Erdoğan’ın “başını ve gövdesini”; hükümetin de adeta her şeyini altına koyduklarını söyledikleri çözüm sürecinin varlığından -mevcut gerçekler karşısında- bahsedilebilir mi, bahsedilemez mi? Önce bu soruya cevap vermek gerekir.
Böyle bir süreç varsa Lice’de yollar haftalarca örgüt tarafından niçin kesilir? PKK, bölgede devlet gibi yargılamaları nasıl yapar, vergi niye toplar? Örgüt milislerine bayrak, büst, okulları niçin yaktırır? Dahası örgüt kentleri savaş alanına neden çevirtir? Toplumun sinir uçlarına dokunarak kitle katliamı çıkartmaya niçin çalışır? Çözüm isteyen bir örgüt egemen bir devlete baraj yapmayacaksın, karakol inşa etmeyeceksin nasıl der?
Terör örgütü yönünden şu üç soruyu da doğru cevap vermek gerekir. Birincisi “çözüm” denilen sürece, PKK’nın kendi varlığını sona erdirecek ya da silahsız/şiddetsiz bir dönemde kendisini anlamsız kılacak bir olgu olarak baktı mı, bakmadı mı?
Buna süreç boyunca yaşananları gerçekçi biçimde bakarak cevap vermek gerekir. İkincisi de PKK çözüm süreci denilen olguya, devleti zaafa uğratacak, kendisini meşrulaştıracak, silahla sivil alanlara nüfuz edecek bir fırsat olarak gördü mü görmedi mi? Buna da doğru cevap vermek gerekir.
Üçüncü olarak da çözüm sürecinin bölgede devleti mi yoksa örgütü mü zayıflattığını olana biteni dikkate alarak cevaplandırmak gerekir!
Son olaylar terör örgütünün kitleleri sokağa dökme kapasitesinin eskiye oranla mukayese kabul etmez derecede arttığını göstermiştir.
Kısacası nereden bakılırsa bakılsın PKK terör örgütünün çözüm sürecini ‘devletleşme pratiği’ olarak değerlendirdiği görülür.
Sürece iktidar yönünden bakıldığında manzara şöyledir: PKK’nın şehir içi şebekesi olan KCK yapılanması, KCK operasyonları iktidar tarafından önce durdurulmuş sonra tüm KCK’lılar serbest bırakılmıştır. Böylece KCK tüm şehirleri mobilize ve provoke etme gücüne erişmiştir.
Dünyanın her yerinde çözüm süreçleri örgütü zayıflatırken AKP’nin barış süreci, bölgede PKK’yı güçlendirmiş devleti zayıflatmıştır.
Barış süreci bozulmasın denilerek bölgede korucular PKK’nın insafına ve tasarrufuna terkedilmiştir. Devletin yanında yer alan Kürtler de PKK’nın yanına itilmiş, PKK fiilen bölgenin tek mutlak ve “meşru” otoritesi haline gelmiştir.
AKP hükümeti, terör organizatörü Öcalan’ın mektuplarını Diyarbakır Meydanında kitlelere okutulmasına izin vererek terörist başını meşrulaştırmıştır.
PKK’nın Kürtlerin meşru temsilcisi olduğu algısını doğrudan AKP iktidarı oluşturmuştur. “Çözüm Süreci” PKK’ya Kürtlerin fiili temsilcisi rolü vermiştir. Bu en büyük yanlış olmuştur.
Terör örgütünün İmralı’daki elebaşısı zaman zaman hem devlete hem de örgüte yapması gerekenleri dikte ettirmektedir.
Terör örgütü açıkça Kandil’den AKP’nin açılım dolaysıyla gönderdiği yol haritasına ilişkin olarak "Somut adımın şekillenmediği hiçbir tavrı hareketimiz ve halkımız kabul etmeyecektir" diyor.
AKP, kendisini devlet yerine koyan PKK ya da kendisini devlet üstü bir konumda gören teröristbaşıyla nasıl bir çözüm yapabilir?
Diğer yandan şu çok açıktır ki, devlet ya vardır ya da yoktur. Devlet bir yerde var bir başka yerde de yok olamaz. Devletin varlığıyla güç kullanma tekeline sahip olması arasında doğru bir ilişki vardır. Bir yerde birden fazla güç kullanan otorite varsa orada düzen ve devlet değil kaos var demektir.
Devletler uluslararası hukuk ve anayasal kurallar bağlamında hareket eder. Devlet terör örgütü ya da yasa dışı örgüt gibi davranamaz. Herhangi bir devletten terör örgütü silah talep edemez, koridor aç savaşmaya gideceğiz diyemez ve bir devlete ulusal sınırlarının dışına müdahale edilmesini talep edemez.
Türkiye, iki birbirine benzemez mekanizma, iki ayrı amaç ve asimetrik bir çözüme kurban edilemeyecek kadar büyük bir ülkedir!