İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bünyesinde Mevlana Törenleri’ne benzer bir program yapılmış. Programda ezan Türkçe bestesiyle okunmuş. Siyasal İslamcılar ile Arap-Arapça aşıkları yine kıyameti kopardılar;
“Olmaz efendim. Bu din düşmanlığıdır. CHP zihniyeti bu işte. Kuran, ezan gibi dini metinler Türkçeleriyle okunamaz. Kuran’ın tercümeleri aslını ifade edemez…”
Dinciler ayağa kalkar da Diyanet durur mu? Diyanet de bir açıklama yaptı. Dedi ki:
“Kuran-ı Kerim lafzı ve manasıyla mucizedir. Kuran-ı Kerim’in Arapça olduğunu ifade eden ayetlerden, sadece mananın değil lafızlarının da Kuran kavramının içeriğine dahil olduğu açık ve kesin bir şekilde anlaşılmaktadır. Kuran’ın tercümesine “Kuran” denilemeyeceği ve tercümesinin de Kuran hükmünde olmadığı konusunda İslam alimleri görüş birliği içindedirler… İbadet olarak okunduğunda Kuran asli lafızlarıyla okunmalıdır. Kuran’ın meal, tercüme ve tefsirlerini okumanın hükmü başka, bu tercümeleri Kuran yerine koymanın ve Kuran hükmünde tutmanın hükmü ise bambaşkadır. İslam inancının temel esaslarını içeren ve İslam birliğinin ve tevhidin sembolüdür. Bu itibarla ezanın asli şekli dışında başka bir dille okunması caiz değildir.”
Siyasal İslamcıların “Ezan, Kuran, İslam” sloganlarını anlamak mümkün ama: Ezan, Kuran, İslam bilgisi olan Diyanet’in bu koroya katılmasını, onlarla birlikte Diyanet’in de Kuran ve İslam’ı karartmasını anlamak mümkün değil. Yukarıdaki cümlelerine bakınca Diyanet: “Ezan, Kuran ve İslam’ı öğrenin” deme yerine; “Öğrenmeyin” demek istiyor sanki. Diyanet’in niyeti bu değilse bile, tuttuğu yol, “Bunların Türkçesini Öğrenmeyin” noktasına varıyor.
Diyanet’in yukarıda açıklamalarından bir kısmı asılsızdır.
Diyanet bu haliyle Emevi ve Osmanlı dönemlerinin birçok sözde “uleması”nın yaptığı gibi “Halife, Sultan” özentili, “zorba” özellikli yönetimlerin kuyusuna su taşıyor.
Diyanet Müslümanları Allah’ın mesajlarından, akıllarını kullanmaktan, ileri adımlar atmaktan alıkoyuyor.
Şimdi bunları kısaca açıklayayım.
Dini ritüel ve törenlerdeki ezan, salavat, tekbir ve okunan Kuran ayetleri bizim geleneğimizde hep Arapça lafızlarıyla icra ediliyor. Biz Arapça bilmediğimiz için bunlarda ne dendiğini bilmiyoruz, ayin yahut ibadetlerimizi anlamadan yapıyoruz. Anlamadan dinlenen yahut okunan sözler gönül dünyamızı etkilemez, bizi papağan yapar.
“İbadeti bilinçle yapılmasını” isteyen çok ayet var. Allah bilinçsiz yapılan ibadetlerin yararsız olduğunu bildirir.
Diyanet’in kadroları bunları bilmez mi? Bilir. Durum bu iken Diyanet neden böylesi açıklamalar yapar? Ben düşündüm, düşündüm:
Diyanet’te bir bilinç eksikliği var, Diyanet hala yüzyıllardır sürdürdüğü uykudan uyanmadı da o yüzden böylesi açıklamaları yapıyor” dedim.
Diyanet, “Kuran-ı Kerim lafzı ve manasıyla mucizedir” diyor. Hayır, öyle değil. Diyanet burada bir doğru, bir de yanlış söylüyor. Kuran, manası itibariyle mucizedir, bu doğru. Ama Kuran lafzen mucize değil. Bunu ben söylemiyorum, Kuran üzerinde çalışma yapmış ehliyetli din bilginlerinin bir bölümü böyle söylüyor. Diyanet ihtilaflı bir konuyu ittifak edilmiş bir konu yapamaz. Her alanda olduğu gibi burada da “düşünce namusu” gereklidir. Bilim ve düşünce namusu olmayan kişi ve kurumlar güvenilir olamazlar.
Diyanet diyor ki: “Kuran’ın tercümesine Kuran denilemez. Kuran’ın tercümesi Kuran hükmünde değildir. İslam bilginleri bu konuda görüş birliği içindedirler.” Diyanet yine saptırma yapıyor; “Tüm İslam bilginleri böyle diyor” diyerek düşüncemize set çekiyor, bizleri kendisi gibi düşünmeye zorluyor. İslam dünyasının yetiştirdiği tüm alimler Diyanet gibi düşünmüyor, aksini söyleyenler de var. Bu iddialarım “Tesir Usulü” kitapları ve tefsirlerde yazılıdır.
Sormak lazım: Tercüme/çeviri Kuran olamayacaksa (Kuran Allah’ı, Allah’ın buyruk ve yasaklarını öğreten bir kitap olma özelliğini taşıyamayacaksa), Arap olmayan, Arapçayı bilmeyen bir buçuk milyara yakın Müslüman Kuransız Müslüman mı? Her Müslüman, iyi bir Müslüman olmak için Arapçayı nasıl öğrenecek? İnsan biraz mantıklı olur.
Bu Diyanet’in ve kimi “Dindar” kesimlerin bir bölümünün ikiye bir iddia ettikleri bir şey var, derler ki: “Biz çok iyi Arapça bilsek bile, Kuran’ın ne dediğini anlayamayız. Bu imkansız…” Eee!
Öyle ise bu Kuran bir formül, bir sihir yahut bir büyü kitabı mı, “Sema’nın 7. katında keyfiyeti bilinmez, çelik kasalar içine kilitlenmiş, Allah’ın “zor öğrenilsin” diye düzenlediği bir meçhûlat mı?
Müslümanları geri ve Kuransız bırakan olgu, işte bu karanlık zihniyettir. Bu vesile ile ben okurlarıma şu küçük bilgiyi vereyim: Kuran’ın, Kuran’da geçen birden çok adı var. Bunlardan birisi de “MÜBİN”dir. Mübin: Açık, apaçık demektir. Allah Kuran’da bize her şeyi açıkladığını, Kuran’ı okursak doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü açıkça öğreneceğimizi söylüyor.
Bu durumda biz Allah’ın dediğine mi bakacağız, Diyanet’in dediğine mi? Diyanet’e bakarsak; Allah Müslüman’ı değil, Diyanet Müslüman’ı oluruz.
Hz. Muhammed’den sonra Halife Ebû Bekir ve Ömer zamanlarında Kuran Allah’ın indirdiği, Peygamber’in anlattığı ve yaşadığı gibi kaldı. Halife Osman’la birlikte Kuran sömürü ve tahakküm aracı olmaya başladı. Halife Ali’nin İslam ve Peygamber terbiyesi kendisi için ağıra mal oldu. Torunları Hasan ve Hüseyin de Kuran-İslam sömürgecilerinin kurban gittiler. Muaviye ve Yezit gibi katillerin açtığı yaralar kapanmadı, gittikçe kangren oldu.
Osmanlı padişahlarının “Halife”likleri de Müslüman yurtlarını kanla boğdu; kimi padişahların bağnaz Şeyh ül İslamları binlerce Müslüman Alevi’nin can, namus ve servetini yok etti. Biz, “Cumhuriyet ile birlikte Mustafa Sabri, Dürrüzade Abdullahlar gibi cahil ve yobazlardan, Saltanat işbirlikçisi cübbelilerden kurtulduk” diye sevinirken, günümüz Diyanet’inin kimi fetvacıları, kimi hutbecileri ve imamları bize geçmişi hatırlatmaya başladılar.
O halde herkes sarık ve cübbesinin adamı olsun.
Diyanet Yukarıdaki açıklamasında olayı bilinçli olarak saptırıyor. Bakın nasıl: İstanbul’daki bir törende ezanın Türkçe okunuşundan hareketle diyor ki:
“Kuran’ın meali ile namaz kılınmaz. İbadet Türkçe yapılmaz…”
İstanbul’daki törende ibadet yapılmadı, namaz kılınmadı ki. Şu günlerde birileri çıkıp: “Gelin namazları Kuran’ın çevrisi ile kılalım, ibadetleri Türkçe yapalım, …” da demedi. Öyle ise, Diyanet olarak sizin amacınız ne ki böyle bir açıklamayı yaptınız? İnsan biraz dürüst olur, kitleleri birbirine hasım yapacak söz ve davranışlarından kaçınır.
Hz. Muhammed Arap olduğu, Araplar gibi Arapça konuştuğu için Kuran Arapça inmiştir. Hz. Muhammed Pakistan’da doğmuş olsaydı Kuran Orduca olurdu. Yani dinde esas olan dil değildir, ilahi mesajların anlaşılmasıdır.
Bu fikri destekleyen çok ayet var. Onlara girmek konuyu çok uzatır.
“Kuran Arapçadır” diyerek, başta dil yönüyle olmak üzere her alanda Araplaşmak yanlıştır. Diyanet ve birçok cahil kesim:
“Müslümanlıkmış dindarlıkmış” inancıyla minarelerimizden camilerimizin tipine, azanlarımızdan Kuran tilavetlerine, konuşma ve yazışmalarımızdan giyinişimize varıncaya kadar hayatın her alanında bizi Araplaştırmaya çalışıyorlar. Bu büyük bir yanılgıdır, soysuzluktur, gülünçlüktür.
Yazım çok uzadı ama bir hatıra anlatayım.
Eski Diyanet İşleri Başkanlarından Prof. Dr. Süleyman Ateş Hocamız bir Tefsir dersinde anlatmıştı; Elazığ Harput’ta, (Osmanlı’nın son yıllarında) “Hayırsız” bir adam varmış. Bir gün: “Yeter bu yaptıklarım. Tövbe edeyim, iyi bir Müslüman olayım” demiş. Yöresinde hoca olan birisine varmış,
“Bana cennete gideceğim bir dua öğret” demiş. Hoca biraz muzipmiş, adamın bir dünkü, bir o günkü haline bakmış, Arapça bir dua yazıp vermiş. Adam bu duayı ezberlemiş, başlamış okumaya. Camiye de devam etmeye, ardından müezzinlik yapmaya başlamış.
Bir gün Harput’a Elazığ Müftüsü gelmiş. O adam müezzinlik yaptıktan sonra o duayı da okumuş. Namazdan sonra Müftü adamı çağırmış, “Gel bakayım, şu duayı bir daha oku” demiş, adam da okumuş. Müftü bozulmuş; “Yahu böyle dua mı olur? Sen kimden öğrendin bunu” diye çıkışmış.
Adam, “Ne var hocam bu duada” deyince Müftü:
“Ne olacak, sen: Ben büyük bir dağın büyük bir ayısıyım” diyorsun deyince adam hiddetlenmiş, duayı öğretene çatmaya giderken sakinleştirmişler.
Adam bu arada demiş ki:
“İyi ki yıllarca yaptığım dua kabul olmamış. Yoksa şimdi Kocaman bir ayı olup çıkardım.”
Ateş Hoca bu olayın uydurma değil gerçek olduğunu söylemişti.
Bugüne gelelim.
Diyanet, ilgili kurumlar yahut kişiler şimdiye kadar halkımıza dua, hadis ve ayetlerin hep Arapçasını öğrettiler, ne dediğimizi Allah’tan ne istediğimizi öğretmediler.
Diyanet arabayı hep geri vites kullanıyor. O arabanın 5-6 tane de ileri vitesi var. 5. ve 6. vitesi kullanamıyorsanız, hiç değilse 1., 2. vitesi kullanın. Türk milleti sizin yüzünüzden geri gidiyor.
Çekilin milletin önünden, biraz yol alınsın, ayak bağı olmayın.
Son söz: Anadil ve bilinçlenme!