Recaizade Mahmut Ekrem’in 1889 yılında yazdığı Araba Sevdası adlı roman, dönemin burjuva gençliğinin içine düştüğü açmazı anlatır. Romanın kahramanı olan Bihruz, Fransız (Avrupa) sevdalısı bir gençtir, ona göre Türkçe kaba ve yetersiz bir dildir. Türkler kaba, medeniyetten yoksun insanlardır, Türkçe gerekmediği sürece konuşulmamalıdır. Bihruz Bey, hiçbir işi olmayan, vefat eden babasından kalan mirasla geçinen mirasyedi bir insandır ve bütün işi akşama kadar lüks, alafranga kıyafetler ısmarlamak için zamanın ecnebi kabul edilen esnafını gezmek, kır kahvelerinde ve mesirelerde lüks aracıyla caka satmaktır.
Recaizade, kendi değer yargılarından koparak, bilinçsiz bir şekilde batılılaşmaya çalışan dejenere olmuş bir toplumun ve bu toplumun içine düştüğü trajikomik durumun eleştirisini, romanın kahramanının üzerinden yapar.
Romanın kahramanı, Frenkler gibi süslü gezen, gösteriş olsun diye cebinde Fransızca dergi ve gazetelerle dolaşan, “bonjur”, “bonsuar”, “vuzale biyen” diyebilmek için Beyoğlu’nda adam arayan; Türkçe konuşurken araya saçma sapan Fransızca sözcükler katan; savurganlığa, borç etmeye özenen; Türkçeyi edebiyatsız, kaba bir dil sayıp bu dilin cahili olduğu için övünen bir kişiliktir.
Recaizade romanında, sahip olduğu değerleri düşünmeden harcayan, kaybettiğini anladığında ise çok geç kaldığını fark edenlerin hikâyesini anlatır. Şairin dediği gibi taşın sert olduğu, ateşin yaktığı ve suyun boğduğu anlaşılıyor ama iş işten geçtikten sonra…
Roman, 1889 yılının düşünce ortamının, aydınının, gençliğinin ve değerlerinin durumunu anlatıyor. Eserin yazılmasının üzerinden 122 yıl geçmiştir. İmparatorluk Cumhuriyete dönüşmüştür. Monarşiden demokrasiye geçilmiştir. Ancak toplumsal, zihinsel ve kültürel yapıda çok fazla bir değişim söz konusu olmamıştır.
Özenti, kendinden uzaklaşma, başkasını kendisi sanma, sahip olduğunun farkında olmama ve varlığını serap uğruna harcama gibi toplumsal sapmalar, bugün de aynen devam etmektedir.
Günümüz Türkiye’sinin entelektüel zemininde, adam olmayı Avrupalı olmak sanan, varlığını Avrupa’dan ibaret gören, anadili Türkçe yerine İngilizceyle amel eden yaygın bir anlayış var. Türkiye, kendi kültürüne, tarihine, değerlerine yabancı olmayı yahut yabancılaşmayı medeni olmak olarak algılayan bir zihniyetin egemenliği altındadır. Siyaset ve kültür dünyası, AB’ye tam üye olmak uğruna katlanamayacağı zillet, eğmeyeceği baş, girmeyeceği kılık, çalmayacağı kapı olmayanlar tarafından ağzına kadar doldurulmuş durumdadır.
1889 yılının Araba Sevdası 2000’li yıllarda yerini Avrupa Sevdasına bırakmıştır. Araba sevdasının uğrattığı hayal
kırıklığı bitmeden Avrupa sevdasının hayal kırıklığı yaşanmaya başlamıştır. İşin ilginç yanı, bunu hayal kırıklığını yaşayanlardan daha çok yaşatanların fark etmiş olmasıdır.
ABD’nin saygın gazetelerinden New York Times, Türk halkının AB hevesini kaybettiğine dikkat çekerek, “Türk yetkililer gizli konuşmalarında müzakereler 2014’te hâlâ çıkmazda olursa, tamamen iptal edileceğini” söylüyor diye yazmış.
German Marshal Fund’un 2004’te yaptığı ankette AB üyeliğini destekleyenler yüzde 73’tü. Bu oran 2010’da %38’e gerilemiş. Türkiye ile soğuk ilişkiler Avrupa’nın Arap dünyasında nüfuz kaybetmesine neden olurken, NATO üyesi Türkiye, bölgede Batı için önemli bir muhatap haline geliyor. Onlarca yıldan bu yana ilk kez uzmanlar Avrupa’nın Türkiye’ye, Türkiye’nin Avrupa’ya ihtiyaç duyduğundan daha fazla ihtiyaç duyduğunu yazmış.
Sevdanın hiçbir türünün milletler için mutluluk getirmediğini ise henüz fark eden yok!