Bana sorarsanız ülkemizde tek gündem var; o da yetkililerimizin stratejik derinliklerinde boğulup, Suriye duvarına toslamış dış politikamız…
Ama birilerinin şeytanı öyle çok çalışıyor ki, gün geçmiyor Türk Milleti’nin önüne bir başka konu atılıyor. Haftalar önce Hatay Dörtyol Emniyet Amirliği’nde yaşanan ve basına bu günlerde düşürülen son resim, yürekleri ezecek, dilleri çözecek tarzda(Bu arada yazımı hazırlarken, henüz iki sene daha olmasına karşın, “suni cumhurbaşkanlığı” kavgası başlatıldı bile. Abdullah Gül mü, Tayyip Erdoğan mı? Yine sonucu belli bir tartışmanın içine düşürüldük.). Sahi asıl gündemimiz neydi?
Elbette, ortaya gelen bu fotoğraf kabul edilebilir gibi değildi. Uzun zamandır bu kurumumuzla ilgili bazı kaygılar da eklenince; polisin cemaatçiliğinden tutun da, malum yakıştırmalarla beraber, siyasete yalakalığına kadar her şey yazılıp çizilmeye başladı. Ki, kimisi polislerimizi mağdur bulurken, kimisi de gurusuz ve onursuz gibi yakıştırmalar yaptı.
Ne gördünüz orada; kendini ifade edemeyen, birileri tarafından kurgulanmış(!) teşkilat mı?
Zaten onları hizaya getirenlerde, kurgulayanlar da değil mi ki, polislerimizi zaafları olan, duyarsız, kimliksiz bir duruma düşürenlerdir. Polisimiz hiç bir dönemde, üstelik iktidar eliyle bu kadar itibarsızlaştırma tuzaklarına düşürülmemişti.
Gerçi, son yıllarda hangi devlet kurumu eski saygınlığında ki? Askerinden doktoruna, eczacısından öğretmenine kadar durum hep aynı … Hepsi mağdur, aynı zamanda da potansiyel suçlu. Kısacası halkın yüreğindeki yerleri hiç de eskisi gibi değil.
İyide yer yer suçladığımız, acıdığımız bu insanlar kim? Bizim çocuklarımız değil mi?
Biz toplum olarak bir yerleri suçlarken, “baştan ayağa” önce kendimizi bir sorgulasak, iyi olmaz mı?
Ta evlerimizden itibaren, eğitim sistemine ve de siyasetin yapılış biçimine kadar kendimizi bir hizaya çeksek, doğru olmaz mı? Çocuklarımızı yetiştirirken ortamına göre davranması, kişisel menfaatini önde tutması terbiyesini veren biz değil miyiz? Bir insan onurlu gururlu olmayı daha evinin eşiğinde öğrenememişse, başka kapılarda ondan şahsiyetli olmasını beklemek asıl bizim samimiyetsizliğimiz ve ikiyüzlülüğümüz değil midir? Kısacası, hepimiz sisteme uymuş vaziyetteyiz. Söyleyeceğim o ki, balığımız baştan kokmuyor, hepten gitmiş!..
Peki ne bekliyorduk? Ellerinde numara yazılmış kâğıtlar yerine, istifa dilekçeleri ile poz veren polis memurları mı? "Polisler istifa etseydiler” diye ahkâm kesenler; o insanların bakmak zorunda kaldıkları ailesi olabileceğini de düşünmüyorlar mı? Ve aynı polislerin geleceklerinin bir kişinin(!) iki dudağı arasında olduğunu bilmiyorlar mı? Bir kurumu ele alırken düşünmemiz gereken sadece iktidarın bozuk zihniyeti ve devleti güçsüz bırakmak adına kurumları kullanıma açık hale getirmesi değildir. Memurlarımızın yüzlerine bakıp, çaresizliklerini ve çalışma şartlarının onları nasıl kul(!) yaptığını da iyi gözlememiz gerekmektedir.
İnsanların inançlarıyla aldatıldığı, iktidar referanslarına sahip olmayanların ekmeksiz kaldığı bir dönemde, polisten ne bekliyorsunuz? Dindarlığın referans, insanlar arasında değer belirleyici olarak öne çıkarılması olayı sadece emniyet teşkilatında mı yaşanıyor sanıyorsunuz? Acaba devletin başka başka kurumlarında medyaya yansımayan neler yaşanıyordur diye hiç düşündünüz mü?
Siyasilerin türlü baskılarına karşın ayakta durmaya çalışan polislerimizden birisi dert yanarken şunları söylüyordu: “Neredeyse her cuma hiçbir geçerli açıklama yapılmadan il içi tayinle yerlerimiz değiştiriliyor. Durumuna ve duruşuna göre olmadı tayin için ‘rüşvetçi ve tacizci… gibi’ bahaneler bile kullanılıyor. Elbette dik durmaya haklılığını orta koymaya çalışanlarımız da var. Onlarda fazla diklenirse karsılaştıkları durum şu: Kendine haritadan yer beğen!”(Nitekim başarılı bir şekilde KCK operasyonun gerçekleştiren Terörle Mücadele polislerimizin şimdi nerede olduğu, hangi göreve indirildikleri ortada.)
Bunun dışında, duruma ve ortama yaranma çabasında olanlar da çok. Mesela, vazifesini ihmal ederek, inancını resmetmek adına; resmi arabayı kıbleye çevirip namaz kılan ayağı mestli polislerimiz de var. Ve yahut devletin ona verdiği yetkiyi, kendi erki gibi kullanıp; ‘astığım astık, kestiğim kestik’ modunda gezende. Ve elbette, midesi ve terfisi için siyasiye kulluk yapan, onlarla alışveriş içinde olanı da…
“Kısacası başımızda, kuyruğumuzda aynı kokudan nasipli…”