Milli Değerlerimizi Nasıl Koruyabiliriz?

 

Milli değerlerimizin en önemlilerinden olan vatanımızın bütünlüğü, milletimizin birliği, devletimizin tekliği birbirleriyle son derece ilgili ve bağlantılıdır. Bu üç değerin ancak hepsini  birlikte koruyabiliriz. Birisini/ikisini korumakta acze düştüğümüz anda diğerini/diğerlerini de korumak imkânsız hale gelir. Vatanımızın bütünlüğünü koruyamazsak, milletimizin birliğini ve devletin tekliğini koruyamayız. Gene, milletimizin birliğini koruyamadığımız da vatanın bütünlüğü ve devletin tekliğinin korunması da tehlikeye girer. Aynı durum, devletin tekliği açısından da geçerlidir. Yani, devletin tekliğinin tehlikeye düşmesi, vatanın bütünlüğü ile milletin birliğini tehlikeye sokar.

Birbiriyle bağlantılı bu üç milli değerimizi birlikte koruyabilmek için millet, ülke ve devlet olarak yapmamız gereken asgari işler şunlardır:

  • Bölücü terör örgütü PKK’nın kökünü kazımak için her türlü ciddi tedbir alınarak bu terör örgütü tarihin çöplüğüne gönderilmelidir. PKK, yukarıda belirttiğimiz milli değerlerimizin üçünü de tehdit etmektedir. PKK, yok edilmeden vatanımızın bütünlüğünü, milletimizin birliğini, devletimizin tekliğini koruyabilmek hiçbir şekilde mümkün değildir.
  • PKK’yı yok edebilmek sadece yurt içinde terörist öldürmekle mümkün değildir. PKK’yı yok edebilmek için bu hain örgütün Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’deki kampları, tesisleri, uzantıları dümdüz edilmeli, buralardaki lider kadroları yakalanarak Türk adaletinin önüne çıkarılmalıdır.
  • PKK’nın kökünü kazımak için yukarıda belirtilenlere ek olarak, bu hain örgütün para kaynakları kesinlikle kurutulmalı, PKK’ya destek veren işadamı, bürokrat, siyasetçi vb. herkes yakalanarak adalet önüne çıkarılmalıdır.
  • PKK’ya destek veren ülkelerle ciddi müzakereler yapılarak bu hain örgüte verdikleri desteklerin son bulması sağlanmalıdır.
  • Atatürk’ün “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!” vecizesinin içi doldurularak tüm vatandaşlarımıza Büyük Türk Milleti’ne mensup olma şuuru kazandırılmalıdır.
  • Devlet yönetiminde azınlık yaratmaya elverişli (Kürtçe televizyon, Kürtçe eğitim vb.) her türlü uygulama kesin olarak sona erdirilmelidir.

Milli değerlerimizin en önemlilerinden birisi olan Büyük Önder Atatürk’ün korunması da son derece önemlidir. Türk Milleti’ne düşman olan iç ve dış mihraklar, bu düşmanlıklarını Atatürk üzerinden yapmaktadırlar. Başka bir ifadeyle, Atatürk’e düşmanlık yapanlar, aslında Türk Milleti’ne düşmanlık yapmaktadırlar. Bunun sebebi de Atatürk’ün Türk Milleti’ni yok olmaktan kurtarması, “Türk” adıyla yeni bir devlet kurması, Türk Milleti’ne padişahın tebaası-kulu olmadığını, bu aziz vatanın sahibi olduğunu öğretmesi, Türk Kimliği’ni yeniden kazandırmasıdır.

Atatürk’ü korumak için yapmamız gereken asgari işler şunlardır:

  • Atatürk’ü Koruma Kanunu kaldırılmalıdır. Atatürk düşmanları, bu kanunu gerekçe göstererek sanki Atatürk’ün gizlenecek yönleri varmış gibi çeşitli soru işaretleri yaratarak Atatürk’ü zan altında bırakma gayreti içerisindedirler. Bu kanun kaldırıldıktan sonra herkes eteğindeki taşları döksün. Bu milletin Ata’sını seven değerli evlatları, Atatürk’e yapılacak her saldırıyı karşılayacak, yapılacak her iftirayı çürütecek bilgi birikimine sahiptirler. Kaldı ki, Aziz Atatürk’ün korunmak için bir kanuna da ihtiyacı yoktur. Çünkü, O’nun her yaptığı, her söylediği apaçık meydandadır.
  • Tarih, İnkılap Tarihi, Sosyal Bilgiler vb. derslerin müfredatı Atatürk’ün hayatını hikâye olmaktan çıkaracak, Atatürk’ün temel görüşleri, ilkeleri ve vatanımız, milletimiz, devletimiz açısından hayati önem taşıyan icraatlarını öğretecek şekilde öğrencilerin seviyesinde gayet açık ve net olarak yeniden düzenlenmelidir. Elbetteki bu görev, Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK’e düşmektedir. Bu kurumların görevlerini yapmaması halinde Atatürkçü, milliyetçi aydınlar bu görevi, Atatürkçü Düşünce Derneği, Türk Ocakları vs. kurumlar aracılığıyla kendileri yerine getirmelidirler.
  • Piyasada Atatürk’ü doğru tanıtan kitaplar vardır. Ama, yeterli değildir. Atatürkçü, milliyetçi aydınlar bu konuda da sorumluluk üstlenmeli, Atatürk’ün fikirlerini açıklayan kitaplar yazılarak piyasaya sürülmelidir.
  • Atatürk’ü her yönüyle iyi tanıtacak film ve televizyon dizileri mutlaka yapılmalıdır.
  • Özellikle Siyasal İslamcılar, açık veya örtülü biçimde Atatürk’ü karalamak, milletin gözünden düşürmek, yaptığı işleri önemsiz göstermeye çalışmak için iftira, yalan-dolan dahil her türlü yönteme başvurmaktan geri durmamaktadırlar. Atatürk hakkında yayılmaya çalışılan bu iftira, yalan-dolan her türlü hususu çürütecek faaliyetler sürekli olarak planlanıp icra edilmelidir. Bu konudaki faaliyetler sınırlı değildir. Kitap-dergi-gazete çıkartma, paneller-konferanslar düzenleme, televizyonlarda açık oturumlar tertip etme vb. her türlü faaliyet yapılabilir.
  • Atatürk aleyhinde kasıtlı olarak iftira, yalan propaganda faaliyetleri yürütenler hakkında adli makamlara suç duyurusunda bulunmak zorunludur. Bunu yapmadığımız takdirde Atatürk düşmanları meydanı boş buldukları için daha da azgınlaşacaklardır.

Şanlı bayrağımız da çok önemli bir milli değerimizdir. PKK’lı bölücüler, bayrağımızı aşağılamak, hakaret etmek, bayrağımızı çiğnemek vb. haince davranışlarını her fırsatta tekrarlamaktadırlar. Siyasal İslamcılar ise bayrağın manevi değeri olmadığını saçma gerekçelerle açıklamaya çalışarak  bayrak sevgisini milletimizin gönlünden silmeye çabalamaktadırlar.

Bayrağımızı korumak için yapılabilecek faaliyetler kanaatimce şunlardır:

  • Türk Bayrağı’nın taşıdığı anlam ve önemini anlatan şiir, yazı, destan, roman, hikaye vb. her türlü yazılı edebi eser gazete, dergi, kitap, radyo, televizyon vs. her türlü medya aracından yararlanarak Türk Milleti’nin tüm fertlerine, özellikle çocuklara ve gençlere ulaştırılmak suretiyle bayrak sevgisi ve şuuru yaygınlaştırılmalıdır.
  • Türk Bayrağı özellikle milli günlerde, bayramlarda, milli konuların işlendiği ve konuşulduğu ortamlarda yoğun bir şekilde göndere çekilmek, duvarlara ve balkonlara asılmak, ellerde dolaştırılmak vs. suretiyle her şekilde kullanılmalıdır.
  • Her eve bir bayrak kampanyası ile her eve en az bir bayrak girmesi sağlanmalıdır.
  • İşyerlerine milli gün ve bayramlarda bayrak asma mecburiyeti getirilmelidir.
  • Türk Bayrağı’na hakaret eden, bayrağı yere atıp çiğneyen, kirleten hainlere karşı en ağır cezaların verilmesi için hukuki imkanlar sonuna kadar kullanılmalıdır.

Türkçe’yi korumadan Türklüğü korumak kesinlikle mümkün değildir. Çünkü, Aziz Atatürk’ün de çok veciz olarak ifade ettiği gibi Türk demek, Türkçe demektir. Kökeni ne olursa olsun bir kimsenin Türk olabilmesi için Türkçe’yi sevmesi ve Türkçe konuşması olmazsa olmaz bir şarttır. Türklüğü korumak için Türkçe’yi korumak zorunlu olduğu gibi dolaylı olarak Cumhuriyeti korumak için de Türkçe’yi korumak zorunludur.

Selçuklu İmparatorluğu ve Anadolu Selçuklu Devleti’nde resmi dil ve edebiyat dili Farsça, din ve bilim dili Arapça idi. Türkçe ise sadece günlük konuşma dili idi. Bu iki devletin ikisinde de kurucular ve halk Türk olduğu halde Türkçe’nin resmi dil, edebiyat dili, bilim dili olmaması hiçbir gerekçe ile izah edilebilecek bir durum değildir. Hiç kimse Türkçe’nin resmi dil, edebiyat dili, bilim dili olmaya yeterli olmadığını iddia edemez. Türkçe’nin hem resmi dil, hem de edebiyat ve bilim dili olmaya yeterli, zengin bir dil olduğunu 1008 – 1105 yılları arasında yaşamış olan büyük Türk Dil Bilgini Kaşgarlı Mahmut, Divan-ı Lügat-i Türk isimli eserinde açık ve kesin olarak ispatlamıştır. Türkçe’nin güçlü ve zengin bir dil olmasına rağmen Farsça’nın resmi dil ve edebiyat dili, Arapça’nın din ve bilim dili olarak kullanılması Türk Milleti’nin aziz fertleri için herhalde övünülecek bir durum değildir. Her Türk, bu konu üzerinde derin derin düşünmeli, gerekli dersleri çıkarmalıdır.

Selçuklu İmparatorluğu ve Anadolu Selçuklu dönemlerinde Türkçe’nin sadece günlük konuşma dili olması, elbette gelişmesini ve zenginleşmesini önlemiştir. Bunun yanında binlerce, belki de on binlerce Farsça ve ve Arapça kelimenin dilimize yerleşmesine sebep olmuştur.

Osmanlı Devleti döneminde resmi dil  ve edebiyat dili Türkçe, din ve bilim dili ise Arapça idi. Ancak, resmi dil ve edebiyat dili olarak kullanılan Türkçe’nin içinde çok sayıda Arapça-Farsça kelime ve tamlama kullanılıyordu. Türkçe’nin bu şekilde kullanılışına Osmanlı Türkçesi veya Osmanlıca deniliyordu. halkın bu Türkçe’yi anlaması oldukça zor, hatta imkansız denilebilecek durumda idi. Devlet memurları, şair ve sanatçılar resmi yazışmalarda bu dili kullanırlarken günlük olarak halkın bildiği, konuştuğu Türkçe’yi kullanıyorlardı. Devlet organlarının resmi yazışmalarında, şair ve sanatçıların eserlerinde bu ağdalı Osmanlı Türkçesi’ni kullanmaları, medreselerde Arapça’nın bilim dili olarak kullanılması da Türkçe’nin gelişmesini ve zenginleşmesini önlemiştir. Bu dönemde de dilimize binlerce Arapça, Farsça kelime girmiştir.

19. Yüzyılda Tanzimat’tan sonra Osmanlı Devleti’nde bir Batı özentisi başlamıştır. Bu Batı özentisi her alanda olduğu gibi dil alanında da yoğun bir şekilde yaşanmıştır. O dönem daha çok Fransızca bilmek ve Fransızca konuşmak modern olma göstergesi olarak algılanmıştır. Bu nedenle dilimize pek çok Fransızca kelime girmiştir.

20 Yüzyıl başlarında Türkçülük akımının önde  gelen fikir ve sanat adamları Genç Kalemler Dergisi etrafında toplanarak “Yeni Lisan” hareketini başlatmışlardır. Yeni Lisan Hareketini başlatanların amacı, Türkçe’nin sadeleşmesini sağlamak ve sadeleşmiş Türkçe ile milli bir  edebiyat yaratmaktır. Yeni Lisancılar, Türkçenin sadeleşmesi için şu ilkeleri kabul ve ilân etmişlerdir:

1-      Arapça ve Farsça gramer kurallarının kullanılmaması, bu kurallarla yapılan terkiplerin kaldırılması,

2-      Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçede söylendikleri gibi yazılması,

3-      Başka Türk Lehçelerinden kelimeler alınmaması,

4-      İstanbul konuşması esas alınarak yeni bir yazı dilinin meydana getirilmesi,

5-      Dil ve edebiyatın doğu-batı taklitçiliğinden kurtarılması,

Türk şair, yazar ve fikir adamları arasında kısa zamanda yayılan bu yeni lisan ve millî edebiyat anlayışı, bir edebiyat akımı halini almış ve devrin hemen bütün şair ve yazarları bu anlayışla eserler vermişlerdir. Bu dönemde sade dille eser veren şair ve yazarlardan bazıları şunlardır: Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Faruk Nafiz, Halit Fahri, Orhan Seyfi, Yusuf Ziya, Enis Behiç, Halide Edip, Yakup Kadri, Refik Halid, Reşat Nuri, Yahya Kemal; Türkçü hareketin içinde bulunmamakla beraber Mehmet Akif, Süleyman Nazif ve daha birçok isim.

Günümüz Türkçesi’nin sadeleşmesinde ve gelişmesinde Yeni Lisan Hareketi ilk devre, başlangıç devresi olarak düşünülürse, ikinci devresi de 1930’larda başlayan “Dil İnkılâbı” devresidir. Bu devrede Atatürk’ün öncülüğü ile Türkçeye devlet elî uzanmış, sadeleşme ve Türkçecilik bir “devlet politikası” haline getirilmiştir. 1928’de Lâtin Alfabesi’nin kabulü ve 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin ve 1936’da Türk Dil Kurumu’nun kuruluşu, Türkçenin sadeleştirilip zenginleştirilmesi yanında araştırılıp incelenmesini de sağlamıştır.

Atatürk’ün vefatından sonra “dilde sadeleşme” politikası rayından çıkarılmış, “Öztürkçecilik” adı altında büyük bir tasfiyeye başlanmıştır. “Kökeni Türkçe değil” gerekçesiyle halkın yüzyıllardır bildiği ve kullandığı, masallarımıza, türkülerimize, destanlarımıza kadar girmiş ve her yönüyle Türkçeleşmiş binlerce, on binlerce kelime dilimizden atılmaya, yerine Türkçe denilerek aslen Moğolca olan birçok kelime dilimize sokulmaya çalışılmıştır. Doğal olarak bu çalışmalar, dilimizde büyük bir kaos yaratmıştır.

Gene, Atatürk’ün vefatından sonra ülkemiz ve milletimiz, medenileşme-modernleşme propagandasıyla Batı’nın etki alanı içine sokulmuştur. Bu propagandayla ülkemiz ve milletimiz üzerinde müthiş bir Batılılaşma programı uygulanmıştır. Batılılaşmak için en az bir batılı dili bilmenin zorunluğu olduğu imajı adeta beyinlere kazınmıştır. Bu imaj, “BİR DİL BİR ADAM, İKİ DİL İKİ ADAM” sloganıyla milletimize kabul ettirilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’na kadar İngiltere’nin, sonrasında da Amerika’nın süper güç olması nedeniyle milletimize dayatılan yabancı dil İngilizce olmuştur. Halen de öyledir.

Yukarıda açıkladığımız dayatma nedeniyle hiç ihtiyaç olmadığı halde yüzlerce, binlerce kelime İngilizce’den dilimize girmektedir. Bunun böyle devam etmesi halinde 50-100 yıl sonra Türkçe iyice fakirleşecek, sadece günlük konuşulan bir dil haline gelecektir.

Peki, açıkladığımız sakıncaları giderebilmek, Türkçe’mizi güçlü ve zengin haline getirebilmek için neler yapabiliriz? Bu konuda naçizane ortaya koyabileceğim düşüncelerim şunlar:

  • Milli Eğitim Bakanlığı, Türkçe’nin iyi öğrenilmesi, iyi kullanılması konularında yüksek bir hassasiyet göstermeli; sadece Türkçe ve Edebiyat öğretmenlerinin değil, tüm öğretmenlerin  Türkçe’yi iyi öğrenmeleri ve iyi kullanmaları konusunda gerekli hizmet içi eğitim, seminer vb. çalışmaları yapmalıdır.
  • Tüm resmi ve özel okullarda sınıfı geçmenin ilk ve değişmez şartı Türkçe’yi iyi bilmek ve kullanmak olmalıdır. Türkçe’yi iyi bilmeyen ve kullanmayanlar hiçbir sınavda başarılı sayılmamalıdır.
  • Kamu kurumlarına memur alımında yazılı ve sözlü sınavlarda  Türkçe’den 100 üzerinden 80 ve üzerinde puan alanlar başarılı sayılmalıdır . Ancak, gerçek başarının tespiti için sözlü sınavlar mutlaka videoya kaydedilmeli, hak kayıplarının  önüne geçilmelidir. 
  • Resmi ve özel televizyonlarda haber ve program sunucusu olacak kişiler mutlaka RTÜK tarafından belirlenecek bir kurumda Güzel Türkçe konuşma eğitimden geçirilmeli, bu eğitimde başarılı olamayanlar sunucu olamamalıdır.
  • Türkçe’nin iyi öğrenilmesi ve doğru konuşulup yazılması konularında kamu spotları hazırlanarak sürekli bir biçimde resmi ve özel televizyonlardan yayınlanması sağlanmalıdır.
  • Kamuoyundaki yabancı dil çılgınlığının önüne geçebilmek, asıl olanın Türkçe’nin iyi öğrenilip doğru kullanılması olduğunu anlatabilmek   için resmi ve özel televizyonlarda bu konu ile ilgili eğitici yayınların yapılması sağlanmalıdır.
  • Türk Dil Kurumu’nun dilimize henüz girmemiş yabancı kelimelere bulduğu Türkçe karşılıkların yerleşmesi için resmi ve özel tüm kurumların katkıda bulunmalarının sağlanmalıdır.
  • Türkçe konusunda hassasiyet taşıyan milliyetçi, Atatürkçü kurum ve kuruluşların gerek devlet kurumları, gerekse özel kurum ve kişiler nezdinde Türkçe’nin korunması, geliştirilmesi, Türk Dil Kurumu’nun dilimize henüz girmemiş yabancı kelimelere bulduğu Türkçe karşılıkların yerleşmesi vb. hususlarda yoğun ve devamlı çalışmalar yapmaları sağlanmalıdır.
  • Türkçe konusunda hassasiyet taşıyan milliyetçi, Atatürkçü bireyler Türkçe’nin korunması ve gelişmesi konularında mümkün olan her türlü çalışmayı yapmalıdırlar.

Milli değerlerimizden Türk Kimliği ile Türk Kültürünü korumak birbiriyle ilgili ve bağlantılı hususlardır. Türk Kimliğini, ancak Türk Kültürüyle, Türk Kültürünü de ancak Türk Kimliği ile birlikte koruyabiliriz. Başka bir ifadeyle, Türk Kimliğini korumak, aynı zamanda Türk Kültürünü, Türk Kültürünü korumak da aynı zamanda Türk Kimliğini korumak demektir. Bu sebeple her iki konuyu birlikte açıklamak istiyorum.

Osmanlı Devleti, çok milletin ve çok kültürün yaşadığı bir imparatorluk haline geldikten sonra Osmanlılık ön plana çıkmaya başladı. Bunun tabii bir sonucu olarak da  Türklük geri plana itilmiş oluyordu. Özellikle 18. Ve 19. yüzyıllarda Türklük, geri plana atılmanın ötesinde kötülenen, aşağılanan bir kimlik olmuştur. Osmanlı, Türklere “Etrak-ı bi idrak” yani, “İdraksiz Türk” derdi. Büyük Önder Atatürk, yalnız Cumhuriyet’i kurmakla kalmamış, Aziz Türk Milleti’ne kimliğini yeniden kazandırmıştır. Atatürk sayesinde Türk Kimliği, Türk Milleti için bir övünç kaynağı haline gelmiştir.

Özellikle son 30-40 yıldır Türk Kimliği’ne karşı, “Türkiye’de yaşayanların hepsinin Türk olmadığı, Türkiye’de Türklerle birlikte 36 etnik grubun yaşadığı, sonuç olarak Türkiye’nin sadece Türklerin değil, 36 etnik grubun ortak vatanı olduğu, bu nedenle Türklüğün üst kimlik olamayacağı vb.” hain propagandalar yapılmaktadır. Bu hain propagandaları yapanlar, inandırıcı olabilmek için her birisi Türk Milleti’nin ayrılmaz parçası olan “Yörük, Türkmen, Azeri, Tahtacı, Karakeçili, Sarıkeçili, Terekeme, Karapapak vb. grupları da etnik grup olarak saymakta bir sakınca görmemektedirler. Halbuki, bu saydıklarımız ayrı etnik grup değil, hepsi yüzde yüz Türk olan topluluklardır.

Türk Kimliğine yapılan saldırılar aynı zamanda Türk Kültürüne de yapılmış saldırılardır. Çünkü bir topluluğu Türk saymadığınız zaman o topluluğun geleneklerini, göreneklerini, müziğini, folklorunu da Türk saymamanız doğal bir sonuçtur.

Türk Kimliği’nin ve Türk Kültürü’nün korunması konusundaki düşüncelerim de özet olarak şunlardır:

  • Türk Kimliği ve Türk Kültürü konusunda hassas olan her Türk vatandaşı, her zaman ve her yerde şerefli Türk Milleti’nin bir ferdi olduğunu açıkça söylemeli, bu konuda hiçbir şeyden çekinmemelidir.
  • Türk kelimesinin gerekli olduğu her yerde kullanılması konusunda herkes en yüksek hassasiyeti göstermeli, meşru olan her çabayı yerine getirmelidir.
  • Andımızın ilkokullarda okunması konusunda herkes üstüne düşeni yapmalıdır.
  • Türk Kimliğinin ve Türk Kültürünün sembolü olan her şeyin her yerde ve her ortamda teşhir edilmesi konusunda herkes üstüne düşeni yapmalıdır.
  • İstiklal Marşı, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi, 10. Yıl Marşı uygun olan her yerde ve her ortamda okunmalı; çerçeve halinde duvarlara asılmalıdır.
  • Her milliyetçi, Atatürkçü birey İstiklal Marşı, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi, 10. Yıl Marşı’nı ezberlemeli, çevresindeki kişilere de ezberlemesini tavsiye ve teşvik etmelidir.
  • Milliyetçi ve Atatürkçü bireyler, Türk Kültürünü yansıtan destan, masal, hikaye, şiir vs. eserleri okumalı, okunması için de çaba göstermelidir.
  • Henüz tespiti yapılmamış Türk Kültürüne ait her türlü bilgi, belge kayda geçirilmesi için ilgili makam ve kurumlara verilmeli veya bildirilmelidir.
  • Türk Kültürüne ait her türlü mimari ve sanat eserinin korunması, güzelleştirilmesi için herkes hassasiyet göstermeli, üstüne düşeni eksiksiz yapmalıdır.
  • Halk arasında yaşayan türkü, mani, masal, gelenek, görenek vb. hususların yaşatılması, tanıtılması ve derlenmesi için TRT dahil tüm kamu kurumlarına bilgi verilmeli, yardımcı olunmalıdır.

Milli değerlerimizin korunması için neler yapılması gerektiği ve neler yapılabileceği hususlarındaki fikir ve görüşlerimi elimden geldiğince ifade etmeye çalıştım. Amacım, bu konuda bir kamuoyu oluşmasına katkıda bulunabilmektir. Bunu başarabildiysem kendimi mutlu addedeceğim. Eksiklerimin ve yanlışlarımın olması normaldir. Siz değerli okuyucularımın olumlu eleştirilerine açık olduğumu belirtmek isterim.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!