Son dönemlerde Ülkücü Camianın yeniden başlattığı fikri mülahaza ve üretim gayreti kendi doğası gereği bazı marazları da görünür hale getirdi. Rahmetli Başbuğun Bizans’tan geçme dediği bu hastalık bünyemizi zayıf kalmasına yol açıyor. Oysa Türk soylu kafa ve gönüllerde Bizans’tan geçme hiçbir şey hayat bulamaz. Ülküdaşlık hukuku; ülküdaşın yanlışını yok, doğrularını çok yapmak azmi ve kararlılığıdır.
Ülküdaşımın yaptığı bir yanlışı yok etme yönündeki her iyi niyetli gayretin, benim yanlışımı da başka bir ülküdaşımın yok edeceği güvenini duymamı sağlamaktadır. Biz birbirimizi işaret ve parolaya ihtiyaç duymaksızın tanıyacak kadar gönüllerimizi birleştirmeliyiz. Birlikte çok olmanın kapılarını ancak Bir’de yok olmak önümüze açar. Aksi takdirde hep birlikte yok oluruz. Kemal Tahir’in “Esir Şehrin İnsanları” romanındaki kahramanın “Bir ülke batarken bir kişinin kurtulmasının ne ehemmiyeti vardır?” dediği durumdayız.
Bu şartlar altında bizim “Ülkücüyüm” dememiz bir anlamı olmalıdır.
O anlam;
- Bizi birbirimize aynı davaya bağlı olmanın çekme gücü ile bağlayan inancımızın dışa yansıması olmalıdır…
- BOP kapsamında ablukaya alınan Türk varlığına siper olmalıdır…
- Turan coğrafyasında mahzun ve sahipsizlik kaygısı taşıyan her Türk’e güven olmalıdır…
- Evine giderken çocuğuna bir çikolata götürememenin ıstırabını duyan Türk’e umut olmalıdır…
- Dünyanın neresinde bir Türk’ün saçının tek bir teline kastetmeyi düşünen varsa ona kâbus olmalıdır…
- İnsanlık adına ezilen, horlanan, zulme ve açlığa terk edilen her bir kula uzanan el olmalıdır…
Değilse bizim “Ülkücüyüm” dememizin ne anlamı olacak?… Kısır çekişmelerin, küçük hesapların şatafatlı tabelası olarak kullanılacak sıfatların önündeki ülkücünün ne anlamı kalacak…
Ülküdaşının yanlışını adabınca söyleyip düzeltemedikten, hatasını ona düşmanlık aracı olarak kullandıktan yahut hatayı dile getireni düşman olarak gördükten sonra arkasında hangi unvan olursa olsun önündeki ülkücünün ne anlamı kalacak… (örn; ülkücü aydın, ülkücü yazar, ülkücü siyasetçi vs.)
Ülküdaşımın hakkını ve hukukunu çiğnedikten onu harlayıp yok ettikten sonra, davamın kutsallarını kendi çıkarlarımın oltasının ucuna yem yapıp ülkücüyü avladıktan sonra ardına konulacak unvan ne olursa olsun önünde ülkücü denilecek neyimiz kalacak…
DOKUZ IŞIK, milletimize insan sevgisini ve insan haysiyetine sonsuz saygıyı esas alan yeni bir yol işaret etmektedir.(sf.470) Dokuz Işık’ta çerçevesini bulan Ülküdaşlık hukukunun olmadığı yerde güçlünün zayıfı yediği tabiat kanunları hayat bulur. Bu hayatta ise ülkücü yaşamaz. Ülkücünün yaşam alanı Dokuz Işık’ta kaynağı işaret edilmiş şahsiyetçi tavırdır.
Ülkücüyü yaşatalım ki Türk Milleti yaşasın…