Başkenti Değiştirelim.
Yahut bir Ortadoğu başkenti kurup büyük oynayalım. Hani İstanbul Avrupa başkenti idi ya!…
Ahlat da Ortadoğu’nun başkenti olsun. GAP ile DAP(Doğu Anadolu Kalkınma Projesi)’ın koordinasyon merkezi, Agro-Endüstri Merkezi…
Agro-Endüstri Merkezi tarıma girdi sağlayan sanayi ile tarım ürünlerini işleyen ve katma değeri azamiye çıkaran tarımsal sanayilerin bütünü… GAP için bir koordinasyon kurumumuz olması gerekliliğini rahmetli Özal’a bir rapor halinde vermiştim. O da hemen GAP İdaresi Başkanlığı’nı kurmuştu. Devlet adamı bazen eski kurumları koruyan-yaşatan bir hüviyette iken bazen de ad-hoc teşkilatlanmayı hızlandırır.
Evet, sadece başkenti değiştirmek değil, yeni kentler de kurabilmeliyiz.
Eski şehirlerimizi mahvetmekten iyidir en azından…
Kazaklar, başkentlerini taşıdılar. Almatı idi eski başkalaları, şimdi Astana.
Astana Hazar Denizine yakın sıfırdan inşa edilmiş bir kent.
Artık sıfırdan kentler yapılabiliyor. Gürcistan bile yapıyor.
Türkiye’nin sıfırdan kurduğu kurabildiği bir kenti yok maalesef.
Yapabildiğimiz şey, şehirleri tarihî kimliklerinden uzaklaştırmak; onları, her şeyi, hatta her kutsalı dejenere ettiğimiz gibi değiştirmek. Değiştirirken de bozmak…
Kentsel dönüşüm diye akıllının biri bir yalan uydurmuş: Kentsel Dönüşüm Yalanı yahut Kentsel Dönüşüm Talanı…
Önüne gelen belediye reisi bu yalanı İttihat Terakki Cemiyeti’ni kurarak Devlet-i Âli Osmani’yi kurtarma sevdasına düşenlerin veya proletarya diktatoryası diye Ekim Devrimini yapanların yahut Bastil’i basarak burjuva devrimini gerçekleştirenlerin yüksek ideallerine yakın bir büyük ülkü zannetti ve mal bulmuş mağribi gibi bu simide yapıştı. Bu kavramı ilahi emir ve düstur telakki etti. Hatta bundan kendine bir din bile icat etti.
Kubbeyi yere düşürdük
Tıpkı dini bir ritüel gibi gerekçelerini ve uygulama programını içselleştirdi. Kendini bu yeni dine adadı. İman etti.
Bu yeni dinin –kabul ediyorum ağır oldu, şöyle diyelim o zaman- bu yeni vizyon ve misyonun(!) şövalyesi olmayı marifet saydı. O kadar ki, halkına ya da aynı şey zannettiği Hakka hizmetin en önemli vasıtası olarak bu kentsel dönüşümü gördü, gösterdi. Gösteren yarı aydın, ebleh ve echel medya takımını alkışladı. Onlara hürmet etti. Onların silahlarından ürktü, onlara temenna gösterdi, ekranlarına çıkmayı cennet-i ala’ya çıkmak farzetti.
Böylece terör örgütü kadar fenalıklara ve cinayetlere sebebiyet veren bir süreci tırmandırdılar hep birlikte.
Dere yataklarına devasa konutlar diktirdi bu yeni din veya vizyon…. Sezai Karakoç’un bir zamanlar ‘yerden çok yükseliyoruz üstündekilerle birlikte’ diye lanetlediğinden fersah fersah daha yukarılara yükseliyoruz. Üstelik artık günah olan, şer olan ne varsa onu mübah hatta hayr addederek…
Sel bastığında yani adetullah veya tabiat kanunları doğal tepki verdiğinde, insanlar öldüğünde bu sefer suçu Allah’a atıyoruz.
‘Akletmez misiniz?’, ‘Haddi aşanlardan olmayın’, ‘şirk koşmayın’ benzeri uyarıcı mesajlarını hiç duymamış gibi yaptık… yine de suçu O’na atabildik…
Şehirlerin yollarını genişletmeyi ve o genişleyen yollarda üç kuruş ekmek parası için karşıdan karşıya geçmek zorunda olan yayaları çiğnedik. Ankara’nın İstanbul yolunda yılda yüz kişiye yakın kadın erkek çocuk öldürdük. Yine de Allah rızası için iş yapanların gururunu taşıdık. Böbürlendik. Bizden daha geniş yolu kimse yapamaz dedik. Yaya geçitlerini çok gördük, mersedesleri övdük. Hayatın her alanında gaza bastık…
Ne İstanbul kalır, ne Diyarbakır
ABD’nin başkenti Washington’da bütün dünyanın korktuğu Bush ya da Obama, Beyaz Saray’ın bahçesine kendi güvenliği için bile bir nöbetçi kulübesi dikemezken, başkentlerinin nüfusu yirmi yılda sadece bin kişi artmışken bizde en dandik meclis üyesi bile istediği kat müsaadesini çıkartır, imar planında istediği değişikliği yapar.
Bırakın kasabadan kent olmaya özenen illerimizi, koca İstanbul o eski payitaht olmaktan çıktı kocaman bir köy haline geldi. Dev, haddi aşan AVM’leri, siteleri TOKİ’leriyle yine de köy… Bu bile köye hakarettir. Hayır İstanbul bizzat varoşlar yumağı o kadar… Ankara hepten çıldırdı. Böyle başkent olmaz.
Bazıları başkentin değişeceğini, maazallah Atatürk’ün ruhunun muazzep olacağını, kimi sinsi Cumhuriyet düşmanlarının ve finans çevrelerinin niyetinin İstanbul’u başkent yapmak olduğunu ileri sürüyorlar….
Doğrudur, böyle hesap adamları olmadığını ileri süremeyiz.
Ben de başkentin değişmesi kanaatindeyim.
100 yıl evvel Selanik’i başkent yapsaydık, belki de kaybetmeyecektik. BİR DE DÜŞMAN POLATLI’YA DAYANDIĞINDA HÜSEYİN AVNİ BEY’İN BAŞKENTİN ANKARA’DAN KAYSERİ’YE ÇEKİLMESİ TEKLİFİNE KARŞI “DÜŞMAN POLATLI’YA DAYANDIYSA BAŞKENT’İ NİÇİN POLATLI’YA TAŞIMIYORUZ” SÖZÜNÜ HATIRLIYORUM DA ŞİMDİKİ DEVLET ERKANININ DUYARSIZLIĞINA ŞAŞIYORUM
Dolayısıyla benim derdim kadim olan Türk stratejisine uyup uymama meselesi…
Başkenti İstanbul’a taşıma merakının sadece basit bir Osmanlı özentiliğinden başka bir şey olmadığı ve bazı bankacıların fantezisi olduğunu söylemeğe bile lüzum yok
Fakat hakiki devlet adamı bana göre başkenti Diyarbakır’a taşımayı tartışır. Ama bunu uluorta yapmaz. Nasıl yapar. Planını, üç ayrı senaryosunu yani mevcut durum-iyimser durum ve kötümser durum analizi yapar sonra da kararlı uygular. DÜŞÜNSENİZE GENELKURMAY KARARGÂHI DİYARBAKIR’DA… Bu terörü Ankara’dan ‘seyretmek’ten daha evla olmaz mı?
Ama daha yaratıcı devlet adamı, Fatih damarlı Oğuz nesli Ahlat’ı başkent yapar.
Ahlat, bin yıl evvelinin stratejik merkezi… ilk başkent…
Ahlat, Van Gölünün kuzeyinde gerçek bir hat demektir ve Ahlat İstanbul’u da, Ankara’yı da gerçek kimliğine kavuşturur.
Bakın uyarıyorum!
Haykırıyorum!
Ahlat’ı başkent yapalım!
Yoksa çeyrek asır sonra 2024 romanımda yazdıklarım olacak… Ne İstanbul, ne Ankara, ne Diyarbakır, ne Van, ne Ahlat!…
Demedi demeyin…