Baş olmayı, köşe olmayı severiz ama en çok da dört başı mamur bir hayat düşleriz. Yahut da en azından belli konularda dört köşe olmayı arzularız, umarız. Çıkarlarımızı dört gözle takip eder ve menfaatimiz söz konusu oldu mu dörtnala koşturmayı pek severiz. Dahası çoğumuz insan olma adına tek bir adım atmadan yada başka insanlar için tek bir iyilik bile yapmadan dört dörtlük olduğumuzu zannederiz.
Bu dörtlemelerin dördüncü gün’le (cıhar-şenbe /çarşamba) çağrışım olarak ilgisi var mı bilmiyorum; ben daha çok sosyo-politik dört eğilimle ilgili girizgâh olsun diye fırınlamıştım, hani şu Özal’ın siyasette birleştirdiği DÖRT EĞİLİM: Liberaller, sosyal demokratlar, milliyetçiler ve muhafazakârlar.
Dördüncüsü hem ilk üçünü iç etti hem de Tazmanya canavarı gibi et-but, aş-iş, para-pul, makam-mevki, değer-kıymet; ne bulursa yedi, yaladı – yuttu. Şimdilerde de kendini yiyip bitirmekle meşgul. Doymadılar dünyalığa, tapına durdular varlığa…
Hasbelkader Osmanlı düzenini ebed müddet düzeneği zanneden muhafazakâr kesim Meşrutiyet’in ve Cumhuriyet’in yeniliklerine “din” yani alışarak konuşlandıkları düzen elden gider korkusuyla hep muhalif kaldılar. Hz. Ömer’in dediği üzere yaşadığını din/diyanet zannetmişti; Kitabı güfte sanıp ona beste yakıştıran, kitâbî nağmeyi-melodiyi ilâhî mesajın yerine koyan ve aslında kitapsız, kayıt dışı bir anlayıştı onlardan bize kalan.
Demokrat Parti’yle ve Adalet Partisi’yle biraz biraz sisteme entegre olan, Anavatan ve Doğru Yol’la birlikte yavaş yavaş sistemin sahibi (ya kul ya efendi ikilemi) olabilme imkânını fark eden; en-nihayet Ak Parti’yle yeni sistemi eskisine tahvil ede ede sahiplenen, belli bir belirsizliğe ilerleyerek 1.5 – 2 asır önceki devletin baht, ikbal, talih, şans, nasip, kısmet, kut, hisse, pay olduğu demlere demirleyen ve gayri ihtiyâri kendi – tecrübeyle sabit – yıkımına yürüyen, tarihin tekerrürüne bile-bilmeye lâdes diyen bir kitledir bahis konumuz.
Son yirmi yıldaki seciyesiyle ve haramı helâl kılan siciliyle dört eğilimi de düzledi, dejenerasyonda eşitledi. Liberallere mezhep genişliği ve yolsuzluğa yatkınlık suçlamasıyla muhalefet edilirken şimdi o işler otomatik pilota bağlandı ve her şey kılıflandı. Sosyal demokratların ideolojiden daha çok göze batan serbest yaşam biçimleri muhafazakârların iktidarında misliyle taklit (zaten gizli hayranlık nesnesiydi) mevzuu oldu. Liberalden liboşu, sosyalden sosyeteyi üreten zihniyetimiz ikisinin kesişim noktası kabul edegelinen dejenerasyonda yani yozlaşmada sınır ötesi harekâtlara kalkıştı adeta muhafazakâr demokrasi sûretinde.
Bizim milliyetçi cenahın sadece ‘vatan-millet’ argümanları elinden alınmadı; derin devlet, mafya vs. gibi muhafazakâr kesim tarafından ciddî tenkit konusu olan ilgi alanları bile ele geçirildi. (Bkz. DİA “Millî Görüş kökenlilerin mafyoz oluşumlarla illiyeti” maddesi:-) Dindar diye bilinen muhafazakâr kesimin iktidar temelli kazanımlar haricinde aslında hiçbir şeyi muhafaza etmediği açığa çıktı. Neymiş mottosu: ‘Mevzubahis çıkar-menfaat ise gerisi teferruattır.’
Büyük Şeytan olarak görülen Yahudilik eleştirisindeki aşırılığın zamanla zıddına inkılâp etmesi Mustafa İslamoğlu’nun “Yahudileşme Temayülü” tespitini çoktan aştı; sinmişlik ve kin çoktandır din formuna vardı. Orijinal Yahudiliğin birikim merakı en azından haftada bir (cumartesileri) mola verebiliyordu; maşallah Bizimkiler 7 gün 24 saat full tarassut..
Özdemir Âsaf beni affetsin; öyle dizeler yazdı ki didikleyip durmaktan, güncelleyip güne taşımaktan kendimi alamıyorum: “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu; birinciliği ‘muhafazakârlara’ verdiler.”