Yeni Anayasayla milletvekilleri kendi işlevlerinin bir kısmından vaz geçiyor işlevlerinin bir kısmını “Siyasi partili Cumhurbaşkanı yapsın” diye devrediyor.
Milletvekilleri ‘bizden bakan olmaz, bakanlar Cumhurbaşkanınca bizim dışımızdaki kişiler arasından atansın!’ diye can atıyor.
Siyasi bir parti olan AKP’nin genel başkanı, ‘genel başkanlığı en iyi Cumhurbaşkanı yapar o nedenle Cumhurbaşkanı aynı zamanda genel başkan olsun’ diyor.
Başbakan ‘Cumhurbaşkanı varken bana ne gerek var. Benim makamım kaldırılsın!’ diyor.
TBMM ‘güven oylamasına, bütçe görüşmelerine, gensoruya gerek yok, bu ülke kararnamelerle de yönetilebilir’ diyor.
Düşük profilli milletvekili, etkisiz TBMM, güdümlü yargıya evet diyor.
Muhalefetteki bir genel başkan ise cumhurbaşkanına mevcut yetkiler yetmiyor daha da artıralım diyor!
Yeni Anayasayla getirilenlerin özeti budur.
Her şeyi muktedir olan tek adam!
Anayasada yapılacak değişiklikle her şeyi yapacak olan tek adam figürü ülkenin gündemine sokulmak isteniyor.
Kurum ve konum sahipleri üstün vasıflarla donatılmış bir makam varken bize ne gerek var’ demiş oluyorlar.
Bizim adımıza en iyisi neyse onu cumhurbaşkanı düşünür, karar veri ve uygular, bize düşen yap denilen yapmak, yapma denileni ise yapmamaktır.
Bu kadar üstün vasıflara sahip insanüstü bir insanın nereden bulunacağını düşünenlerde yok değil.
Nitekim AKP’li bir bakan “Bizim yeni Recep Tayyip Erdoğanlar çıkarmamız lazım! Yeni Recep Tayyip Erdoğanlar kim olabilir diye baktığımızda henüz kimse yok” diyor.
Bilmem farkında mısınız? Birileri her şeyi yapan, her şeye muktedir olan güçlü tek bir adamın ülkeyi yönetmesini istiyor.
İsteyenlere tek adamı hayırlı olsun!
Filozof kral mı isteniyor?
Güdümlü aydın, iş adamı, sporcu, sanatçı, bürokrat, akademisyen, rektör üstün vasıflı bir seçkinin ülkeyi yönetmesi gerektiği savunuyor.
Birileri farkında olmayarak Platon’un iki bin beş yüz yıl önce savunduğu filozof kral niteliğine sahip bir kişiye ülkeyi teslim etmek istiyor.
Bu kişi cumhurbaşkanlığı adı altında istediği hükümeti kurabilecek, istediği kişileri bakan yapabilecek, istediğinde kararname ile ülkeyi yönetebilecek, istediğinde parlamentoyu feshedebilecek, istediği bürokratı atayabilecek, istediği bütçeyi yapabilecek, yargıyı istediği gibi dizayn edebilecek vb.
Bütün bunları içeren Anayasa taslağına halk evet derse, yalnızca bütün yürütme kudreti cumhurbaşkanının elinde toplanmakla kalmayacak, cumhurbaşkanı aynı zamanda partisinin de başında olduğu için parlamento üzerindeki etkisi de artacağı gibi yargı üzerindeki etkisi de artırılmış olacak.
Bu resim hükmetme kudretinin bir insanın elinde toplanması anlamına gelmektedir. Her şeye yasal olarak hâkim olan bir kudret sahibinin sahip olduğu gücü istismar etmesi ya da abartması kaçınılmazdır.
Gücün bozduğunu, çok gücün çok daha fazla bozduğunu aklı başındaki her siyaset bilimci söylüyor.
Göz göre göre Türkiye’yi her türlü gücü konsolide edecek bir ele vermenin bedeli ağır olacaktır.
Bu bağlamda halkın seçtiği vekillere, parlamentoya, ortak akla, meşverete güvenmeyenler bir kişinin aklına, iradesine ve vereceği kararlara nasıl güvendiklerini açıklamaları gerekecektir.
Siyasi rüşte sahip olmak ya da olmamak!
Aslında sorun sistem değişikliği, yetki artırmak ya da milletvekillerini etkisiz eleman konumuna indirgemek de değildir.
Sorun Anayasal değişikliğe “evet” ya da “hayır” demek sorunu hiç değildir. Sorun Türk halkını kaderini bir kişinin iki dudağı arasına koymak ya da koymamak sorunudur.
Sorun 15 Temmuz’da etiyle, kemiğiyle tankları durduran bir halkın siyasi rüştünü kabul etmek ya da etmemek sorunudur. Böyle bir halka ‘bir kişiyi seçin her şeyi geçin. Bir şeyi değiştirin her şeyi değiştirmiş olun’ demek hakarettir.