Ortadoğu’da yaşananlar İsrail-Filistin anlaşmazlığından daha çok tarih, coğrafya, din ve güç mücadelesiyle ilgilidir. Sorunun Filistin/Kudüs üzerinden gündeme gelmesi asimetrik güç ilişkileri yüzündendir. Bugün Filistin topraklarının %78’i İsrail işgali altında bulunmaktadır. Filistin nüfusunun %60’tan fazlası mülteci yahut göçmen olarak farklı bölgelerde kamplarda yaşamak zorunda bırakılmıştır. Ortada öz yurdunda esir edilmiş bir halk vardır.
İsrail, işgal ve istila ettiği topraklarda kurduğu statünün devamı Filistin’in sürekli yıkımı ve tahrip edilmesine bağlı olduğunu düşünmektedir. Günümüzde İsrail’in Kudüs’e hâkim olabilmesi Filistin’in zayıf ve yaşanamaz bir ülke haline getirilmesiyle mümkündür.
Halkı Müslüman olan devlet yöneticilerinin zayıf karakterli, satın alınabilir nitelikli ve asabiye şuurundan yoksun olmaları İsrail’in işini kolaylaştırmaktadır. İsrail’in “İslam’a karşı İslam” stratejisi izleyebilmesinin yolu bu şartların oluşmasından geçmektedir.
İran’a karşı ABD’yle, Türkiye’ye karşı Yunanistan’la, Azerbaycan’a karşı Ermenistan’la, Filistin’e karşı İsrail’le işbirliği yapan Müslüman ülkeler bu stratejinin ürünüdür.
İsrail bölgedeki hâkimiyeti Filistin’in güçsüzlüğüne, yoksulluğuna, izole edilmesine ve yaşanamaz bir ülke olmasına bağlıdır. İsrail bu strateji gereği ABD’yi ve dünyadaki Musevi lobisini arkasına alarak belirli zaman aralıklarıyla Filistin’i fiziken çökertip “taş devrine döndürecek” bombalamalar yaparak güçten düşürmeye çalışmaktadır.
Son yirmi yıldır bir ya da iki yılda bir Filistin’i fiziken yıkmayı, yaşanamaz bir konuma getirmeyi ve taş devrine döndürmeyi esas alan İsrail bombardımanları söz konusudur. 2004 yılından bu yana Siyonistlerin gerçekleştirdiği sayısız yıkım operasyonlarından birkaçı şunlardır: Gökkuşağı Operasyonu, Yaz Yağmuru Operasyonu, İsrail Blokajı, Sıcak Kış Operasyonu, Dökme Kurşun Operasyonu, Savunma Taşı Operasyonu, Koruyucu Hat Operasyonu vb.
Filistin insani yönden yaşanabilir bir yer haline gelir gelmez İsrail zaman geçirmeden kara, hava ve denizden yıkım için harekete geçmektedir. ABD ve batı ülkeleri İsrail yıkım yapma hakkını “güvenlik ihtiyacı ve meşru müdafaa’ olarak niteleyerek kayıtsız şartsız desteklemektedir. Son saldırıda olduğu gibi bir de İsrail’e silah yardımı yapmaktadır.
İsrail saldırılarında Hamas ya da savaşçılar tali hedeftir. İsrail’in asıl hedefi binalar, kanalizasyonlar, fabrikalar, atölyeler, okullar, hastaneler, camiler, yollar, elektrik şebekeleri, su kuyuları daha teknik ifadeyle Filistin’in alt yapısıdır. Filistin’de insanlardan daha çok insani yaşam hedef alınmaktadır. İsrail bu saldırılarla Filistin’i insanların yaşayamayacağı bir yer haline getirmeyi amaçlamaktadır.
İsrail acımasız bombardımanlarla Filistin kentlerini yıkıyor. Hastaneler, okullar ve binalar yerle yeksan ediyor. Böylece Filistin’de yaşamaya çalışanlar elektrik ve doğal gaz alamaz, beslenme yapamaz, temiz su bulamaz hale geliyor. Yaşam sürdürülebilir olmaktan çıkınca ölümler ve göçler artıyor. Filistinliler yıllar içinde bir şekilde alt yapıyı onarıp, binaları yapıp, sosyal hayatı canlandırdığında İsrail yeni bir yıkım saldırısına başlıyor. Böylece kısır bir döngü insani kriz içinde alabildiğine sürüp gidiyor.
Dahası İsrail, Filistin’e tamirat ve imar için yapı malzemesi sokmayı ya da ilaç temin etmeyi imkânsız ve tehlikeli hale getiriyor. Son saldırıda İsrail’in Hamas’tan ya da direnişçilerden daha çok sivilleri ve alt yapıyı hedef alması bu yüzdendir. İsrail son saldırısında yeteri kadar tahribat ve imha yapabilmesi için ABD’den iki üç gün daha süre istediği haberleri kamuoyuna yansımıştır. ABD’nin BM’nin Filistin gündemiyle toplanması ve ateşkes için çağrıda bulunmasını geciktirmek suretiyle İsrail’e tahribat ve imha için zaman kazandırmaya çalıştığı açıktır.
İsrail yeteri kadar insani yıkım yaptığı ve Filistin’i taş devrine çevirdiği an saldırı da sona ermektedir. Filistin’de olan biten savaş değil insani yıkımdır.