Haberi ilk duyduğumda 1 Nisan şakası sandım.
Ben de kendisini arayıp ‘niçin imza günüme gelmedin’ diyecektim. İlk defa telefonu kapalıydı.
Genellikle o arardı.
Bıkmadan usanmadan beni ikna etmeye çalışırdı.
Cumhuriyet yeniden kuruluyordu ona göre… Savcılar, generaller, politikacılar, yazarlar tek tek kâh onun kâh benim mülahazalarımızdan nasiplerini alır; ama sonunda ülkücü bir çözümleme ile değişmez, pörsümez, yanılmaz, eskimeyen esas ittifakımızda ortak yolu bulurduk.
İlk başlarda ben onu bu sözde liberal gevezeliklerin hayâl dünyasından kurtarmaya çalışırdım. Evet kampanyalarına ve geçmişten intikam alarak kin ile dini bir araya getirenlerin ucuz lakırdılarına alet olamayacağını söyler görünenin arka yüzünü hatırlatırdım. O da Ulasalcıların, darbecilerin, ABD’nin tezgâhlarını nasıl yorumlamak gerektiğini anlatır, doğrularını kendince bana kabul ettirmeye çalışırdı.
Bazen damarıma basar eski ülkücülere verip veriştirirdi.
Ben de telefonda bile olsa ona başka hiç kimseye nasip olmayan konferansa başlardım. Hiç araya girmeden sanki k kayıt ediyormuş gibi beni dinlerdi. Bir sonraki telefon konuşmamızda anlattıklarımın hiç de boşa gitmediğini anlardım.
Kendi silah arkadaşları konusunda global statükonun aslında bütün bu perdelemelerin arkasında ne yapmaya çalıştığı hususunda uyarılarımı dinler, telefonda saatlerce konuşur, sonunda ya beni ikna etmeye yayınevine gelir, ya da gece geç vakit de olsa telefon açardı.
…
Son zamanlarda cemaate de, iktidara da gösterdiği(miz) bu kadar desteğe rağmen hâlâ kurtulamadıkları yanlışlardan, ön yargılardan ve sürüklendikleri global tezgahtan bahsediyor ve eski kabullerini gözden geçirdiğini söylüyordu.
İnançlı, bin yıllık terkibin farkında olan ve çok araştıran-okuyan bir aydındı.
Onu emekli olduktan sonra tanıdığımı zannederdim.
Muhsin başkana gelmiş, Kıbrıs’ta komutanlık yapmış bir emekli generalle yeni bir birim kurulması gerektiği ve Meclisin bu konuya el atması gerektiğini anlatıyordu.
Muhsin başkan da askerlerle olan bu görüşmede benim de olmamı istemişti.
Projeyi hararetle sunan bu iki askere başta kuşkuyla bakmıştım.
Zaten ben her askere ve her polise kuşkuyla bakardım.
Fakat giderek samimiyetini idrak ettim. Ve meğerse evvelden âşina imişiz. Dahası Harp Okulunda okurken, dahası Atatürk Lisesindeyken o bizim yazılarımızı okumuş, seminerlerimize katılmış… hatta Muhsin başkanla Harp Okulundan seçerek evlerde paylaştığımız gruplardan birindeymiş.
O bunu bilerek ve benim de bildiğimi-hatırladığımı düşünerek konuşmalarını derinleştiriyormuş. Ben sonradan anladım.
Ve samimiyetimiz böylesi bir mazi ortaya çıkınca ister istemez arttı.
İki günde bir arardı.
Beni didikler, bazı konularda görüşlerimi merak eder, bazen de beni çok sevdiği için bugün medyada arz-ı endam edenlerin yerinde benim olmam gerektiğini vurgulayarak bana yol gösterirdi. Bir ara beni Doğu Ergil ile tanıştırmak istediğini söyledi. Ben de zaten tanıştığımızı söyledim ve hocanın eski maceralarını anlattım.
Buna benzer medyada, akademi dünyasında, siyasette kişilikleri sıklıkla masaya yatırırdı. Ne de olsa bu ortamları yeni tanıyordu.
Her programı öncesi ve sonrası beni arar tenkitlerimi beklerdi.
En son Burhan Kavuncu ile birlikte çıktığımız TV-Net’teki Muhsin Başkanla ilgili yayını izlemiş ve mesaj çekmişti.
‘Abiiiiimmmmm!’ diye…
Sonra da telefonu açınca konuştuk. Yine kırk dakikayı geçti…
Şenol Yarbay tam bir ülkücü idi..
Niçin aramamıştı?. Son kitabımın imza gününde niye yoktu?
Sonra Alper hocanın birden karşıma çıkan mesajı…
Rabbim onu Mekke filmini seyrederken yanına almıştı. Ne tuhaf bir trafik kazası idi…
Asıl bundan sonraki Şenol Özbek medyayı da, bazı mahfilleri de şaşırtacaktı, olmadı… yarım kaldı…
İnna lillahi ve inna ileyhi raciun…
Mekânı cennet olsun!