Ülkücü hareketin 1980 öncesi Dünya tarihini değiştiren o kutlu mücadele dönemine ait hafızamda bir iki şey kaldı. İlki evimizin duvarına yazılan yazıları babamın beyaz kireç badana ile kapatması ikincisi ise ihtilalin hemen ertesi haftasında ilkokula başlarken annemin beni evden çıkarken kapının eşiğinde ‘necisin diye sorarlarsa Türkeşciyim demeyeceksin, Atatürkçüyüm diyeceksin’ diyerek tembihlemesiydi…
İhtilal olmuştu, ertesi hafta ilkokula başlamıştım. Seksenli yılların başlarında bu kadar araç yoktu, yollar biz çocukların futbol sahasıydı. İhtilalin o yoğun baskısı altında artık siyaset devre arasına girdiğinden en makul taraftarlık futbol üzerine idi. Sokak arası maçlarda biraz da bizden yaşça büyüklerden etkilenerek bizde taraftar oluyorduk. Gerçi o yıllarda taraftar lokalleri, şifreli maç yayınları yoktu. Maçlar tek kanalımız TRT’den şifresiz izlenebiliyordu. Ancak televizyonlar renkli olmadığından taraftarlığın bir rengi yoktu bizim nesil için, tüm takımlar siyahla beyaz arasında grinin tonlarıydı. Belki de en güzeliydi bu, hatlar bugünkü kadar keskin değildi. Bizde rakiplerimizde aynı grinin farklı tonlarıydık, o nedenle rakip takımları tutsak bile aslında biz hep aynıydık. Taraftarlığımız sokak aralarında aynı takımda maç yapmamıza da, o yoklukta bir gazozu paylaşmamıza da engel değildi. O dönemlere ait bir iki istisna olay dışında taraftarlığın yok edici nefretini hatırlamam… Sonraki yıllarda televizyonlar renklendi ve taraftarlıklar keskinleşti. Artık farklı renklerdik ve kavga başlamıştı… Farklılıklarımızın bizi düşmanlık hattına sevk etmemesi gerekirken, taraftarlık kendinden ulvi tüm değerleri öldürdükten sonra kendimizi düşmanlık hattında bulduk.
Yıllar geçti… Komşu şehirler birbirine düşman oldu, taraftar otobüsleri taşlandı. Tribünlerden hep bir ağızdan rakip oyuncuya, hakeme küfürler bir tarafa, kendi takımının oyuncusuna bile yapılan ağır küfür tezahüratları, sosyal medyadaki taraftar renkli rezillikler ve hatta taraftar cinayetleri bile artık sıradanlaştı. Taraftarlığımız centilmenliğimizi de, sportmenliğimizi de öldürdü… Artık aynı değildik…
Türk siyasetinin en eski ikinci partisi, Türk Milliyetçiliğinin Atatürk’ten sonraki yegâne temsilcisi olan MHP, belki de tarihinin en önemli kavşaklarından birinin öncesinde çok alışık olmadığı türden tartışmaları yaşamakta bugünlerde. Yıllardan beri süregelen ve 1 Kasım seçimleri ile birlikte tabandan hızla yükselen ve aynı şiddetle merkezden bastırılmaya çalışılan bir kongre veya değişiklik talebiyle karşı karşıyayız. Haklı-haksız, meşru yada değil tartışmasının ötesinde bir tehditle muhatabız. Dün aynı tahta sandalyelerin üzerinde Ocak nöbeti tutan, bir simidi üç kişi paylaşan, öncesinde birbirine atılan kurşuna siper olan Ülkücüler ‘renkli taraftarlık’ hastalığına yakalanmak üzere… Belki de bazıları yakalanmış, hatta ileri derece de hasta olanlarımız bile var. Oysa ülkücü elbet taraf olacaktır, kanaatleri ve tavrı da olacaktır. Bu ülkücünün meşru hakkıdır ve kutsaldır. Çünkü ülkücülük, ahlaklı ve şahsiyetli Türk Milliyetçisi tavrın siyasi kimliğidir.
İçinden geçtiğimiz bu süreçte siyasal mücadelesinin temeline ahlaksızlık ve şahsiyetçilik ilkelerini koyan bir hareketin mensupları bu süreçte taraftarlığın Ülkücülüğü öldürme kastına izin vermeyecektir. Bu kastın kimin tarafından geldiğinin bir önemi de değeri de yoktur. Bu kastı yok edecek ülkücülerinde kimin yanında durduğunun da bir önemi yoktur. Mesele bu süreci atlatırken sürecin sonunda hâlâ o çok değerli olan Ülküdaşlık hukukunu koruyabilmektir. MHP yönetimi, delegesi, adayları ve kadroları ile bir demokrasi ve gelecek sınavından geçerken, biz ülkücülerde bir duruş ve ilkelerinin yaşaması imtihanından geçmekteyiz. Elbette ki, hepimizin tercihleri olacak desteklediği adaylar ve kadroları olacaktır. Hatta olmalıdır ama bu bizim ülküdaşlığımızın önüne geçmemeli ve sürecin sonunda ‘Ülküdaşlık Hukuku’ kazanmalıdır.
Birbirini tanımak için işaret ve parolaya ihtiyaç duymayan, Türklük ateşi ile gözbebekleri parlayan Ülkü yiğitleri… En tepesinden en aşağısına kadar ter dökmüş, bir gün dahi bu ülkü için yüreği atmış kim varsa biz hepinizi sevdik, sizden de çok ülkülerinizi sevdik. Sizi değerli kılan mücadelenizdi, yenilgi yenilgi büyüttüğünüz zaferdi. Varsın Türklük davası mücadelemizin sonunda zahiri zaferlere, makamlara başkaları ulaşsın. Savaş meydanına atını dörtnala süren Kür-Şad’ca destanlaşan yiğitler, Allah sevdamızı ve imanımızı imtihan ediyor… Yüreği kırgın adamlar vakit bu vakittir, davranın. Davranın ki Huzur-u İlahiye gönül rahatlığı ile çıkalım. Tarihin kut almış çocukları, yüreği kırgın adamlar imtihanınız kutlu olsun…
Ülkü bahçesinden gelenler ülkü kokarlar. Bulundukları her yeri o güzel kokuları ile güzelleştiren iman erleri taraftarlık Ülkücülüğü öldürmesin diye mücadeleniz kutlu olsun…