Yapmadığını söylemek yada söyleyegeldiğini yapmamak yalancılık veyahut yalanı dava kılmaktır. İnandığı ile yaptıkları arasındaki mesafenin kapanıklığı mümin olmanın gereğidir. Yani eylem ve söylem birlikteliğidir. Dahası Yunus’un “Neyi seversen imanın odur / Nice sevmeyesin sultanın odur” mısralarından hareketle ‘Neyi seviyorsan onun müminisin’ ve ‘Sultan (hiyerarşi, statü, itibar) ise sevmediklerindir’; diyor Kenan Göçer Yunus’u tevhidin ekonomi-politiği olarak resmettiği ‘Yunus Emre Aslında Ne Dedi?’ kitabında.
Ve bu birlemeyi 5 birikim noktasını dağıtarak yapar: Benlik olarak birikimini dağıtır Yunus; kendiliğinin önünde en büyük engel olan benliğini. Kendi adını dağıtarak başlar ve bu feragat sonrasında Yunus ismini alır.
Maddî olarak birikimin dağıtılmasındadır sıra. Hesâbîliğe varmayan bir hasbîlik muhasebesi içinde “Mülke suret bezemegil” diyerek geçinmek için herkes kadar mülke ‘evet’ ama birikime varmaya başladığı zaman ‘hayır’ der. Özgürlük ve sevgi gibi biriktirilemeyen şeyler haricinde insanlar arasında eşitsizliğe yol açan her türlü ayrıma, yatay ve dikey mesafeliliğe ve otoriteye karşıdır.
“Çıktım erik dalına / Anda yedim üzümü” ve “Canlar canını buldum / Kovanım yağma olsun” şiirleriyle anlam ve mantığı dağıtır, birikmesine izin vermez. Sâde o değil; her şeyi dağıtıp yağma edebilecek bir karakterdedir.
Statü ve itibarın dağıtılmasından yanadır. İtibarla azgınlık arasında bağ kurar; “Ar-namusu bıraktım / Külümü suya attım” der. Ak budundan değil kara budundandır; itibârî olarak soyluluğa da karşıdır ve “Padişah olan kişiye / Sekban (köpekçi, köpek bakıcısı) olmak olmaya” diyerek hiyerarşik ve toplumsal çevre ile mesafesizliği savunur.
Dilsel mesafeyi dağıtmak için Farsçanın Anadolu’daki buyurganlığına karşı çıkar Yunus ve Türkçe Yunus’la çıkmıştır ortaya. Hem gönüllere hitap eder hem de konuş-mayı bir yere kon-uş ve konduğu yerdekilerle kon-şuluk sayar; konmadan komşu olunmaz.
Yunus Emre ne dedi, nasıl dedi, iletmek istediği aslı mesaj neydi gibi sorulara böyle cevaplar verdi Kenan Hoca. Ve Yunus’u ünvanında özetledi: MİSKİN. Sâkinlik ve sükûnet bildiren, ‘varlığa sevinmemek ve yokluğa üzülmemek’ meyanında arzunun dağıtıldığı bir bilgelik hâlidir miskinlik. Ve mesleklidir miskin, tembellikten ve pasifimizden uzaktır; sanıldığını tersine. Uysal sanılırlar. Oysa tüm fazlalıklara direnmektir kanaatkârlık. Kanaatkâr olmayanı harâmî olarak görür Yunus.
Yunusça baktığı ve Yunus gibi görmeyi gösterdiği için Kenan Bey’e müteşekkiriz. “Türk’ün İş Zihniyeti” kitabından sonra bu da ikinci bir devrim olmuş; bakış, görüş ve anlayış, anlamlandırış açısından. Küçük ebatlı kitaplarla toplumsal algılarımıza büyük darbeler vurmaya devam ediyor.
‘Şâir burda ne demiş’ faslında Yunus’tan Kenan’a, ordan Süleyman’a ‘sözü eğri – büğrü söyleme’den ve ‘Molla Kasım’lardan önce son son ne diyebiliriz: Biriktirilemeyen şeyler iyidir (erdemler), biriktirilebilen şeyler kötüdür (kavramlar).
Ülgener’e göre “Osmanlı’nın kapitalizme geçememesinin en büyük engeli bâtınî tasavvuf”; bize göre Türkiye Cumhuriyeti’nin kapitalizme geçebilmesindeki en büyük destek önce siyâsî ve sonra dinî teşekküllerdir.
Bir’i iki yapmak ikincinin hakkına girmektir. Birikim başkalarının etini yemektir ve arkalarından geğirmektir. Kuran’da 100’e yakın yerde geçen ‘salât’ kelimesinin ‘zekât’la birlikte zikrolunan 30’a yakın yerinde (akîm’üs-salât ve âtû’z-zekât ) dayanışma ile yardımlaşmayı ayakta tutarak ikame etme ve dağıtarak arınma, dünyalık biriktirmeme mesajlanır. Yani Yunusça miskinlik ve imece..
Korona krizinin gitgide derinleştiği bir hengâmede ve teravihten çok açlığın, yokluğun; gelir dağılımındaki dengesizliğin konuşulması gereken Ramazan ayında sağlam sahur yaparak ve akşam iftar garantisini görerek yememek değil asıl marifet; yiyorsa “Sen sana ne sanırsan / Ayruğa (Başkasına) da onu san” ilkesinde başka gönüllerle ortaklaş; ritüellerle değil mesajı özümseyerek Allah’a yaklaş.