bu bireyler, birlikte yaratıcı bir güç kazanırlar. Erkek, kadınla beraberken daha bahadır, daha erdemli ve daha bilge olmak zorunluluğunu duyar. Kadın da bir erkekle birlik olunca daha soylu, daha ince ve daha içlidir.” Eyvallah.