Ahmet Hakan FETÖ sözlüğü hazırlamış.
Kavramlardan biri de Sızıntı.
Sızıntı’ya eskiden Sıkıntı derlermiş.
Şimdi anlamış ki devlete sızmanın şifresiymiş.
Bence eksik anlamış Ahmet Hakan.
Çünkü Sızıntı baştan beri sadece devlete sızma peşinde değil.
Asıl gaye küresel güce sızmak.
Küresel gücün ve inancın mütemmimi olmak da bir nevi sızmaktır.
Yaşça biraz daha büyük olduğum için devrimize dair bir konu sayılır Sızıntı.
1979 yılında çıkmaya başladı bu dergi.
Çıkmadan önce de bizim gibi zaten dergi ve gazete çıkaran isimleri ziyaret ettiler.
O zaman da teknik kalifikasyonu yüksek adamları vardı.
Bunlardan biri ODTÜ’de Fizik bölümünde asistandı.
Heves mi, stratejik derinlik mi, taktiksel manevra mı, dinî kavrayışta bir reform mu o zaman pek az tartışıldı. Ama bilen bilir.
Peygamberimizin bir hadisinden yola çıkarak ve düşmanın silahıyla silahlanma şifresini de rehber edinerek yapılan açıklamalar beni o zaman da tereddüde ve kuşkuya sevk etmişti.
Öyle ya: “İlim müminin yitik malıdır, Çin’de de olsa alınız.”
İlk bakışta masum ve Peygamberî bir sevk-i tabiî…
Ardından şöyle derlerdi:
Dünyanın neresinde bir fizik ya da matematik formülü bulunduysa o bizimdir, biz ondanız.
Bu kabul ile başlayan gidişat, “dünyanın neresinde bir güç var, bir operasyonel istihbarat örgütü varsa, dünyanın neresinde bir finans ve inanç merkezi varsa o benimdir, ben ondanım” noktasına doğru ilerledi.
Gücü ve parayı elinde bulunduran merkezler aynı zamanda inançların niçin ayrı ayrı oluşunu da sorguluyorlardı. Madem dünya bizim oyun alanımız, bu insanların da dinlerini tek din haline getirmek bizim ödevimizdir demeye başladılar. Zaten Kutsal Kitap yavaş yavaş tekleştiriliyordu.
Bir tek İslam âleminde problem vardı.
Asırlardır ne yapılsa çözülmüyor, Batı için tehdit olmaya devam ediyordu.
Son çeyrek asırda yumuşak ve sert İslam odakları meydana çıkarılarak gereken ortam zaten hazırlanmıştı.
Şimdi diyalog ile bütün bu inançların tekleştirilmesi gayesine hizmet edecek bir himmet camiası gereken uru bu bünyeye yerleştirmeliydi.
Yani sevgili Ahmet Hakan mesele devlete sızmanın da ötesinde kozmik bir anlam içeriyor.
Kozmik bir anlam ve stratejik derinlik…
Devlet FETÖ’ye Sızmış Olabilir mi?
Zannederim Can Ataklı sayılara bakınca kafasında bir soru işareti belirdi.
Bu kadar Fetullahçı olduğuna göre bu devlette; “FETÖ mü devlete sızdı, yahut devlet mi FETÖ’ye sızdı diye sormamız lazım” dedi.
Yüzbinleri geçiyor sızma olayı…
Bu soruyu sayılara bakarak soruyor Ataklı.
Ben başka bir veçheden yaklaşmak istiyorum.
Bir zamanlar şiir dünyasından ötürü tanıdığım bir cemaatçi arkadaş vardı.
Sık sık sorgulardım.
Sıkıştırırdım Fetullah Gülen’in yapıp ettiklerinden…
Başta diyalog mevzuu…
“Nedir kardeşim bu diyalog? Diyalog yapacak Hristiyan var mı? Getir o pek sevdiğiniz diyalogcu papazları bir saat içinde Peygamber Efendimizi nasıl terörist gördüklerini sana ispat edeyim” filan derdim.
O da Sızıntı dergisinin ilk çıkmaya başladığı yıllardaki stratejik derinliğe atıf yaparak kozmik laflar ederdi. Meselenin din ve inanç meselesinden daha öte bir küresel güç entegrasyonu meselesi olduğunu anlatırdı safça… Yani şair olduğu için cemaatin derin beyninin ihanetini kozmoza yorardı. Öyle ya kaos ve kozmozdan aşağısı kurtarmazdı.
Hatta bir ara Hahambaşı ile Fetullah Hoca arasındaki derin münasebetin himmetleri üzerinde durdu.
Bu himmet büyükşehirlerden birindeki reislik seçiminde bile etkili olmuştu.
Aday gösterilmeyeceğini anlayan bir belediye reisi hahambaşını arar, o da Penisilvanya’yı arar, o da o belediye reisini aday gösterecek başkanı arar…
Sonrası malum…
Sonra okullar…
En yakın dostlarımızın(ki bunlar eskiden Muhterem Hocaefendi eklemeleri olmadan adını kullanmaya bile karşı idiler) kıskandığımızı ileri sürdüğü okullar…
Ben de derdim ki: “Yahu ben Milli Eğitim Bakanlığı mıyım, okul açmak gibi bir mecburiyetim mi var; ayrıca tek tek insan yetiştiriyoruz biz… Tek tek kahramanlar…”
Nasıl kurulduğunu Üzeyir Garih’ten başlayarak…
Nasıl destek gördüğünü bildiğim için…
O cemaatteki arkadaş bir ara bana dedi ki:
Tabii yanımızda himmet ehlinden kimse olmadığı vakitler…
“Doğru haklısın. Bir zamanlar bütün okullarda MİT ajanları vardı, şu şu zamandan sonra CIA ajanları yer aldı…”
Şimdi devlet mi FETÖ’ye sızdı, FETÖ mü devlete sızdı sorusu bugün bile kaos ve kozmoz düzeyine erişmeden çözülemez gibi görünüyor.
Devlet ne kadar, hani şu mevzubahis olan küresel gücün karşısında yahut himayesinde; küresel güç ne kadar bu terör örgütünü kullanma kararlılığında, bu sorulara cevap bulmalıyız…
Okulların bir zamanlar bizzat TC’nin cumhurbaşkanları, başbakanları ve bakanları tarafından himaye gördüğünü söylemeye lüzum var mı?
O kadar çok mektup götürdüler ki Demirel’den, Ecevit’ten, Özal’dan…
Kolaycılık yapan Yenimahalle ise bu okullarda basit raporların peşine düştü.
Ve CIA giremediği yahut etkili giremediği bazı ülkelere bu okullardaki danışman ve yabancı dil öğretmeni kılığında girdi. Özellikle de Müslüman ülkelerdeki okullarda…
Yani MİT ve CIA arasındaki ilişki çözülmeden de meselenin kimin girinti yaptığı ile ilişkili boyutu tam manasıyla kavranılmaz gibidir.
Öyle ya istihbarat örgütlerinin en büyük yeteneğinin boyutları, kimin elinin kimin cebinde olduğu meselesinin karmaşıklığı ile doğru orantılıdır.