Bütün zamanlar boyu despot kelimesi “fren kabul etmeyen efendi” manasında kullanılmıştır. Tiran ise “mutlak kudret sahibi” diye tarif edilmektedir. Tiran’ı kraldan ayıran yön; onun “hiçbir dini tarafı olmayışı”dır.
Ne kadar zalimane bir şekilde hükümdarlık yaparsa yapsın kral, veraset yoluyla tahta çıkmıştır, hâlbuki tiranı doğuran güçlü darbelerdir. Tiranlar tarih boyunca ya bir ihtilalin ya büyük bir bunalımın yahut da bir siyasi kaosun çocuğu olarak dünyaya gelmişlerdir.
Tiran, Tanrı’ya değil iktidara yani güce tapar. Tarihi süreç tiranların iktidarda kalabilmek için ilk yaptıkları şey kendisinden üstün kim varsa onun kellesini koparmaktır. Tiranlar kendi yerini alabilecek “herkesi uzaklaştırmak, bütün ziyafetleri, kültürel etkinlikleri ve merkezleri yasaklamak ve vatandaşlara güven ve cesaret verecek çevrelere karşı uyanık bulunmak” zorunluluğunu hep hissetmişlerdir.
Tiran için “Vatandaşların ne düşünüp ne yaptıklarını bilmek de çok önemlidir. Bu sebeple rakiplerinin etraflarını bir casus şebekesiyle örmek ve her tarafa ve detektif kadınlara varıncaya kadar, ajanlar göndermek durumundadır”.
Tiranlığın en doğru biçimde tasvir eden ifade şudur; “Tiranlığın temeli kötümserliktir ve her şeyden önce seçkinlere karşı savaş, yani seçkinleri aşağılamaktır”.
Tiran, seçkinleri yenmek zorunda olduğunun farkındadır. Bunu halk için değil, iktidarı için yapmak zorundadır. Halk hemen hemen bütün tiranlar için kanlı iktidar oyununda rol verilecek etkisiz bir elemandır.
Bir tiranın söylemiyle “Milli temizlik gayretine iştirak halkın borcudur. Halkı daima durmadan süzgeçten geçirmeli, disiplinsizlikleri işaretlemeli, terbiyesizlere haddini bildirmeli ve kötüleri kovmalı. Bütün bunları halk, tiranın iktidarı için yapmalıydı.
Tiranın faaliyetlerini tasvir ederken, tiranın bilinçli ya da bilinçsiz olarak amaçladıkları temel şeyin bağımsız bireyi bertaraf etmek veya etkisiz hale getirmek olduğunu gözden ırak tutmamak gerekir.
Tiran’ın insanı, istenilen şekle sokulabilen “canlı bir alet” haline getirebilmek için her türlü vasıtayı kullandıklarını unutmamak gerekir.
Tolstoy’un tiranın iktidarı elinde tutmak için insan hayatlarını nasıl nesneye çevirdiğini şöyle anlatır. “İvan İlyiç’in bulunduğu görevde canı istediği her insanı mahvetmek için yetkisi vardı! İstisnasız hepsi onun elindeydi, içlerinden en önemlisini suçlu olarak karşısına çıkarmak mümkündü.”
Tiranı ilgilendiren ‘kendini insanlara hükmeder durumda görmek, gereğinde yetkisini kısmak’ imkânına sahip olmasıdır.
Tiranlar kontrol ettikleri parayı, demir gibi sert bir disiplini ve körü körüne bir imanı halka benimsetmeye çalışırlar. Ne yapacağı önceden kestirilemez. Bireyin kimliğini yok edip birbirine kenetlenmiş bir yığın propagandanın saldırısına ve baskısına maruz bırakırlar.
Tiranların kimisi için halk yüzbinlik beşiklerde uyutulacak çocuk, kimisi içinse güdülecek nesnedir. Öyle ki tiranlardan bazıları, bir memleketi iyi idare etmenin yolu olarak “iyi bir polis, iyi bir müzik ve iyi bir içki” diyerek herkesi dans ettiren muazzam bir polis teşkilatı kurup ayyaşlığı milli bir spor haline getirmişlerdi.
Ülkelerini sıfırdan yeniden inşa etmeye kalkan tiranların iddialarıyla gerçekleştirdikleri arasındaki açıklık da tarihin en büyük cilvesi olarak arşivlerdeki yerini almıştır.
Bunlardan birisi de Mao’ydu. O diyordu ki, “Temiz bir ülke inşa edeceğim. Öyle bir ülke ki, ne salgın, ne sel, ne açlık, ne sinekler, ne fareler, ne fahişeler, ne esrarkeşler, ne haydutlar ne de kumarbazlar olacak… Asya’nın en sade, en temiz ve en şerefli bir ülkesi”. Sonuçta Mao yüceltmek istediği halkının, bizzat kendisi en aşağılık bir duruma düşmesine neden oldu. Memleketini uzun yıllar “kültür ihtilali” dediği utançların utancı bir ihtilalin mahvediciliğine terk etti.