“Senelerdir, Devletin varlığı, Milletin birliği, Vatanın bölünmezliği uğrunda, bu mukaddesleri yıkmak için uğraşanlarla yaptıkları mücadelede yüzlerce memleket evladı kara toprağa düştü, sehid oldular. Hayatlarının baharında, en güzel günlerinde kimi arkada anasını, kimi karısını ,çocuğunu, nişanlısını gözü yaşlı bırakarak göçüp gittiler. Her biri içimizden bir parçayı kopartıp aldı, götürdü. Suçları neydi, günahları neydi? Bu suçu ve günahı onlara kim kesmişti? Bir tek suçları , bir tek günahları vardı: Türk Milletini seviyorlardı. Türk olmanın gururuyla doluydular, Türk gibi düşünüyorlardı, yüce dinleri İslâm’ın ahlâk ve faziletini taşıyorlardı, Allah’a inanıyorlardı. Devletlerini yaşatmak, ona uzanan elle mücadele etmek hayatlarının manasıydı. Milleti böldürtmemek, vatanlarını parçalatmamak yegane gayeleriydi… İşte suçları, günahları… “Ben komünistim, Marksist- Leninistim, Türk ve İslâm değilim” diyenler ve onların arkasındaki dış düşmanlar ise onlara bu suçu kesenler, bu günahı biçenlerdi.” Alparslan Türkeş
Şehitlerimiz dirilerimizi yaşatanlar ve gerçek sahiplerimizdir. Onlar gül bahçesine girercesine mücadeleye girdiler ve şehadet şerbetini içtiler. Din ü devlet mülk ü millet için gözlerini kırpmadan küfrün temsilcisi kızıl kurşunlara hedef oldular. “Vatanım uğruna ha ekmeğini yemişim ha uğruna kurşun” diyerek Allah yoluna koştular, Allah yolunda ölümü en büyük şeref, korkaklığı en büyük şerefsizlik saydılar. Ölüme düğün gecesi diyen Mevlana gibi düğüne gidercesine adeta gülerek şehadete ulaştılar.
Ülkücü hareket 12 eylül öncesinde mücadele ederken, “eşitlik, özgürlük, bağımsızlık, ezilenler, sosyalizm” gibi o zamanın modasına ve rüzgarına kapılmış Türk çocuklarına bu kavramların ne anlama geldiğini anlatmaya çalışıyor, Başbuğ’un deyimiyle Hoca Ahmet Yesevilerin yolunda Anadolu’da gönülleri yeniden fethediyordu.
Oniki Eylül öncesinde Şanlı bir mücadele vererek, Türk gençliğini milli tarih, milli kültür, milli ülküler etrafında toplayan, kenetleyen, gençliğimize sahip çıkan, milli bir harekettir. Asla devşirilme bir hareket değildir, devşirilme fikirler sızamamıştır. Öze dönüş ve yeniden diriliş hareketidir. Başbuğ’un deyimiyle mücadelemiz; her ne pahasına olursa olsun siyasi kazanç meselesi değil, ahlâk ve fazilet mücadelesidir.
Cd, DVD nin olmadığı o yıllarda, Ülkü Ocaklarının hazırladığı kasette;
Bir Leyle-i Kadir de, düşen din için yere
Şu matemli kalbimden, O ÜLKÜCÜ ŞEHİDE…
Şimdi senin dinini, bu emin eller bekler
Atom atsalar bile, Yaradan’ı kim terkler?…
Diye devam eden hepimizin bildiği, dinlediği şiirde de ifade edildiği gibi; bu Türk ve İslâm düşmanlarına karşı yapılan kutsal bir mücadeleydi. Yine Başbuğ’un ifadesiyle “o üç bin altıyüz can, bu hak bildiğimiz yolda vatan- millet- din ve devlet uğrunda şehid oldular”. Ülkücüler Allah’tan başka hiçbir varlık önünde eğilmediler, boyun bükmediler. Türk devleti, Türk Milleti için canlarını seve seve verdiler.
Oryantalizm; onuncu asırda başlayan ve Papa II. Sylvester’in öncülüğüyle kurulan siyasi ve ilmi bir kurum olarak zaman içinde Batılı devletlerde akademik kuruma dönüşmüş, İslâm’a karşı stratejik faaliyetler yürütüldüğü müessese olmuştur. Oryantalizmin hizmetkârları bazen Müslüman isimler alarak ve Müslüman görünerek, bazen de devşirmeler vasıtasıyla, Müslümanları çeşitli adlar altında, “dini reform” ambalajı ile içten deforme etme, yıkma, faaliyetlerini gerçekleştirmişlerdir. Meşhur Lawrance ile ortak çalışmalar yapan Hristiyan oryantalist Louis Massignon Ehl-i Kitap kavramını öne çıkarmış, bu kavramla “üç dinin” birlikte aynı potada kaynaşacağı intibaını İslâm dünyasına sunmuştur. Yine “üç dine” “İbrahimî Dinler” adını vererek İslâm Dünyasında zihinlerde kavram kargaşalığı meydana getirme faaliyetlerinde bulunmuştur. “Gelenekselcilik”, “Dinlerin Aşkın Birliği” gibi terimler R. Genon ve izinden gidenlerin kullandığı mefhumlardır. Bugün Dinler arası diyaloğu savunanların kullandığı yukarıdaki kavramların oryantalistler tarafından ortaya atıldığını ve köklerinin oralara uzandığı görülmektedir. Oryantalizmin iki yüz yıldır İslâm’ı deforme etme projesinin çağımızdaki adı artık “Dinler arası diyalog”tur.
Watt, Jeffery gibi bazı oryantalistler “tarihselci” metodla Kur’an’daki bazı ayetlerin ayıklanmasını, düzeltilmesini dahi istemişlerdir. Meselâ Watt’ın düzeltilmesini istediği ayetlerden birisi, “Allah katında din şüphesiz İslâm’dır” (Maide 19) ayetidir. Edward Said’in Oryantalizm kitabında ifade ettiği gibi; dinler arası diyalog oryantalizmin Müslümanları Hristiyanlığa yaklaştırma stratejisidir.
Özetle; dinler arası diyalog projesi; misyonerliğin yeni yüzü, Kelime-i Tevhid’den Hz. Muhammed’i(S.A.V.) çıkararak Hz. Muhammed’siz (S.A.V.) bir İslâm algısı oluşturma, İslâm’ı başkalaştırma, dönüştürme, ılımlı İslâm adı altında paradigma değişikliğinin adıdır.
Dinler arası diyalog çok faydalıdır diyenler olsa da Ülkücü Hareket bunun Türk’ü başkalaştırma, dönüştürme projesi olduğunu bilmektedir. Ülkücü Hareketin destanlaşan bu şanlı mücadelesi ile “Dinler Arası Diyalog” arasında bir bağ kurmak, ilişkiden bahsetmek, birbiriyle ilişkilendirmek, bir art niyet yoksa, ya ülkücü hareketi tanımamak, ya da malum cemaati tanımamak anlamına gelmektedir. Ki bir art niyet olmadığı kanaatinde olduğumuzu da belirtelim. Ancak bu durumda da adayımızın, ya dinler arası diyalogun İslâm’ı başkalaştırma, dönüştürme hareketi olduğunu söyleyerek geçmişte söylediğinin hatalı olduğunu ya da yine sözlerinin arkasında dik durarak dinler arası diyalogun çok faydalı olduğunu bir açıklama ile belirtmesi beklenir. Çünkü bir açıklama yapmamak ülkücü hareketi anlayamamak anlamına da gelmektedir.
Ülkücü hareketin mücadelesi de; başkalaştırılan, dönüştürülenlere Şanlı Albayrağımızın gölgesinde kim olduklarını hatırlatmak, aslına ve özüne dönerek, yabancılaşmadan Türk ve Müslüman olarak çağdaşlaşmak ve Türk Milletini çağlar üzerinden sıçratmaktır. Selam olsun başkalaştırılamayan, dönüştürülemeyen , destanlaşan Ülkücü Hareketin isimsiz kahramanlarına!