Övülme, onaylanma, kutsanma bütün yönetimlere haz verir. Kudret elitleri önceliklerini kendilerini kutsayanlara ve alkışlayanlara verirler. Alkış ise hem alkışlayanı hem de alkışlananı şaşırtır. Bu yüzden insanlar gerek ve gerçeklerin yerine hoşa giden yanları aktarmayı tercih ederler. Yönetimler alkışa, onaya ve kutsanmaya alışmışlar ise dik, bağımsız ve özgün kafaları yanlarında tutmazlar.
Eleştiren, sorgulayan ve yorumlayan yaklaşımları susturan yönetimler için çöküş mukadderdir. “Evet-efendimcilik” kaybetmeye hazır bir gelecek yaratmanın sloganıdır.
Yönetimlere aldıkları yanlış kararlar ve yaptıkları isabetsiz yatırımlardan daha fazla zararı etrafındaki “evet efendimci” ekip verir.
Hiç hata yapmamak için hiçbir şey yapmamak!
Pısırık yönetimler bu yüzden dalkavuğu olmayan makamları, arısı olmayan kovana benzetirler. Bu tür yöneticiler için alkışçılardan, yağcılardan, evet efendimcilerden ayrılmak; makamlardan ayrılmaktan daha zordur.
Kötü yönetilenler, yönetimleri berbat olanlar ve başarısızlığa açık olan kurumlardaki insanlar, kullanamadıkları saygı, sevgi ve gönül gücünü farkında olmadan stok ederler. Daha sonraları insani ve ahlaki değerlere saygılı yönetimler ortaya çıkınca insanlar stokladıkları ne kadar olumlu değerleri varsa onların emirlerine tahsis ederler.
İnsani ve fiziki kaynaklarını kontrolü elinden kaçırmamak ya da iç muhalefetin güçlenmesini engellemek amacıyla kurumsal kaynakları tam kapasiteyle kullanmayan yönetimler gerçekte amaçlarına ihanet eden yönetimlerdir.
Hiç hata yapmamak için hiçbir şey yapmamak sıfır riskle yaşamak isteyenlerin tavrıdır.
İktidarı talep etmek her şeyden önce sıfır riski reddetmek demektir. Risk yönetimi yaşamın temel esasıdır. Yönetmek demek şu veya bu ölçüde kazanmayı ya da kaybetmeyi göze almaktır.
Sıfır risk var oluşun doğasına aykırıdır. Yönetimlerin yetenekleri ile tehlikeyi göze alma derecesi arasında büyük bir ilişki vardır. Temelde bireyler kendi büyüklüğüne göre sorun seçer. Sorunun büyüklüğü ya da küçüklüğü yönetimin büyük ya da küçük olduğunu da gösterir. Sözgelimi herhangi bir kurumun üst yönetiminin düşünce düzeyi düşükse, kurumdaki diğer personelin düşünmesi için geriye yüksek bir düzey kalmaz. Böylece yönetsel cücelerden oluşan bir ekip ortaya çıkar. Birbirlerine “kör ve şaşı” ideolojisi çerçevesinde “körler, sağırlar birbirini ağırlar” yöntemiyle yaklaşan kurum yöneticileri gerçekte yönetmezler, idare-i maslahat ederler.
Böyle yönetimler hizipleri artırır, ekip savaşları çıkarır, yönetim baronları üretirler. Bu durum kurumun gönül gücünü düşürerek; üyeler arasındaki hüzün, yorgunluk ve bıkkınlığın her yanı sarmasını sağlar.
Rutin ve klasik tavırlar terk edilmeden başarı elde edilemez!
Genelde kendilerinden talep eden ama ısrar da etmeyen bir kişilik; yönetim elitlerinin arzuladıkları bir kişiliktir. Gerçekte yönetimler kendilerinden bir şey bekleyenlerden hoşlanmazlar, hiçbir şey beklemeyenlerden ise hiç hoşlanmazlar.
Sosyal, kültürel ve siyasal mücadelelerde gerçek zafer yoktur geçici başarılar vardır. Yaşam ya da mücadele bir süreç ise sonuçta herkes bir aşamada bu mücadeleyi zorunlu olarak kaybeder. Ancak kendisini başarılı sayanlar kaybettiğinin farkında olmayanlardır.
Ödülü çok büyük olan mücadelelerde, kazanma şansı sıfır olsa bile sonuç alma hayali kaleleri yıkabilir. Rutin ya da klasik tavırları terk etmeden gelişme ve ilerleme sağlanamaz. Bu bağlamda rakip ya da düşmanı hadi sevmek demeyelim ama takdir etmek akıllı insanların işidir.
Ölümün karşısına bile maskeli çıkmayı düşünen yüzler için hezimet başarı olarak görülebilir. Hangi gerekçe ileri sürülürse sürülsün nefisler sonuçta bir biçimde kaybetmek kaderinden kendilerini kurtaramazlar. Her türlü değeri sonuç almak için çiğneyenler için kaybetmek mukadderdir. Ama bunu “hemen şimdi” arzusu ile yanıp tutuşanlar anlayamazlar. Zira kaybetmenin de bir zamanı vardır.