Toplumsal olayları başlatan aktörler çoğu zaman amaçlamadıkları, niyet etmedikleri, arzulamadıkları ya da öngörmedikleri sonuçlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Atılan bir adım, adımı atanın hiç de arzu etmediği yeni bir durum yaratarak, güç dengelerini değiştirebilmektedir.
Suriye’de de fitili tutuşturan, iç savaşı kışkırtan ve kaosu üreten aktörlerin önüne yarın hangi fotoğrafın çıkacağı belli değildir. Başta Erdoğan olmak üzere Suriye’ye müdahale çağrısı yapan birçok aktör amaçladıkları durumların tam tersi bir sonuçla yüz yüze gelebilir.
Şu sıralarda Suriye’de Esat’ın Baas rejiminin son anlarında ve sonrasında olup biteceklerin neler olacağı büyük ölçüde belli olmuştur.
Bunlardan Türkiye’nin hayati çıkarlarına aykırı iki önemli gelişme Türk dış politika yapıcılarının önüne çıkmıştır: Birincisi İsrail’in Suriye’ye müdahalesi diğeri de Kuzey Suriye Kürdistan’ının kurulmasıdır.
Önce birinci ihtimali irdeleyelim: Mısır, Tunus, Libya, Yemen’de meydana gelen iç ayaklanmalar sırasında sessizliğini koruyan İsrail’in, Suriye söz konusu olduğundan durumdan vazife çıkarma hırsına kapıldığı görülmektedir.
İsrail, Suriye’de çıkarılan iç savaşın zayıflattığı otoriteye son darbeyi vurmak için her an harekete geçebilir. İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, İsrail ordusunun Suriye’deki kimyasal silahların Hizbullah’ın eline geçmesini önlemek amacıyla yapılacak bir operasyon için hazırlıklara başladığını açıkladı.
İsrailli bakan, Beşar Esad düşmeye başladığı anda istihbarat değerlendirmesi yapıp diğer kurumlarla bağlantıya geçeceklerini söyledi.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu ise hala “bölgesel lider”, “küresel aktör”, “oyun kurucu devlet” sözleri ediyor. Ortadoğu’da oyunu kimin kurup, kimi oynattığının hala farkına varmış görünmüyor! Davutoğlu’nun izlediği siyaset, Türkiye’yi bölgesel lider değil, küresel mahkum haline getirecek bir siyasettir.
Davutoğlu ve Erdoğan ikilisi, Ortadoğu’da üst perdeden konuşarak, abartı, tehdit ve blöfle sonuç alınacağını sanıyor. Reuters Haber Ajansı bu durumu “Türkiye’nin havlaması, ısırmasından daha kötü gibi görünüyor” diyerek alaya alıyor.
Durum yeterince açık, İsrail’in resmen ve fiilen Suriye’ye müdahale etmek için alt yapıyı ve dünya kamuoyunu hazırladığı görülüyor. Acaba Başbakan Erdoğan, İsrail’in “kimyasal silahların taşınması” bahanesiyle Suriye’ye müdahalesinin meydana getireceği sonuçların farkında değil midir? Acaba yine Erdoğan/Davutoğlu ikilisi böyle bir müdahale karşısında Obama ile görüşme, Putin ile konuşmanın dışında ne yapacağını hesap etmiş bulunuyorlar mı?
Aynen uçak düşürülmesi vakasında olduğu gibi “hık mık”, “kem küm”, “bir ileri iki geri” söylemleriyle vaziyeti idare etmeyi mi düşünüyorlar? Meçhul!
Diğer yandan Suriye’de Esat sonrası ciddi bir gelişme daha yaşanıyor. O da Suriye’de yaşayan “RojavaKürtleri” yle ilgilidir. Bunlar arasında PKK’ya yakınlığıyla bilinen Kürdistan Demokratik Yurtseverler Birliği (PYD) var. Bölgeden “Rojava Kürtleri barışçıl direnişleri sonucu topraklarını özgürleştirdi” haberleri geliyor. Dahası da var. Halep yakınlarındaki Kobani kentinde de Kürtlerin yönetime el koyduğuna yönelik görüntüler televizyonlara yansıdı. Suriye’de Irak Kürdistan yönetimine benzer bir yapı kurulup, ilan edilmesi an meselesidir. Burada hâkim olacak örgütlü tek Kürt gurup da PYD yani PKK’dır.
Ciddi kaynaklar Kandil’den Suriye’deki PYD’ye militan ve örgüt desteği sağlandığına yönelik haberler geliyor. Mesut Barzani geçtiğimiz günlerde PYD ile karşıtlarını Erbil’de bir araya getirip uzlaştırma girişiminde bulunmuştu.
Bütün bu gelişmelerden Türkiye’nin çıkarı nedir? Esat sonrası İsrail’in bölgeye daha çok nüfuz etmesi mi, yoksa bölücülük ve terörün bölgede aldığı mesafeyle birlikte Türkiye’yi daha çok tehdit eder hale gelmesi mi, Türkiye’nin çıkarınadır?
İsrail’in “Arap Baharı”nı ellerini ovuşturarak izlemesi yeterince anlamlı değil midir?