Bizim tepedekiler halkın hassasiyetini siyaset için kullanarak büyük büyük cami yapmakla övünüyorlar. Hâlbuki bizde devlet parasıyla cami yapılmaz. Gelenek böyledir: Osmanlı’da camiler hayırseverler ve vakıflar eliyle yapılır. Devlet kesesinden cami yapmak için bir mecburiyet olmalıdır ki kamu vicdanı kabul etsin. Buradan derin bir inanış ve kültür problemi doğduğunu düşünmeliyiz.
Bugün ülkemizde ihtiyaç fazlası yapıların sayısı milyonlarla ifade ediliyor. Cami yapımında da benzer bir durum gözleniyor. Bazı küçük köylerde bile iki cami var. Gittiğim yerlerde gördüm, merak edip sordum. İki cami arasındaki mesafenin elli metre olduğu yerler var. Ölçüye gelmez bir cami israfına düştüğümüz açık. Bilenlere göre, dinin esastan reddettiği bir tavırdır. Mesela, İstanbul Çamlıca’ya açılan caminin ihtiyaçla ve hatta dinle ilgisi Türkmenistan’daki “Dünyanın en büyük kubbeli camisi” kadardır. Anlatırsam ne demek istediğim daha iyi anlaşılır.
Kıpçak köyünde dünya büyüğü cami
2002 yılı sonlarıydı. Saparmurad Türkmenbaşı kabine toplantısında konuşuyordu: “Biz zengin bir ülkeyiz. Aşkabad ‘Ak şehir’ olacak. Orta Asya’nın en büyük camisini yapacağız…” Türkmenistan hakikaten petrol ve gaz zenginiydi, hâlâ öyledir. Ancak, bu zenginlik halka yansımıyordu. Sefalet kol geziyordu ve hâlâ öyledir. Türkmenbaşı, bu şartlara bakmayarak dediklerinin ikisini de yaptı. Başkent Aşkabad, yıldan yıla beyaz mermerli binalarla donatıldı. Bu binalardan daire verilenler, alanlar, devletin bol maaşlı, çalmakla ve rüşvetle semiren beslemeleriydi. Dairelerin çoğu da boştu.
Aşkabad yakınlarında Kıpçak köyünde -evet köyde- elli bin kişinin namaz kılabileceği bir cami yaptırıldı. 2004 yılıydı, açılışında ben de bulundum. Çamlıca Camii büyük gürültüyle açılınca bu cemaatsiz ibadethaneyi hatırladım. Tabii farklar var. Bu tür liderlerin büyüklük merakı -hastalığı demeyeyim- aynı siyasi ve psikolojik etkilere dayanmıyor. Türkmenbaşı‘nın yaptığında dini kullanmak yoktu.
Rahmetli, büyük dedirtmek ve kendisinden söz ettirmek için her şeyi malzeme ediniyordu. Bunlara camiyi eklemeyi de ihmal etmedi.
Bizde cami açılması ve siyaseten kullanılması bambaşka bir iştir. Cami açmanın cennet kapısı açtığına inandırılan halk coşar. Yapılan “Allah’ın evi“dir. Bunu kabul ettirince artık yol açıktır. Siyasetçilere, fırsatçılara gün doğar. Cami dernekleri her yerdedir. İşleri küçük yerlerde başka, büyük şehirlerde başka türlü yürür. Bir örnek hatırlatırsam sanırım bu onulmaz derdimizin boyutları az çok anlaşılır. Profesör Mustafa Çağrıcı İstanbul Müftüsüyken cami derneklerini toplayarak geliri çok olanların diğerlerine yardımını istemiş. Ne olmuş dersiniz? Cami-din-diyanet düşünen herkesi şaşırtacak şekilde bir sonuç çıkmış: İkinci toplantıya zengin derneklerden gelen olmamış. İşte anahtar buradadır: Din böyle yüze tutamak edildi, madde ve menfaat gaye oldu. Cami, büyüklük peşindeki siyasetçinin sahteliğini göstermesi yanında böyle de bir rant alanı. “Din bütünüyle bir geçim ve geçinme vasıtası“ demek de yanlış değil. Tarihte denetimsiz dönemlerde de verimli bir simsarlık ve sömürü aracıydı.
Siyasetin örselediği din
Şunu göreceğiz: Siyasetçi dini tepe tepe kullanıyor. Cami açma da bir siyaset etme modeli haline geldi. Çünkü cami kişiye dokunulmazlık sağlıyor, önünü açıyor. Dini, uyuşturucu gibi kullanıyorlar. Geniş halk kitleleri, bir zamanlar “çalıyor ama çalışıyor“a alıştırılmıştı. Şimdi “Ne yaparsa yapsın namaz kılıyor“ denmesine alıştırıldı. Çağrıcı ve benzeri içi yananların dediği gibi, “dinin reddettiği ne varsa yapan“lar dindar sayılarak hoş görülmeye başlandı. Yaşanan böyle bir çürümedir.
Devlet aklını arıyoruz. O, dini kullanmayan ve kullandırmayan akıldır. Camide siyaset konuşulmaz diyen akıldır. Cami önünde miting düzenleyerek beğenmediklerine atıp tutulmaz diyen akıldır. Her Cuma cami önlerinde ona buna çatılmaz, nefret kusulmaz diyen akıldır. Cami açılışlarında edilen lafların cami ve din fikriyle alakası yoktur diyen akıldır.
Acıyla hatırlatıyorum: Geçmişte olanları yazmadık, anlatmadık. Her devirde yaşanan o devirde kalır ve unutulursa böyle olur. Nesiller, tekrar tekrar o şartları dener. Uydurulmuş dinle, camiyle kandırılırsınız. Büyük milletlere bu hafıza kaybı yakışmaz.
Cami iyilik inşa eder, yapıcıdır. Cami etrafında ve açılış törenlerinde edilen sözler düpedüz yıkıcılıktır. Her cami açılışında bunun için içim cız ediyor. Dinin tavsiye ettiği tavır ve davranışlar bir bir terk ediliyor. Kulluk unutuluyor, ona buna ayar vermeler tanrılık taslama tonundan yürüyor. Dinin özü kayboluyor. Uyanacağımız, bakacağımız, eleştireceğimiz budur.
Manasından uzaklaştırılmış, kuru binadan ibaret, simsarlık aracı camiyi geçerek söyleyelim: İyilik yoksa din de yoktur.