Batı önce ismini koydu(Ortadoğu), ardından sınırlarını çizdi. Daha sonra da bu sınırları güncellemek(asıl düşüncelerini perdelemek) niyetiyle ‘kendi geleceğini kendin belirle, çağdaşlaş ya da demokrasi açılımı yap’ gibi, ‘kapitalizm ve emperyalizmin son dönemdeki en çığırtkan fakat kerameti kendinden makul jargon ve mazeretleri’yle, ‘Ortadoğu’ topraklarında hep var oldu(Nil’den Fırat’a, Yahudi sınırları çizilene kadar da var olabilme hayaliyle)…
Bakıyorum da, Suriye ile yatıp kalksak bile yine de bölge de ki gelişmelere yetişmek mümkün değil… Söylemler ve saf değiştirmeler öyle hızlı ilerliyor ki… Aslında bize hızlı gelen bu gelişmeler, AB(D) ve İsrail için yavaş bile sayılabilir(1920-2012). Gelinen noktada, ABD ve Rusya’nın bu bölgede daha işinin bitmediği görülüyor. Fakat bölgeye konuşlandırdıkları adamları(Irak’ta Barzani, Türkiye’de bu akıl!) sayesinde kalan parçalarda tez zamanda yerine konacaktır.
Bölge siyasetinde, taşlar bir türlü yerine oturmadığı için ciddi gelgitler yaşanıyor; daha yakın zaman da başbakanımızın(tarihte yaşanılanları unutup), Esad ailesiyle verdiği mutluluk pozları; özellikle de son 50 yıldır bitmek bilmeyen Suriye-Türkiye gerilimlerinin “hükümet tarafından” göz ardı edilişini bir seyirci edasıyla izleyen milletimiz de aynı gelgitlerden nasibini alıyor… 1957’den bu yana devam eden Türkiye-Suriye bunalımlı ilişkisinde, Hatay Sorunu ve 1960’lı yıllarda başlayan ‘Su Sorunu’, sonrasında, Suriye’nin terör örgütlerine hamilik yapması; Ermeni gizli terör örgütü ‘ASALA’ ya verdiği destek, 1978 yılında Türkiye’den Şam’a kaçan Abdullah Öcalan’a ve PKK’ya yaptığı ev sahipliği unutulmamalıydı.
İktidarımız tarafından ortaya konulan “sıfır sorun” komşu ilişkileri; aile sohbetleri(geyik) şeklinde değil de, ciddi stratejik planlar doğrultusunda ilerlemeliydi. İyi de, bütün bu olaylar karşısında ne düşüneceğini şaşıran Türk Millet’i ne yapsın? Senelerce BOP’un adına alıştırılan, BOP eş başkanı tarafından yönetilen Türk Millet’i, bir anda ‘Arap Baharı’ rüzgârıyla şaşkına döndü… Şaşkınlığının sebebi tabi ki çöl rüzgârı(!) zannedip ısınacağını düşündüğü, sonra da yaşananlarla ‘buz kestiği’ bahar rüzgârı değildi elbet. Şaşırdığı BOP’un yeni bir ambalaja koyulup, farklı bir takma adla allanıp-pullanmasıydı.
Türk Millet’i üzgün, gelişmelere çok endişeli ve de olaylara hal-i hazırda hala seyirci konumunda… Ülkeyi yönetenleri ise sadece kendi bakış açıları ve verilen görevleri çerçevesinde, mehteran takımı edasıyla, bir ileri-iki geri pozisyonunda…
Düşünün daha dün, “Suriyeli Kürt gençlerini, Suriye’deki Kürt bölgesini korumak için biz eğittik” diyebilen İsrail’in bölge temsilcisi Mesud Barzani’yi, İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda üstelik kırmızı halılarla ağırlamışız. Bir tarafta Suriye’ye had bildirme demeçleri verirken diğer taraftan da sınırlarımızı, ‘PKK’ bayraklarına teslim etmişiz. ‘Suriyeli sığınmacıların’, Türk bayrağını gönderden indirip, Türkmenler gelmesin diye Türk polisini rehin almasını yutkunarak seyretmişiz… Sessiz sakin uslu çocuk olmaya devam ederekten de, aynı ‘muhalif gruplar’ın kendi sınırlarımızda özerk bir federe Kürt devleti kurma hazırlığına seyirci kalıyoruz.
İnanın ki başbakanımız: "Bu kanlı rejim er geç gidecek. Suriye halkının zafere en yakın olduğu dönemdeyiz. Suriye rejimi düşmanca tavrını sürdürdüğü sürece Türkiye misliyle yanıt vermekten çekinmeyecektir" söylemleri ile boşa kürek çekiyor. “Kandil” ve “Hatay” konusunda yaşanmışlıklara rağmen, tedbirsiz ve düşüncesiz dış politikalarla gelinen nokta da ülkemiz tehlikeli bir bölünmenin eşiğine gelmiştir. Uzun zamandır ‘sıfır sorunlu’ dış ilişkiler konusunda atıp tutan başbakana, Nasrettin hoca ağzıyla: “Yaparım, ederim demekle olmuyor. Buyur bakalım, ‘Halep oradaysa arşın burada!’” demek gerekiyor.
‘Bölgenin efesi sen olacaksın’ diyerek, sürekli sırtımızı sıvazlayan ABD’nin; “Şimşeğin meşe ağacına: ‘Ya kenara çekil ya da başına geleceklere hazırlıklı ol.’” deyişi gibi bir çıkış yapması an meselesidir. Bundan sonra verilecek en hayırlı karar; Suriye’nin iktidarı ve muhalefeti ile yalnızlaştırılması… Yani, dünyayı Suriye’ye “kapı duvar” yapmaktır. Sayın başbakan, sen bunu becerebilirsen büyüksün… Yoksa “açılan her kapı(!)” başka bir “bayrak meselesi” olarak karşımıza çıkacaktır ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin, İsrail ile arasında ‘deniz yolu’ bağlantısı kurması için Hatay’a olan ihtiyaçlarından ötürü, yeni bir “Hatay” meselesinin tekrar gündeme gelmesi mümkün olacaktır, bilesin…