Atatürk’ten sonra başımıza Cumhurbaşkanı, Başbakan, Parti Başkanı, Bakan, olanların düşünce ve davranışlarına bakınca insanın canı sıkılıyor.
Çünkü bunların pek çoğu erdemsiz, ehliyetsiz, geçimsiz, ayrıştırıcı, çıkarcı. Bu hal bizim iç ve dış sorunlarımız artıyor. Böylelerinin kötü huyları bize de yansıyor, biz de birbirimizle uğraşıp duruyoruz.
Baştakilere uymamız, bizde de eksikliklerin bulunduğunu gösterir. Eğer biz baştakilere uymaz, onları yola getirme duruşunda olsaydık, onlar böyle olamazlardı. Bu öz eleştiriyi yapmaktan korkmayalım ve önce kendimiz olalım.
Son yaşadıklarımıza bakalım. Türkiye’nin bütünlüğünü temsil makamında olan kişi yahut kişiler nüfusumuzun yüzde 50-51’i ile geçimli, diğerleriyle geçimsiz. Bunlar, kendilerinin dışındakilere söylemedik söz bırakmıyorlar. Rakip partilerin başkanları ile alay ediyor, kendisine oy vermeyenlere “terörist” diyorlar. Karşısındakileri tahrik ettikten sonra yeni bir atağa geçiyor, kitleleri yalıttıktan sonra malzemesi insan kafası olan duvarlar örüyorlar. Örülen duvarların harcı; “cumhur, gübre, iman, ahlak, maneviyat.”
Bir başka Baş “milliyet.” O da aynı tarzın adamı. Sanki milliyetçilik onun babadan kalma hazinesi. Kendisine itaat edersen iyisin. Düşünce üretirsen, karşısında put olmazsan, irade sahibi olayım dersen yaramazsın; “İhraç!..”
90-100 yıl önceki tarihimize bakalım. O zaman da böyle Baş’lar vardı. Onların kimisi “Sultan, Şeyh ül İslam, Hoca, Üstat, Dindar” takımının öncüleri olarak yurdu işgale uğrattıktan, milleti böldükten sonra Mısır’a, Adalar’a, Yunanistan’a kaçmışlardı. 90-100 yıl önce “Millet, Turan” diyerek milleti bölenler de vardı. Onlar da “Salon milliyetçiliği”, yaparak, “Saray’a” damat olarak milleti savaş cephelerinde kırdırdıktan sonra Türkistan’a kaçmışlardı.
İnşallah benzeri olayları bir daha yaşamayız. Ama endişe duyuyoruz. Nasıl duymazsınız ki, Türkiye’yi kendi mülkleri, milleti kendi tebaaları sanıyorlar. “Ben de varım. Senin düşüncelerini beğenmiyorum. Türkiye’yi ben de yönetebilirim” diyenleri “zillet” olarak görüyorlar, rakiplerine “çamur” diyorlar, kavga ve kutuplaştırmadan yardım umuyorlar.
Birkaç yıldır yaşadıklarımıza bakın; ana muhalefet partisinin başkanı bir şehit cenazesinde çeteler tarafından dövülürken Türkiye’nin “dini ve milli” Baş’ları “geçmiş olsun” deme nezaketini bile göstermiyorlar. Muhalefet partilerinden birisinin başkanı bir bayanın evi basılıyor, tehdit ediliyor, kendisine “zina suçu” isnat ediliyor, Türkiye’yi yöneten Baş’lar sakin.
Bir mafya lideri Ana muhalefet partisinin başkanını tehdit ediyor, devleti yönetenler zorbalığa dur diyecekleri yerde umursamıyorlar. Bir başka muhalefet partisi’nin ileri gelenlerinden birisi örgütlü zorbaların saldırısına uğruyor, ölümden dönüyor, Türkiye’ye yöneten başlar gaflet uykusundalar.
Hani Türk insanı “medeni, çağdaş” idi, hani Türkiye “hukukun egemen olduğu bir ülke” idi? Kafa karışıyor. Devletimizin ve milletimizin içine sisler çökmüş, her taraf puslu. Bu olaylar bana Kurtuluş Savaşımızdaki kargaşaları, iç isyanları, uzanmış yabancı elleri hatırlatıyor.
Türkiye hiçbir kişi ve sülaleyi, hiçbir düşünceyi sonuna kadar bağrına basacak genişlikte bir dünya kıtası değil. Türk halkı satranç tahtasının hiç ölmez piyonu olamaz. Türkiye’nin bugünkü Baş’ları bugün için varlar. Her Baş gibi bu Başlar da gidecek ve ölecekler. Öyle ise Baş’lar Baş olmanın sorumluluğunu taşımalılar.
Bir süre önce Baş’lardan birisinin milletvekillerinden birisi:
“Biz Reisimiz ne derse onu yaparız. Böyle olmaktan onur duyarız” dedi. Daha yeni, başka bir partinin milletvekillerinden birisi: “Genel Başkanım… beni üç dönem milletvekili yaptı. Başkanım bugün bana yeter artık git derse, siyaseti akşama hemen bırakır, çeker giderim” dedi.
Meclis’teki milletvekillerinin büyük çoğunluğu bu çizgide. Şu rezilliğe bakın! Yahu siz utanmaz mısınız, köle misiniz? Böylesi itiraflar Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin hür olmadığını, “Köleler ve Beyinsizler Pazarı”na dönüştüğünün itirafıdır. Biz TBMM’ne “Milli iradenin temsil edildiği yüce Meclis” gözüyle bakarız. “Köleler ve Beyinsizler Pazarı” derken Meclisimizi aşağılamak istemiyorum. Ama siz de kişiliğinizi ve Meclis’in itibarını koruyun.
Mustafa Kemal’in dönemindeki TBMM üyelerinin Meclis’teki konuşmalarını hatırladıkça, o yıllardaki Başkanların ne kadar erdemli, üyelerin ne kadar hür ve onurlu, gerçekten “Milletin vekili” oldukları anlıyorum. Yapmayın, Siz insansınız, mütegallibenin ve mütekebbirlerin köle ve cariyeleri değilsiniz. Siz böyle yaparsanız, İkinci bir Vahdettin çıkar: “Sizi/bizi koyun sürüsü, kendisini de Çoban” sayıverir.
Meclis’te iktidar partisi ve destekçisi partinin yanında bir de muhalefet partileri var. Baş’ların bu kadar antidemokratik, baskıcı, ayrıştırıcı olmalarının nedenleri arasında bu muhalefet partilerinin de rolleri var. Tamam, Baş’lar ve partileri bu kadar ayrıştırıcı, bu kadar birikimsiz, bu kadar hazırlıksız da, siz nasılsınız? Baş’lar ve partilerine benzeyen çok yönünüz var. Parti içi demokrasiyi yaşatmamak, klasik sloganlarla siyaset yapmak, tembel yaşamak, belirsizlik, gayri millilik, alternatif ve inandırıcı olmamak muhalefet partilerinin en belirgin özellikleridir. Muhalefet kendisini yenilemeden, projelerini netleştirmeden, tepeden aşağı bütün yönetim ve üyeleri ile harekete geçmeden muhalefet iktidar olamaz. Muhalefet iktidar olmak için ayağa kalkmalıdır.
Konuyu Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutku’ndan aldığımız şu cümleleriyle bitirelim:
“Bir de söz konusu görev, resmi makam ve üniformaya sığınarak el altından idare edilemez. Bu tarzın bir derecesi olabilir. Açıkça ortaya çıkmak ve milletin hukuku adına yüksek sesle bağırmak ve bütün milleti, bu sese iştirak ettirmek lâzımdır…”