Geçilen sistemin ne olduğu konusunda sistemi savunanların da çok fazla haberi olduğu söylenemez.
Güçlü hükümet, güçlü meclis, güçlü yargı söylemleriyle devreye sokulan sistem tam bir keyfilik rejimi getirdi. Ne hükümet, ne meclis ne de yargı güçlendi. Aksine bütün güçler bir tek yöneticide toplandı. Güçlerin tekeli kuruldu.
Bir tek kişinin eline geçen güç de büyük bir keyfilik içinde uygulandı.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adlı garip yapı tam anlamıyla keyfi bir yönetim üretti.
Partili cumhurbaşkanı uygulaması!
Siyasi parti genel başkanlığı da cumhurbaşkanlığı da aynı kişide toplandı.
Sonuçta “ben demek parti demek, milli irade demek beni seçtikleri için millet demektir” noktasına kadar iş gitti.
Bu şartlarda seçilen Cumhurbaşkanı Saray’dan devleti yönetmek yerine seçim meydanlarında parti mitingleri yapmak, partililerle toplantı yapmak, muhalif parti liderlerine had bildirmekle zamanını geçiriyor.
Vatandaş ve devletle ilgili her şey kurullara ve bürokratlara havale ediliyor.
Bakanlar meclise uğramaz, milletvekilleri bakanlar bir yana bürokratlara bile ulaşamaz bir konuma düştüler.
Süreçte Cumhurbaşkanı zamanının büyük bir kısmını ya yurt dışı gezilerinde ya da yurt içi seçim ve parti propagandalarında geçirmektedir.
Cumhurbaşkanlığı da part time yapılır hale gelmiştir.
Cumhurbaşkanı resmen herkesin ama fiilen yalnız kendi partisinin cumhurbaşkanı olsun, devletin temsili önemli değil parti temsil edilsin yeter demek akıl dışı bir durumdur.
“Cumhurbaşkanı partili olmasın” gibi haklı bir talebe “hayır” demek de ne devlet ne millet ne de demokrasi yönünden savunulur değildir.
Cumhurbaşkanının partiler üstü, mezhepler üstü, kulüpler üstü, ideolojiler üstü, bölgeler üstü olmasından daha doğal ne olabilir.
Cumhurbaşkanlığı makamına herkesin, her bölgenin, her inancın, her düşünce sahibinin benim cumhurbaşkanım diyebilmesinden daha doğru olanı nedir?
Tarafsız cumhurbaşkanı bir halkın en masum ve meşru talebidir.
Dahası her konuda, her zaman, her fırsatta değil de yeri ve zamanı gelince konuşan bir cumhurbaşkanı talebi de haklı bir taleptir.
Devleti ve milleti parçalarıyla/ayrıntılarıyla değil de bütünüyle yönetilmesinin sağlanması herkesten daha çok cumhurbaşkanının görevleri arasında olması akılcı bir taleptir.
Partili cumhurbaşkanlığı ülkeyi biz ve onlar olarak birbirinden ayırmış ve kamplaştırmıştır.
Türkiye’yi tam anlamıyla parti devleti görüntüsü içine sokmuştur.
Cumhurbaşkanlığı makamının ötekileştirmeyen, ayırmayan, kamplaştırmayan, kutuplaştırmayan aksine birleştiren, bütünleştiren ve bir arada tutan bir makam olması ülkenin en acil sorunudur.
Kuvvetlerin ayrılığı!
İktidarı sınırlama ancak yasama, yürütme ve yargının birbirinden ayrılmasıyla mümkün olabilir.
Kuvvetlerin hangi düzeyde ayrılacağı, yani kuvvetlerin sert veya yumuşak ayrılığı ise farklı hükümet sistemlerinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Yarı başkanlık ve cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi gibi hükümet sistemleri de özünde parlamenter sistem ve başkanlık sisteminin farklı türevleridir.
Türkiye’de uygulanan sistem parti devletine giden yolu açmıştır.
Bugün Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, resmen (görünüşte) kuvvetlerin ayrı olduğu, uygalamada ise fiilen bütün kuvvetlerin tek elde toplandığı bir garip yapıdır.
Gerçek anlamda kuvvetlerin ayrılığı değil birliği olduğu için bugün insanlar Türkiye’de en fazla hukuk devletinden, adaletten, eşitlikten şikâyet eder haldeler.
Böyle bir yapının eninde sonunda baskıcı ve totaliter bir sistemi yaratacağı zaten biliniyordu.
Ağızdan çıkanın yasa olduğu, onu denetleyecek hiç bir mekanizmanın bulunmadığı yerde iktidar bozuyor, mutlak iktidarsa mutlaka bozuyor!