Osmanlı döneminde imparatorluğun kaderini elinde bulunduranlar, düvel-i muazzama dedikleri büyük devletlerin desteğini sağlayabilmek için bu ülkelerin isteklerine, özellikle de Türkiye’deki siyasi rejimin niteliğine ilişkin taleplerine hep duyarlılık göstermişlerdir. Batılı gibi olarak Batı’nın şerrinden kurtulmak gibi bir yol tutmuşlardı.
Dönemin devlet yöneticilerinin Batı’nın muhabbetine (!) muhatap olmayı ne kadar ciddiye aldıklarını Fuat Paşa’nın şu sözleri ortaya koymaktadır. Fuat Paşa “Bab-ı âli’yi İngiliz dostluğundan mahrum görmektense birkaç vilayetimizi elden çıkmış görmek daha iyidir” demiştir.
1839 yılında Mustafa Reşit Paşa tarafından ilan edilen Gülhane Hattı Hümayun’nun arka planında, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’ya karşı İngiltere ve Fransa’nın desteğini sağlama düşüncesi vardır.
1876’da Kanun-i Esasi’nin ilanında da, yine Rusya’ya karşı İngiltere’nin desteğini alma amacı önemli bir yer tutar.
Her iki olayda da, ülkenin toprak bütünlüğünün korunması için desteği aranan devletlerin talepleri karşılanmaya çalışılmıştır.
Fransızcı Mithat ve Ali, -halkın kendilerine uygun gördüğü söylemlerle- Almancı Enverland, Ruscu Nedimof Osmanlı’nın son dönemindeki etkin devlet yöneticilerinden bazılarıdır.
Osmanlı’dan günümüze muhibbi cemiyetleri kurarak yabancılardan muhabbet, heyetler teşkil ederek küresel güçlerden merhamet ya da yardım dilenmek, siyasi bir gelenek halini almıştır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün “muhtaç olduğu kudreti” kendi gayret ve çalışmalarında arayan dönemi hariç tutulursa, yıkılış döneminin uşaklık ruhunun günümüz Türkiye’sinin yöneticilerine de aynen intikal ettiği söylenebilir.
Başkaları (efendiler, küresel güçler, AB, düvel-i muazzama) sayesinde var olabileceğine inandırılmış olanlar yalnız başına, özellikle de özgür kaldıklarında büyük bir felakete uğradıklarını düşünürler.
Bugün Türkiye’deki bazı entelektüel, siyasetçi, gazeteci ve aydınların yabancılara hizmet sunan birer aygıt haline gelmesi, bu tarihi geleneğin sonucudur. Var olmayı, “kalkınmayı” ve “medeni olmayı” yüzlerce yıldır kendi öznesinin dışında arayanların içinde bulundukları durum bir ölçüde budur. Hiç kuşku yok ki kurtuluşunu başkalarından bekleyen; referanslarını, ölçütlerini yabandan alanlar, sonuçta yabancı çıkarların aracı olmaktan kendini kurtaramazlar.
Bağımlı ve endeksli bir zihniyetin insanları için bağımsızlık duygusu her şeyden daha tehlikelidir.
“Siz yapmazsanız başkaları gelir yapar!” söyleminin zihnî arka planında bu vardır.
“Yeni Anayasa” düşüncesinin gerisinde de böyle bir tarihi gelenek vardır. Anayasayı millilikten, bir millete ait olmaktan ve bağımsızlık belgesi olmaktan çıkarmak söylemlerinin arka planında da küresel odaklara yönelik mesajlar vardır.
Bölücüler silahla, cinayetle elde edemediği statüyü, özerkliği, federatif yapı ya da bölünmeyi anayasa ile sağlayacaklarının hesabını yapıyorlar. Fena halde yanıldıklarını ise çok kısa zamanda göreceklerdir.
Hatırlatalım ki Fransızların insan derisiyle kapladıkları bir anayasaları var. Türkler ise milli anayasalarını ve bağımsızlıklarını Çanakkale, Sarıkamış, Yemen, Galiçya ve Sakarya’da toprağın altına gömdükleri yüz binlerce şehidin ruhuyla sarıp sarmalamışlardır.
Çok kısa sürede Türkiye Cumhuriyetinin milliyet, tarih, devlet ve bağımsızlık özürlülerden ne kadar büyük olduğunu yaşayarak öğreneceklerdir!
Fuat Paşa’nın İngiliz muhabbeti için feda edeceği belki üç beş vilayeti (!) vardı. Ancak Türkiye Cumhuriyetinin ABD’nin Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eş Başkanlığı için feda edeceği ne üç beş vilayeti ne de anayasası vardır.
Milliyet özürlü iktidarların karşısına toprak değil, vatanın çakıl taşı için ölüm kalım savaşı veren milletin çocukları hep çıkmıştır! Bundan sonra da çıkacaktır!