Siyasal İslamcılar, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti sürekli aşağılarlar. Buna karşılık Osmanlı Devleti’ni yüceltirler. Siyasal İslamcılar, Osmanlı Devleti’nin Türk olmayan unsurları, özellikle gayrı müslimleri asimile etmemesini, bu unsurları dillerinde ve dinlerinde serbest bırakmasını bir meziyet olarak göstererek Osmanlı’yı yüceltmelerinin bir gerekçesi yaparlar.
Osmanlı’nın Türk olmayan unsurları asimile etmemesini herkes kendi dünya görüşüne göre yorumlayabilir. Ben, bir Türk Milliyetçisi olarak bu hususu Türk Milleti’nin çıkarları açısından yorumlamak durumundayım. Çünkü, Türk Milliyetçiği ideolojisi bunu gerektirmektedir.
Osmanlı Devleti, gerek Balkanlar’da gerekse Anadolu’da hiçbir etnik ve dini grubu asimile etmeye çalışmamıştır. Osmanlı’nın asimile etmediği bu etnik ve dini grupları Müslüman ve gayrı Müslim olarak ikiye ayırmak mümkündür. Gayrı Müslimler, Rumlar, Sırplar, Bulgarlar, Ermeniler vs. ve Müslimler ise Araplar, Arnavutlar, Boşnaklar, Kürtler vs. gruplardan oluşmaktadır.
Osmanlı’nın Türk olmayan unsurları asimile etmemesinin meziyet mi, kusur mu olduğunu tespit edebilmek için bazı tarihi gerçekleri hatırlamak zorunludur. Bu tarihi gerçeklerin sonuçlarına göre bir karar vermek daha doğrudur, diye düşünüyorum.
Öncelikle, Balkanlar’da meydana gelen bazı tarihi gerçekleri hatırlayalım.
· Yunanlılar, 1820 yılında Mora Yarımadası’nda bağımsızlık için ayaklandılar. Bir dizi gelişmenin sonunda 1829 yılında Yunanistan, bağımsızlığını kazanarak Osmanlı Devleti’nden koptu.
· 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sırasında Bulgarlar ve Sırplar Ruslarla işbirliği halinde Osmanlı Ordusu’na karşı savaştılar. Bu savaş sırasında Rusların ve Bulgarların işbirliği sonucunda yüzbinlerce Müslüman Türk yerlerinden yurtlarından koparıldı. Bunların pek çoğu Rus ve Bulgar zulmü nedeniyle hayatını kaybetti. Canlarını kurtarabilenler, her şeylerini bırakarak İstanbul’a ve bazı Anadolu şehirlerine, köy ve kasabalarına sığınabildi.
· 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sonunda Osmanlı Devleti yenilgiyi kabul ettiği için Sırbistan, Romanya ve Karadağ’ın bağımsızlığını ve Bulgaristan’ın yarı bağımsızlığını kabul etmek zorunda kaldı. Bu anlaşma ile Bosna- Hersek, Osmanlı Toprağı sayılmakla birlikte yönetimi geçici olarak Avusturya’ya bırakıldı.
· 1912-1913 Balkan Savaşları sonunda Osmanlı Devleti, tarihinde en büyük toprak kayıplarından birisini yaşamıştır. Bu savaşlar, iki aşamalıdır. Önce, Birinci Balkan Savaşı, ardından İkinci Balkan Savaşı yaşanmıştır. Birinci Balkan Savaşı sonunda Arnavutluk bağımsızlığını kazanmış, Girit Adası Yunanistan’a verilmiş; Osmanlı Devleti, Midye-Enez hattı sınır olmak ve Edirne ve Kırklareli illerini dışarıda kalmak üzere Balkanlar’daki tüm topraklarını kaybetmiştir. Osmanlı Devleti, İkinci Balkan Savaşı’nda Edirne ve Kırklareli’ni kurtarabilmiştir.
Balkanlardaki gelişmeleri inceledikten sonra şimdi de 1. Dünya Savaşı’ndaki gelişmeleri inceleyelim.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğu Anadolu’da Ermeniler, Rus Ordusu ile işbirliği yaparak Türk Ordusu2nu arkadan vuruyorlardı. Bu nedenle, Türk Ordusu, Ruslara karşı etkili bir harekat yürütemiyordu. Bu sıkıntıyı gidermek için Osmanlı Hükümeti, 1915 yılında Ermeni nüfusun Suriye’ye tehciri uygulamasını başlatmak zorunda kaldı. Bu uygulama sırasında iklim şartları ve elde olmayan sebeplerle birçok Ermeni hayatını kaybetti.
En son olarak Cumhuriyet döneminde yaşanan gelişmeleri hatırlayarak tarihi gerçekleri hatırlama bahsini kapatmak istiyorum. Cumhuriyet döneminde yaşanan gelişmeler ise şunlar:
Cumhuriyet kurulduktan sonra birtakım Kürt aşiretleri çeşitli gerekçelerle isyan ettiler. Bu isyanların en önemlileri 1925 yılında çıkan Şeyh Sait İsyanı ile 1937 yılında çıkan Dersim İsyanı’dır. Bu isyanlar kısa sürede bastırılmıştır. Ancak, bu isyanlar nedeniyle çok sayıda asker ve isyancı hayatını kaybetmiştir.
Cumhuriyet kurulduktan sonra çıkan en son isyan PKK’nın başlattığı ve halen devam eden Kürt İsyanı’dır. PKK’nın başlattığı bu isyan nedeniyle 40.000’den fazla insanımız hayatını kaybetmiş durumdadır.
Yukarıda özetini vermeye çalıştığımız tarihi gerçeklerden sonra konumuza dönebiliriz. Konumuz, Osmanlı Devleti’nin Türk olmayan unsurları asimile etmemesinin meziyet mi, kusur mu olduğu idi. Bu soruyu cevaplamadan önce “Osmanlı Devleti’nin Türk olmayan unsurları asimile etmesi mümkün mü idi?” sorusunun cevaplandırılması şarttır. Tarihin sağlam verilerine göre bu mümkündür. Osmanlı Devleti, özellikle yükselme döneminde İslam Dini’ni ve Türklüğü kabul etmek isteyen azınlıkların bu isteklerine olumsuz cevaplar vermiştir. Yükselme döneminden sonra ise devşirme ve dönmelerin Devlet yönetiminde etkin duruma gelmeleri, Türk olmayan unsurların asimile edilmelerinde olumsuz rol oynamıştır. Devşirme, dönme yöneticiler azınlıkların kendiliklerinden İslam’ı ve Türklüğü kabul etmelerine engel olmuşlardır. Şimdi, yazının omurgasını oluşturan şu soruyu kendimize soralım:
Osmanlı Devleti’nin Türk olmayan unsurları asimile etmemesi meziyet midir, yoksa kusur mu?
Vicdanımı zorlayarak bu soruya en doğru cevabı vermeye çalışıyorum. Vicdanım ve aklımın ortak muhasebesi sonunda bu soruya verebileceğim en makul cevap şu oluyor: Osmanlı Devleti’nin Türk olmayan unsurları asimile etmemesi, kesinlikle meziyet değildir. Aksine, çok büyük bir kusurdur. Çünkü, Osmanlı Devleti, Türk olmayan unsurları asimile etmiş olsaydı, Balkanlar elimizden çıkmayacaktı, Ege Adaları bizim olacaktı, Ermeni Tehciri gibi bir olayı yaşamayacaktık, halen PKK terörü diye bir sorunumuz olmayacaktı.