İlk Haziran Pazarından hepinizi saygı ve sevgiyle selâmlıyorum. Merhabalar, sevgili dostlarım…
Başlangıcı kısa tuttum ki, çok fazla olan konulara biraz daha fazla satır kalsın diye…
Neredeyse onbeş gündür bekliyorum. Belki biri çıkar konu eder diye. Ama siyasetin ne gerçeği ne kriptosu kimse değinmedi bile… Hatırlarsanız, bir ara, Hatay’daki Suriyelilerden bahsetmiştim. Bunların miting yaptıklarını, orada yıllardır bulunan Özbek-Türkü kardeşlerimizi istemediklerini yazmıştım. Bunla ilgili de hiçbir tepki oluşmamıştı. Durum böyle olunca çıta biraz daha yükseldi… Reyhanlı’da ki olaylar cereyan etti. Hatay’ın yerlisi, oraya “Rehaniye” der… Buradaki sığınmacılar sınır karakolumuzu bastı. Muhtemelen gelen emir gereği karşı konulmadı. İstedikleri gibi at oynatan azgın itler, devletin ve askerin namusu olan bazı uzun namlulu silahları ele geçirdi ve götürdüler… Bana gelen istihbarata göre, İskenderun’da yapılan uyuşturucu operasyonuna sinirlenmişler. Çünkü bu işi Suriye Mafyası üstlenmiş. Şu ülkenin geldiği hali görebiliyor musunuz? Mafyanın bile yerli ve milli olanını özledik. Kıçına yiyeceği bir tekmelik canı olanlar bile pervasızca bu ülkeye operasyon çekebiliyorlar…
Gelelim, aniden gündeme düşen ama birdenbire çekilen başka bir konuya. Balık hafızalı bir millet olduğumuzdan, bir iki hatırlatma… Milyar Ali ve oğlu Erkam… Bu şekilsiz adamın (lafın gelişi) 17 tane büyük şirketi ve iki tanesi süper yat olmakla üzere 30 gemisi var. Edindiğim bilgilere göre hiçbiri Türkiye Cumhuriyeti’ne vergi vermiyor… Şirketler, Hollanda, Panama ve Marshall Adaları’na kayıtlı… İsteyenlere gemiler dahil hepsinin ismini yollayabilirim… Bazı arkadaşlarımın “Embesil görünümlü” dediği bu evladımız için, ben aynı şeyleri düşünmüyorum… Bu çocuğun babası bir devlet memuru. İDO’da çalışmış, soruşturma geçirmiş. Neticesini de siz arayıp bulun… Yani bir memur ölene kadar bir kuruş harcamasa bile bu gemilerin dümenini bile sahip olamaz… İşte esas dümen de burada başlıyor… Hepsi 2002’den sonra edinilen bu mallar nasıl elde edilmiş olabilir? Baba, AKP Genel Bşk. lığı, Ulaştırma Bakanlığı, TBMM Bşk. lığı yapmış olsa bile yüksek karakteri ve dürüstlüğü, evladına herhangi bir devlet destekli, kayırma yapmasına müsaade etmeyeceğine göre de mutlaka ki çok süper bir zekâ ve ticari deha… İşte bu yüzden, dostlarıma, görüntüye aldanmayın diyorum… Hatta bu gencimizin genlerini kopyalayıp milyonlarca işsiz üniversite mezununa aşılasak ne güzel olur… Düşünebiliyor musunuz? Milyonlarca “Erkam” olduğunu. Bu ülkenin bileğini kim bükebilir… Meşhur, yerli ve milli olan bir sözümüz vardır. Meyvalı ağaç taşlanır diye. Fiziğiyle uyuşmasa bile bu evladımızın zekâsı ortada. İşsiz güçsüz, efendim doktora yapmış, yok iki üniversite bitirmiş, işe yaramaz kıskançlar ordusu bir sürü asalak var yurdumuzu kemiren. Bunlar tabii ki bu müstesna gencimizi kıskanacaklardır. Sadece kıskanma olsa iyi, mutlaka iftira da atacaklardır… Şimdi anladınız mı, iş nasıl kokaine kadar uzadı. Siz siz olun bu değerli evladımıza sahip çıkın ki, bakarsınız bir gün bütün paraları, çok sevdiği yurduna getiriverir… Ha, bunların bir de ablaları vardı… Evet Sarışın hoca… O da, ABD’deki mal varlığını, ülkemize getirecekti, ne oldu? Getirdi mi? Ben sonrasını fazla takip edemedim de… Allah herkese böyle evlat nasip etsin. Milyar Ali ne kadar gurur duysa azdır… Oğlanımız bu kadar işin arasında Venezüella’ya gidiyor. Corona tanı kitleri götürüyor… Allah’tan, Madura, Peçeteye yazılmış, resmi evrakı açıkladı. Yoksa herkesin içinde bir şüphe kalacaktı…
Zaman geçtikçe taşlar yerine oturuyor. Bazı şeylerin perde arkası, maksatları netleşiyor… Artık Ayasofya’nın, Yüce kurtarıcımıza hakaret platformu olarak düşünülüp, açıldığı iyice anlaşılmaya başladı… Buraya çok özel Atatürk düşmanları peyderpey gönderiliyor. Sırasını savan, tepkiden de çekinildiği için geriye çekiliyor, daha azgını daha kuduruğu görevlendiriliyor. Daha önceki yazımda bahsettiğim gibi, ilk başta, Boynukalın (kırılası) ulemamız, her konuda ahkâm keserek, muhtemel bir fetva müessesesi altyapısı oluşturdu. Bu sonra ısıtılıp, tekrar gündeme getirilmek üzere dolaba kondu. Böylece, aşırı hale gelebilecek halk tepkisi de törpülenmiş oldu… Bunların ara ağası, eli kılıçlı hutbe madrabazını tanırsınız… Sazda nasıl, parçaya girmeden bir “Yol gösterme” olayı varsa, aynı mantık burada da devreye girdi… Sonrası malûm. Çorap söküğü gibi geliyor ve de gelecek… Bu ara da K. Kemal’ in “Devr-i sabık yaratmıyacağız” sözünün bir tezahürünü ve bundan kuvvet alan cüretkârlıkları daha sık yaşayacağız… Bizler yapılanların hesabının sorulacağına olan inancımızla ayaktayız ve sabrediyoruz. Kemal Efendi haddini aşma. Benim gibilerin beynini de bloke etmeye uğraşma… Dönelim çakma imama. Adı batasıca diyeceğim ama diyemiyorum. Dini liderim Peygamber Efendimizin (SAV) adı da milli liderim Atatürk’ün adı da Mustafa… Bu yüzden hiçbir şey demeden zavallı şahsiyetlerini Allah’ın gazabına teslim ediyorum… İçimden gelenleri söylemeye kalksam, bir savcıdan bir savcıya; bir mahkemeden diğerine mekik dokurum… Bu konu da dikkatimi çeken bir şey var. RTE ne zaman cemaatte olsa bu olaylar zuhur ediyor. Acaba bu mübareğin sabrı mı deneniyor? Kendilerinin ne denli Atatürk sevdalısı olduklarını bilmeyenimiz yok. Efendiler… Bu dünya naziği ve kibarı zat-ı devletlerini de bu kadar tahrik etmeyiniz… Hutbe esnasında bu çakma imamı oradan kovmamak için ne kadar sabır gösterdiği hepinizce malûmdur… Böyle devam ederseniz, ayaklarının kesileceği de aşikârdır… Bu Mübareğin ayağını, bu mübarek yerden kesmeye uğraşmayın… El insaf…
Son olarak, adet halini alan başka bir rezaletle yazımı bitirmek istiyorum. Bizim milli ve manevi kültürümüzün her ikisinde de nimet kutsaldır. Allah’ın bizlere lütfu olarak değerlendirilir… Ufak bir ekmek parçası bile olsa, onu yerden alıp, öpüp, başımızın üstüne koyduktan sonra ayak altına gelmeyecek bir yere bırakırız… Buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkündür… Gel gör ki, son zamanlarda birçok ürün, nimet, kameralar karşısında heba ediliyor… Yollara, domates biber boca edip ezenler mi dersiniz, sütleri dökenler mi dersiniz… Geçtiğimiz günlerde de Adanalı çiftçiler de modaya uyarak, karpuzlarını parçaladı… Bu memlekette çöplerde ezik çürük sebze, meyve arayanların tepe yaptığı bir dönemde bu gibi hareketler hiç hoşa gitmiyor… Cenab-ı Allah verdiği nimetine, bu şekil muamele edeni, ona muhtaç hale getirir biline… Tepkinin uygun bir yolu bulunabilir, mutlaka vardır… Ben olsam, parçalamadan götürüp vilayet bahçesine bırakırım. Orada basın bildirisi okurum. Bıraktığım malları da ihtiyaç sahibi kimseler mutlaka ki alırlar… Düşünülürse daha birçok usul bulunabilir… Ama heba etmek hiç uygun değil… Çiftçiler haklı. Tarlada 50 krş. a satamadıkları karpuz, marketlerde 4-5 TL. Bu işi rahmetli Ecevit bile çözememişti. O zaman tarlada 5 krş., şehirde bir lira olan domates söylemleri üzerinden iktidara gelmesine rağmen… Demek ki, egemenlerin bu sistemini bozamıyoruz. Bu durumda tek çare kalıyor, “Vatandaş odaklı belediyeler” Eskiden Ankara’da hatırlarım. Belediye mağazaları vardı. Zafer Pasajı’nda olana giderek, ucuz mal alırdım… Bunlar gene canlandırılabilir… Geçen gün Tv reklamlarında, bir zincir marketin “Karpuz 1,49 TL” ilanını dinleyip, yakın olana gittim ki bir tane bile kalmamış. Ertesi gün gene aynı… Bu konunun cahili aklıma ne geldi… Mağazaya da gerek yok… Ankara, İstanbul veya bir başka belediye başta kamyonlarını yollasa, üreticiden bir liraya alsa getirip meydanlar da 1,5 liraya satsa yarım saatte tükenir… Bir tek aracılar hariç, herkes kâr eder… Ben, bu konuda başta Ankara olmak üzere, İstanbul Büyük Şehir Belediye’sinin ve diğerlerinin, Adana, Mersin ve Antalya ile irtibata geçip mağduriyetleri sonlandıracağına inancımı koruyorum…
Ufak bir cevapla bitiriyorum. Yazımı okuyan bir kardeşimle dün karşılaştım… Sen birilerine sus diyorsun ama, yoksa batıyoruz durum öyle değil. Sahip, bunu mahsus yapıyor. Akşamki beyanatla, sabahki düzeltme arasında dolar 20 krş. fark etti. Yani birileri 12 saatte bir dolardan 20 krş. kazandı, dedi… Olabilir mi, olabilir ama, ben kimsenin bu makamı bu kadar ayağa düşürebileceğine ihtimal vermiyorum… Hepiniz Allah’a emanet olun. Hoşça kalınız…