19 Haziran’ın hepinize çok güzel günlerin müjdecisi olması temenni ediyorum. Bir hafta sonu daha beş günlük hasreti bitirerek huzurlarınıza geldik. Kabul buyurursanız çayınızı birlikte yudumlarız, “yok, bize lazım değilsin”in karşılığı da bir “tık” hemen yok oluruz… Gönlümüzden geçen eksiksiz hep birlikte olmak… Merhabalar Efendim, merhabalar…
Üstü kamuflajlı, hayat tarzına müdahalenin farklı boyutta ki çeşitleri her gün karşımıza çıkıyor… En son olanına “Dondurmacı Kriterleri” adını verdim. Bu kriterlere göre, bacak bacak üstünde dondurma yiyemezsiniz…Maskeniz takılıyken, bir şeyler yeme becerisine sahip olmalısınız… Hatırlayanlarınız çıkabilir. Yanılmıyorsan Uganda Devlet Başkanıydı… Kendi kendine paye verme şampiyonuydu… Şahsını, Hacı Mareşal ve Allah’ın sevgili kulu olarak çağırttırırdı. Tahtırevana binip, bir keresinde de İngilizlere taşıtmasıyla gündemi perçinlemişti… Bilenler bildi… Evet, Hacı Mareşal ve de Allah’ın sevgili kulu Başkan İdi Amin Dada‘dan bahsediyorum… Nereden aklıma takıldı anlamadım. Her neyse silmeye uğraşıp vakit kaybetmeyelim, durmak yok yola devam… Yaşam biçimine müdahalenin, en önemli göstergelerinden bazıları, her yer açılmasına rağmen, eğlence mekânları kapalı. Yasak günlerinde içki satışı da yasak bütün bunlar, bir ara şikayet edilen olaylara devam edilme isteği… Eyyy münafıklar, takiyyeciler… Memleketi rakı fabrikalarına, şampanya fabrikalarına gark eden, meyhane ve birahane patlamaları yapan ve açan, Cennetmekân Efendimiz Abdülhamit Han Hazretleri’nin kemiklerini sızlatıyorsunuz… Sıkıysa içkiyi yasak edin… Sıkar değil mi? Yoksa 20 TL ye mal olan mamûlü 250-300 satıp nasıl paralar kazanabileceksiniz… Bu paraları nasıl “Cebellezine” sistemine sokabileceksiniz… Kaçak içki operasyonlarının ve hastane görüntü servislerinin esas nedeni bu… Herkesi korkutup, 300 TL vermesini sağlayamazsanız, bütçe çöker… Şimdi daha iyi anlıyorum… Uluslararası kriterlerden çıkıp gerekirse “Biz de Ankara Kriterleriyle yola devam ederiz” demenin ne anlama geldiğini… Dondurmacı Kriterleri ne ilk ne de son olacak. Yakında, ucu bucağı belirsiz konvoy geçişlerine tanık olanların, son araç kaybolana kadar bulunduğu yerde hazırol vaziyette kalması istenebilir… Reyis’in resmi önünden geçerken temenna çekilmesi, el etek öpme görüntüleri verilmesi de istenebilir…
Daha önce bahsettiklerim de var, bu yüzden kısa geçeceğim… Ver Lefter’e, yazsın deftere… Hatırladınız değil mi? Efsanevi sporcumuz, Lefter Küçükandonyadis’ten bahsediyorum, ayrıyeten de Rum’dur… Atina’da hastalandığında, Yunan Hükümetinin bütün çabalarına rağmen yurduna dönmüştür… En az bizler kadar Türk ve bu ülkenin değerlerinin muhafızıdır… Ya Garbis… Evet hatırlayanlar, hatırladı. Şampiyon boksörümüz Garbis Zakaryan’dan bahsediyorum… Ermeni asıllı olmasına karşı, defalarca vasiyet etmiştir. Beni Türk Bayrağına sarın ve öyle gömün diye… Çanakkale’deki 57. Alayın temsili mezarlığına dikkatlice bakanlar görebilir… İsmini unuttum, hatırlayamıyorum, orada da bir Rum ismiyle karşılaşırsınız… Şehit olmadan, arkadaşlarına sürekli olarak “Sakın ola ki, bu kefereyi başka yere gömelim demeyin, sizlerle yan yana yatmak istiyorum.” vasiyetinde bulunmuştur… Ben ve milletim bu gibi kardeşlerimizle gurur duyuyoruz. Onlarla, düşmana karşı omuz omuza savaşmaktan da yan yana yatmaktan da şeref duyarız… Şimdi çevirelim madalyonun diğer yüzünü. Türk oldukları halde, bu milletin çok önemli makam ve mevkilerine gelmelerine rağmen, beyinleri Arap’tan, Rum’dan vs. medet umarak, kâvminin değerlerine söven, kurtarıcısı ve kurucusuna, lanet okuyan şerefsizlere ne demeli… Bütün dostlarıma vasiyetimdir. Beni bu alçaklarla yan yana yatırmayın ve de gömmeyin… Nasıl bir haysiyetsizlik, şerefsizliktir… Bir insan kurucusuna, sebebi hayatına lânet okuyabilir mi… Onu el üstünde, pamuklar için de tutacağına; galebe çaldıklarına tercih edebileceğini düşünebilir misiniz… Yemek yediği kabı pisletenlere, ilave pislikler ikram etmek hepimizin boynunun borcudur… Bu soysuz arsızlar, unutmasınlar ki, zamanı geldiğinde yaptıklarının hesabı sorulmayacak… Sakın ola ki K. Kemal Abilerine de güvenmesinler…
Biz biraz da kuru sıkı olarak değerlendirmiştik. Meğerse doğruymuş… Bunlar hakikaten daha iyi günlerimizmiş… Trabzon’un Yomra’ sının İYİ Partili Belediye Başkanı silahlı saldırıya uğrayıp vurulunca anladık… İnşallah, kötü günlerimiz, bununla sınırlı kalır…
Arkadaşlar çok haklısınız. Yazacak o kadar çok şey var ki… Ama ben de haklıyım… O kadar çok kimse tarafından, o kadar çok yazılıyor ki. Malûmun tekrarına girmek istemiyorum. Sizler, deşarj olmak ve gazınızı gidermek için bunlara gerek duyabilirsiniz ama çözüm değil. Bu çok susamış bir adamın buz gibi Cola’ya sarılması gibi. Anlık ferahlık verir ama daha fazla susuzluk hissi kapıdadır…Teker’in yazılarını yüz milyon kişi takip etmiş… Azımsanacak rakam değil. Bu bizlere biraz da olsa umut kapısını aralıyor. Ama unutmayın…”Çalarlarken görsem inanmam” diyenlerle, canlı yayında kendini popo kılı olmaya layık görenler halâ çok büyük bir yekûn teşkil ediyor… Toplumun büyük kesimi, yeni dinin mensubu, sakallı görünümde ki, seccade madrabazlarının kontrolün de Defalarca söylediğim gibi… Siz ne kadar şey ortaya çıkarırsanız çıkarın… Bunun onda biri Afrika’ da bile Hükümeti götürür , derseniz deyin… Mevcudun on misli daha belge açıklasanız da kimseye bir şey olmaz… Tek çözüm , halk üzerinde yapılacak çalışmalardır… İşleri, Sadece siyaset mühendislerine de yıkamazsınız. Psikologların, felsefecilerin, yazarların, makul ve aklı başında ki kanaat önderlerinin vs. ellerini taşın altına koyması gerekir… Yoksa her şey boş ve unutulması sadece dakikalarla sınırlı olur… Sizlerde tepine tepine kafayı sıyırırsınız veya kanser olursunuz…
Yarına da bir şeyler kalsın… Hepiniz o güzel Allah’ıma emanetsiniz. Hoşça kalınız…