AKP iktidarı iş başına geldiği 2002 yılında terörün elebaşısı Kenya’da tutuklanıp Türkiye’ye getirilmiş, PKK da büyük bir panik havası içine girmişti. Bu şartlarda PKK, teröristlerini Türkiye’den Kuzey Irak’a çekmişti. Terörist saldırılarda şehit olanların sayısı onun altına düşmüştü. Öcalan da İmralı’da kullanıma hazır olduğunu söyler durumdaydı.
AKP için Türkiye’deki terörün sorumlusu “ret ve inkâr” ile yürütülen “asimilasyon” politikasıydı. Tek tipleştirme, yasaklama, kötü yönetim, köy boşaltmaları, Diyarbakır Cezaevi’ndeki işkenceler süreç içinde “Kürt Sorunu” nu ortaya çıkarmıştı.
AKP, sorunu müzakere yöntemiyle çözebileceğine inanıyordu. İmralı’daki hükümlü Öcalan, AKP’nin uygulamaya koyduğu açılım politikaları sırasında “ister benimle görüşün, ister akil adamlarla görüşün isterseniz DTP ile görüşün” anlamına gelen sözler etmişti.
Başbakan Erdoğan, AKP Genel Başkanı sıfatıyla DTP ile görüşmüştü. DTP, İmralı’yı işaret etmiş “muhatap Öcalan’dır”, demişti. Habur’dan, zafer kazanan kahraman edasıyla terörist bir grup Türkiye’ye girmişti. Habur teröristleri “Pişman değiliz. Öcalan istedi, geldik” demişlerdir.
Hükümetin, dolaylı bir biçimde yokladığı akil adamlar da çözüm yerinin Öcalan olduğunu işaret etmişlerdi.
Süreçte AKP Hükümeti “Kürt Sorunu” adını verdiği konuda kimi muhatap almak istese o hemen ‘İmralı’daki hükümlüyü’ muhatap olarak gösteriyordu.
Öcalan, “bensiz olmaz, bana mecbursunuz” mesajını AKP hükümetine böylece vermiş oluyordu. Oslo görüşmeleri sırasında da benzer şartlar yaratılmıştı. Oslo’ya giden MİT heyeti İmralı ile koordineli bir biçimde görüşmeleri yürütmüştür.
Bu süreç, AKP’nin seçimi kazasız-belasız geçirmesine ve iktidara yeniden ulaşmasına kadar sürmüştür. Güneydoğu’da AKP, görüşme-diyalog-çözüm oyunu oynarken PKK boş durmamıştır. Asker ve emniyet güçlerinin operasyon yapmamasından yararlanan terör örgütü halka nüfuz etmiş, bölgede otorite tesis yoluna gitmiştir. KCK adlı Kürt çatı devleti yapılanmasıyla, DTK adlı platform bu şartlar altında organize olmuştur.
Bölücü örgüt bir yandan AKP’nin memurlarıyla protokol ve mutabakat peşinde koşarken, diğer yandan saldırılarını sürdürmüştür. Bu saldırılarda onlarca güvenlik görevlisi şehit düşmüştür. Medyadaki terör örgütünün propagandistleri bu saldırıları “derin PKK’nın” yaptığını, bölücü örgüt içinde çözüm istemeyen grupların saldırıları gerçekleştirdiğini söylemişlerdir.
Bazı ilçelerde sokakların PKK’nın denetimine girmesi, belediye başkanlarının KCK’lı militanlarca sorgulanması ve sokak ortalarında asker ve imam katledilmesine ilişkin görüntülerin medyaya yansıması sonrasında iktidar, harekete geçmiştir. KCK tutuklamaları böyle başlamıştır.
KCK’lılar tutuklanmalarının ardından “ana dilde savunma yapacağız, Türkçe savunma yapmıyoruz” direnişi başlattılar. Bir süre sonra da organize olarak bütün cezaevlerinde aynı anda ‘ana dilde savunma, ana dilde eğitim ve Öcalan’a uygulanan tecridin kaldırılması’ şartlarının kabul edilmesine kadar ölüm orucuna devam edeceğini bildirdiler.
Cezaevinde doğrudan “örgüt baskısı” altında “ölüm orucu” tutulmasına hükümet göz yumdu. Örgütün bu insanların hayatı üzerinden, devlete dayatmada bulunması seyredildi. Hükümet özellikle KCK’lı mahkûmları ’F Tipi Cezaevi’ne koymayarak onların organize ölüm orucu tutmalarına katkı sağlamış oldu.
Altmış dokuz gün süresince de sözde ölüm orucu propagandası yapıldı. Selahattin Demirtaş, “Açlık grevine girenler şov yapmıyor… Barış için açlık grevleri için müzakereler derhal yapılmalıdır. Talepler bir an önce yerine getirilmelidir” diye İmralı’yı yeniden adres göstermiştir.
Bülent Arınç, ölüm orucu tutanların isteklerinin büyük ölçüde yerine getirildiğini söylüyor. İmralı’ya Öcalan’ın kardeşi gönderiliyor. İmralı’dan ölüm oruçları için “bitirin” emri geliyor. BDP derhal harekete geçiyor. Ölüm oruçları sona eriyor. Arınç, “Milletimize geçmiş olsun” diyor.
BDP’li Kışanak, “Abdullah Öcalan bir kez daha önder olduğunu ortaya koyan bir duruş sergilemiştir” derken, Şemdinli’den gelen şehit haberleriyle beş eve daha ateş düşmüştü.