İlahi dinlerin hepsi savaş esaslı değil, barış esaslıdır.
Tanrı tüm insanların kavgayla değil, geçim içinde yaşamalarını ister.
Dini ve insani düzenlemelere göre barışı bozmayacaksın; başkaları sana saldırırsa nefsini koruyacaksın, daha ileri gitmeyeceksin.
Savaş ve kavga çağrışımları insanların psikolojisini bozar. Kavgalar insan ve ulusların belleğinde acılı, unutulmaz izler bırakır.
Ölümcül gelişmeler insanların ve ulusların ekonomik, kültürel ve sosyal varlıklarında çöküntüler yaratır.
Güvercin resmi kartal resminden daha sevimlidir.
İnsanlığın çektiği sıkıntılar emperyalist/sömürgeci/yayılmacı emellerin acı meyveleridir. Emperyalizm bitmedikçe mutluluk yok. Bu yüzden sömürgeciliği yok etmek, insanlığın ortak hedefi olmalıdır.
Bilinen savaş ve sıkıntıların tetikleyicileri çokça fanatik Museviliktir. (Siyonizm) 2021 yılının Filistin’deki Arap-İsrail katliamı Siyonist özelliklidir ve tabii onaylanamaz, katiller asla hoş görülemez.
Bu genellerden sonra özelimize (Yazımızın başlığına) dönelim.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş 13.05.2021 günü siyah bir cübbe, beyaz bir sarık, yakasız bir gömlek ve uzunca bir kılıçla Ayasofya’nın minberine çıktı, Ramazan Bayramı hutbesini okudu.
Burada kulak, göz ve aklımıza takılan birkaç hususa değineyim.
Diyanet, din görevlileri, kendilerini “dindar” olarak tanıtan basın-yayın organları ile yandaş medya, Ayasofya Camisi için “Ayasofya-i Kebir-i Cami-i Şerifi” deyimini kullanıyorlar. Bu deyimin Türkçesi: Kutsal Büyük Ayasofya Camisi demektir. Türkçesi varken, neden Arapçasını kullanıyoruz, Arapça kullanınca bir sevap yahut kazancımız mı olacak? Hayır. O halde-velev ki bir caminin adını kullanırken olsun- Arapça kullanmak özentidir, cahilliktir, ahmaklıktır.
Neye özenti var? Arapçaya. Neyin cahilliği var? Eğitim ve öğretimin. Neyin ahmaklığı var? Kimliksizliğin.
“Efendim bu ecdat dili, ne var bunda?”
Senin ana-babalarından öğrendiğin bir Türkçe yok mu? Niye silikleşiyorsun?
Ali Erbaş’ın gömlek ve cübbesine baktım, yakasız; Gömleği Araplarınki gibi. Siyah cübbesini görünce haham ve papazları hatırladım. İslamiyet Arabistan’da gelmiş, Araplar yakasız gömlek giymiş ve giyiyorlar ise; sen, yakasız gömlek giyersen, “İslamî” bir gömlek mi giymiş olursun?
Hayır, o gömlek İslamî filan değildir. Ben o yakasız gömleğe, bizi Araplaştıran bir tercih derim. Bugün tüm uygar dünyanın bir giyiniş tarzı var. O giyiniş; yakalı gömlek, gömleğe takılan kravattır. Türk milleti akıl ve irfanıyla olduğu kadar giyinişiyle de uygar dünyada yerini aldı.
Büyük bir kamu kuruluşunun başkanı olarak böylesi özel günlerde niye yakalı gömlek giymiyor, kravat takmıyorsun? Halkımıza iyi örnek olmanız gerekir ama nerde o ince düşünce? Esasen siz bize iyi değil kötü örnek oluyorsunuz. Bizi birlik, sevgi-saygı içine çekmede bize kötü örneksiniz.
Bir zaman o minberde imalı sözlerle Atatürk’e rahmet yerine “lanet” okumuştunuz. 23 Nisan 2021Cuma günkü hutbelerinizde, TBMM’ini dualarla açan Atatürk’ün adına hiç yer vermediniz. Bugüne kadar “Mustafa Kemal, Atatürk” bile diyememiştiniz.
Kısacası, birileri bizi dil ve görünüşleriyle Araplaştırmaya, birliğimizi bozmaya çalışıyor. Bu çalışma bizi, zamanla biz olmaktan çıkarırsa; o zamanın emperyalistleri bizi bugünkü Arap ve Filistinlilerin durumuna düşürür.
Sonra o boyu boğazınıza kadar uzanan kılıcın ne işi var minberde? Hz. Muhammed’in hayatında böyle bir örnek yok. O, mescidin önünden geçen insanlara bile savunma/saldırı araçlarını tutmalarını istemişti. Hangi şartlar altında olursa olsun, İslam dininin öncüleri barışı sembolize edecekler. Neymiş efendim, “Osmanlı geleneği” imiş. Siz Hz. Muhammed’in öğrettiği gerçek İslam’a mı özeneceksiniz, “Gelenek” dinine mi?
Başkan’ından hocalarına kadar Diyanet’in personeli şimdi Müslümanlara zafer, İsrail’e lanet diliyor. Bu yıllardır, aylardır böyle. Dualarımız hiç kabul oldu mu? Hayır! Bu gidiş gösteriyor ki, bundan sonra da kabul olmayacak.
Niçin ve nedenini söyleyeyim.
Allah diyor ki: “Onlara (Düşmanlarınıza) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları (Savaş teknolojisi; füze vs.) hazırlayın.” (Enfal: 8/60)
Karşımızdakiler en gelişmiş uçak, füze ve silahları üretmişler, biz Müslümanlar çok gerilerde kalmışız; bilim ve teknolojiye gereken önemi vermemişiz. Öyle ise İsrail vuracak, Filistinliler ölecek. Bizim dualar da boşa gidecek. O sloganlar; “Tekbiiir! Ya Allaah!..” sözleri işe yaramayacak. Evrende mutlu olacaksak, tabiatın yasalarıyla paralel olacağız; dünya-ahiret ayırımı yapmayacağız, bilim ve teknolojiden geri kalmayacağız.
Bir-iki yıl kadar önce bir yazımda demiştim ki: Diyanet her yere Kuran Kursu ve cami yaptırıyor. Ne olur Diyanet bir de Fen Fakültesi yaptırsın, 8-10 Fen Lisesi, Endüstri Meslek Lisesi’nin açılmasına öncülük etsin!..
Yok böyle bir düşünce. İnsan bir aylığına olsun böyle bir düşünceye girer. Halkımız: “Diyanet söylüyor. Fen-Bilim ile uğraşmak da dinin gereği imiş. Bak Diyanet Fen Fakültesi yaptırdı” desin. Bunu düşünmek, böyle güzel bir adım atmak günah mı olur, Diyanet’i dinden mi çıkarır?
Ramazan ayı içinde haber olmuştu. Diyanet, günlüğü 30-35 bin liraya modern bir tekne kiralamış, onunla boğazlardan görüntüler almış, TRT DİYANET gibi yerlerde halkımıza izletmiş. Bu kafa bizi taş devrine götürür, kafalarımızı mağaradaki taşlarda parçalatır. İnsan biraz daha akıl ve vicdan sahibi olur, biraz daha Allah korkusu taşır. Emeklerinizin bir kısmı ile milletten aldığınız paraların bir kısmını işe yarayacak yerlere harcayın.
Bir iki yıl geriye gidip hatırlayalım; Türkiye’de TÜBİTAK liseler arası bir bitki (Taze Fasulye) yetiştirme yarışı açmıştı. TÜBİTAK o zaman birisi Marmara, diğeri Akdeniz bölgesinden olmak üzere iki İmam-Hatip Lisesi’nden 3-5 öğrenciye birincilik ödülü vermişti. O öğrenciler fasulyecilikte nasıl derece kazanmışlardı biliyor musunuz? Fasulyelere Fatiha okumuşlar. “Okunmuş (belki üfürüklü) fasulyeler de bu yüzden çok büyümüşler” de ondan.
Şu hale bakın, hurafeler toplumu sarıyor. Biz camilerde sabah-akşam “kafirlere” beddua ededuralım, kafirler yakında bu Müslümanların çoğunu ezecek, geride kalanlar ölenlerin ruhlarımıza mezarlarda fatiha okuyacaklar.
Bugünkü Diyanet’in “İslam/Din” anlayışı Türkiye’yi çıkmaza itiyor. Biz bu yanlışlara “evet” dedikçe, daha dünyada iken cehennem ülkesi olacağız. Sadece biz mi? Bizimle birlikte diğer “İslam ülkeleri” de böyle olacak.
Gerçi dünyanın bugünkü İslam ülkeleri çoktan cehennem ülkesi oldu ya…
Varlık ve yaşamımızı kişilere, asılsız kuruluşlara, hurafelere ve dinsel uydurmalara bağlarsak daha kötü oluruz. Düşünmek, kaderimize el koymak…
İlk adımlarımızdan birisi bu olmalıdır diye düşünüyorum.