On iki yıldır ülkenin başındaki parti yetkilileri, kendilerinin biçimsel olarak iktidarda bulunduklarını fiilen devletin derinliklerinde örgütlenmiş ‘paralel yapının’ gerçekte iktidar olduğunu iddia ediyorlar. Milli orduya ‘kumpas’ kuranın da bu yapı olduğundan söz ediyorlar. Bu ülkenin Başbakanı bu yapının “Sahte ihbar mektuplarıyla, yasadışı dinlemelerle, sahte delillerle tasarlanmış ve ayarlanmış bir kısım yargı mensuplarıyla insanların nasıl mahkûm edildiklerini bugün çok daha belirgin şekilde görebiliyoruz” diyor.
Adalet Bakanı Bozdağ ise, “Biz de hata yaptık. Soruşturma veya kovuşturmanın muhatapları farklı olduğunda sesimizi biraz daha gür çıkarmamız lazımdı” diyor.
İktidarın başında olan Başbakan, onun danışmanı ve adalet bakanı Ergenekon ve Balyoz vb. davalardaki “kumpastan… uydurulmuş delillerden… ayarlanmış yargı…yapılan hatalardan” söz ediyorlar.
İktidarda bulunanlar bu sözleri ediyorlarsa ve söyledikleri samimiyse iki şeyi yapmaları gerekirdi. Birincisi derhal ‘kumpas’ sonucu ya da ‘sahte deliller ve ayarlanmış yargı mensuplarıyla’ hapishaneye doldurulan milli ordu mensuplarına ve diğer insanlara karşı yapmaları gerekeni yaparlardı. İkincisi de birileri bu ülkenin ordusuna ve insanlarına kumpas kurarken iktidarda fazlaca “saflık” yaptıklarını ve acizlik gösterdiklerini söyleyerek kamuoyundan özür dileyip istifa etmeleri gerekirdi.
İktidar sahipleri ikisini de yapmadı. Beceriksizlik ve acizliklerini “fazlaca saf” olmalarına bağlayarak var gücüyle yakınmaya devam ettiler. Hala mağdurluk ve mazlumluk edebiyatlarını sürdürüyorlar.
Bu bağlamda Başbakan, ‘bir başbakanın eşiyle ve çocuklarıyla konuşması dinlenir mi?’ diye halka soruyor.
Halkın içinden birisi de çıkıp “ey başbakan siz iktidar değil misiniz, bütün bunlar olup biterken sizin eliniz armut mu topluyor” diye sormuyor. Ülkenin Başbakanı iktidarın gösterdiği zafiyetin hesabını verecek yerde bir de dönüp geniş kalabalıklara “beni ve cumhurbaşkanını dinliyorlar” diye yakınıyor. Ellerinden yakınmaktan ve şikâyet etmekten başka bir şey gelmeyen çaresiz bir ekip görüntüsü veriyorlar.
Fas’tan televizyonlara müdahil olarak yayın kestiren, Yaşar Nuri Öztürk’ün programına müdahale ederek programı sonlandıran, gazetelerin manşetlerine müdahale eden, iş adamlarına salma sararak 630 milyon doları toplayan birisinin kumpasçılar karşısında çaresiz duruma düşmüş olması kabul edilebilir mi?
İşin daha vahimi de Erdoğan’ın, yakınmayı ABD Başkanı Obama’ya kadar ulaştırmasıydı. Erdoğan Obama’ya, "İçişlerimize karışan o zat sizin ülkenizde misafir. Oradan buraya müdahale ediyor" dediğini açıklamasıdır. Obama’nın da "mesaj alınmıştır" dediği medyaya yansımıştır.
Cumhuriyet tarihinin en ilginç iktidarı ile Türkiye karşı karşıyadır. İktidar yetkilileri “merdi kıpti şecaat arz ederken sirkatini söylermiş” sözüne uygun biçimde paralel yapıdan yakınırken gerçekte kendi beceriksizliğini itiraf etmektedir. İktidar yetkilileri başta başbakan olmak üzere kendi güvenliklerini dahi sağlayamadıklarını, on iki yıldır iş başında olmalarına karşın hala gerçekte iktidar olamadıklarından söz etmektedirler. On iki yılının dokuz yılında her şeyi “darbecilere” bağlayan, son üç yılında ise olanın bitenin “paralel yapı” tarafından organize edildiğini söyler hale gelmişlerdir.
Gündelik olayların peşinden giden, stratejik hiçbir öngörüsü çıkmayan, güncelin peşine takılmadan geleceği düşünemeyen bir zihniyet Türkiye’yi rehin almış durumdadır. Özel Yetkili Mahkemeleri kuran da ondan yakınan da iktidarın kendisidir. Özel Yetkili Mahkemelere her türlü yetkiyi veren de bu yetkinin iktidara karşı kullanılmasından şikayet eden de Tayip Erdoğan’ın kendisidir. Eski Genel Kurmay Başkanının terör örgütü mensubu olarak suçlanarak içeri atılmasını seyreden de bunun doğru olmadığını söyleyen de iktidar mensuplarıdır. “Paralel” dedikleri yapıya “ne istediniz de vermedik” diyen de onu günah keçisi ilan eden de iktidarın kendisidir.
Aziz Millete düşen de aciz iktidarın komik hallerini seyretmektir!