Türkiye’nin kalkınması için madencilik tek başına bir çözüm değildir. Madencilik sektörü temsilcilerinin ekonomik büyüme odaklı yaklaşımlarını desteklemek, toplumsal ve çevresel maliyetleri göz ardı etmek anlamına gelir. Ülkelerin zenginliği, sadece yer altındaki kaynaklarla değil, ülkenin topyekün adalet sistemi, bilimsel gelişmişliği ve çevresel duyarlılığı ile ölçülmelidir. Bu nedenle, kalkınma politikalarında insani gelişim ve sürdürülebilirlik ilkelerine öncelik verilmelidir.
Son yirmi yılda Türkiye’nin içinden geçtiği sosyal, ekonomik ve politik dönüşümler, özellikle ve öncelikli olarak eğitim ve adalet sistemini tahrip etti. Bu süreç, yalnızca toplumsal insani değerlerin aşınmasına yol açmadı, aynı zamanda bilimsel bilgiye dayalı politikaların yerini, “değer” yüklü ideolojik yaklaşımlara bıraktı.
Bu hızlı dönüşüme kapitalist sistemin daha rafine stratejilerle insan ihtiyaçlarının sınırlarının genişletilmesi için kullandığı araçlar ve kapitalist insan tipinin daha fazla tüketme açgözlülüğü de katkı sağladı.
Bu akıl tutulması, ya da bilimsel akıldan feragat her alanda olduğu gibi madencilik gibi bilim ve teknoloji merkezli stratejik sektörleri de etkiledi. Ekonomik büyüme ve kalkınma adına, bilinçli ya da bilinçsiz, yanlış önceliklerin belirlenmesi, toplumsal ve çevresel maliyetlerin göz ardı edilmesine yol açtı.
Ekonomik Odaklı Yanılgı
Madencilik sektörü temsilcileri ve onların fikirilerinin sözcülüğünü yapan, söylemlerini destekleyen meslek erbabı medya neferleri ya da sektörle ticari ilişki içindeki taraflı bilim insanları, genellikle madenlerin çıkarılması ve işlenmesinin ülkenin ekonomik kalkınması için “olmazsa olmaz” olduğunu savunur.
Bu sav, çoğunlukla şu temellere dayanır:
- Doğal kaynak zenginliği ekonomik kalkınma sağlar.
- Yer altı kaynakları, doğru yönetildiğinde dış ticaret açığını kapatır ve refah getirir.
- Madencilik faaliyetleri, istihdam ve sanayi gelişimine katkı sunar.
Bu argümanların yüzeyde haklılık payı olsa da, gerçek daha karmaşıktır. Geçmişteki deneyimler ve güncel örnekler, bu yaklaşımların çoğunlukla yanıltıcı olduğunu göstermektedir.
Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Venezuela ve Nijerya başta olmak üzere birçok Afrika, Latin Amerika ya da Asya ülkesi Zengin maden ve petrol yataklarına sahip olmalarına rağmen, bu kaynakların yabancı şirketler ve yerel elitler tarafından sömürülmesi, ülkeyi derin bir fakirlik ve siyasi istikrarsızlığa sürüklemiştir.
Kongo Demokratik Cumhuriyeti, zengin maden kaynaklarına sahip olmanın ekonomik ya da insani kalkınma için tek başına yeterli olmadığının en önemli örneklerinden biridir. Bu ülke, dünyanın en büyük kobalt üreticisidir. Dünya kobalt rezervlerinin yüzde 50’sine sahiptir. Bilindiği gibi kobalt, lityum-iyon piller ve elektrikli araçlar için kritik önemdedir. Ayrıca ülkede bakır yatakları yanı sıra stratejik madenlerden koltan ve değerli madenlerden elmas bulunmaktadır.
Güney Afrika Cumhuriyeti gerçeğini de unutmamak gerekiyor. Dünyanın en büyük altın madeni üreticilerinden olan ülkede kişi başına düşen düşük milli gelir ve gelir dağılımındaki eşitsizliklere bağlı eğitim ve sağlık koşullarındaki uçurum ortadadır.
Buna karşın, maden zenginliği olmadan refah seviyesini yükseltmiş ülkeler de vardır.
Orta Avrupa ülkelerinin birçoğunda maden çeşitliliği sınırlıdır. Örneğin Hollanda, değerli ya da metalik maden kaynakları açısından fakir olmasına rağmen ekonomik olarak oldukça gelişmiş bir ülkedir. Almanya ve İsviçre gibi ülkeler altın madeni işletmesine sahip olmamalarına karşın en fazla altın rezervine sahip güçlü ekonomilerdir.
Örneğin Japonya, doğal kaynak bakımından son derece fakir olmasına rağmen, eğitime, teknolojiye ve bilimsel bilgiye yapılan yatırımlar, Japonya’yı dünyanın en gelişmiş ekonomilerinden biri haline getirmiştir.
Bir diğer örnek Güney Kore, maden zengini olmamasına rağmen, eğitim ve sanayiye yaptığı yatırımlarla global bir teknoloji devine dönüşmüştür.
Bu ülkeler ekonomik faaliyetlerini çeşitlendirerek sadece yeraltı kaynaklarına bağlı kalmamışlar, hammadde ithal ederek katmadeğerli ürüne dönüştürerek daha fazla kazanç sağlamayı başarmışlardır.
Dolayısıyla, madenlerin çıkarılması ve işlenmesi, kısa vadede ekonomik büyüme getirebilir; ancak bu, uzun vadeli kalkınmanın garantisi değildir. Ülkelerin kalkınması için insani gelişim göstergeleri (eğitim, sağlık, çevre bilinci, toplumsal adalet) de dikkate alınmalıdır. Bir ülke, zengin maden yataklarına sahip olabilir, ancak eğitim sistemi evrensel standartlardan uzak ve geriyse, bilimsel bilgi yerine hurafe ve ideoloji hâkimse, toplumsal adalet zedelenmişse bu kaynaklar ülkeyi ileri götürmek yerine geri çeker.
Madencilik, Siyaset Üstü Değil, Siyasi Bir Meseledir
Madencilik, sıklıkla sektör aktörleri tarafından “siyaset üstü bir mesele” olarak sunulmakta ve ekonomik kalkınmanın bir aracı olarak lanse edilmektedir. Bu iddia, dikkatle incelendiğinde büyük bir yanılgı barındırıyor. Doğal kaynakların kullanımı, doğrudan toplumsal, çevresel ve ekonomik politikalarla ilişkilidir. Siyaset üstü söylemler, bu sektördeki karar alma süreçlerini tartışma dışı bırakmaya çalışırken, madenciliğin çevresel ve toplumsal etkilerini görmezden gelme tehlikesi taşır.
“Önce İnsan, Sonra Çevre, Sonra Katmadeğerli Madencilik” Sloganı
Sektör aktörlerinin son dönem populer söylemi “Önce insan, sonra çevre, sonra katma değerli madencilik” sloganı, kulağa hoş gelse de aslında “yeşil aklama” (greenwashing) olarak bilinen bir algı yönetimi stratejisinin örneğidir. Bu tür sloganlar, madenciliğin çevresel ve toplumsal etkilerini önemsediği izlenimi yaratır, ancak uygulamada genellikle yetersiz düzenlemeler ve denetimlerle sonuçlanır. Türkiye’de çevresel ve sosyal düzenlemeler, uluslararası standartlarla tam uyum içinde olmadığı ve dahası yoruma açık birçok yöne sahip olduğu için, şirketlerin çevreye zarar veren uygulamaların önlenememesine, yöre halkının menfaat ve haklarının göz ardı edilmesine ve uzun vadeli ekolojik ve sosyal etkilerin öngörülememesine neden olmaktadır.
Temel Eksiklikler
Türkiye’de Çevresel Etki Değerlendirme Mevzuatı güncel uluslararası standart ve iyi uygulamalarının uzağındadır. Uluslararası finans kuruluşlarının sosyal ve çevresel standartlarına uyumlu raporlar hazırlanmadığı için projeler ciddi riskler taşır.
Madencilik faaliyetleri çoğunlukla bağımsız ve akredite kuruluşlar yerine kamu kurumlarının denetimine bırakılmıştır. Bu durum, denetim süreçlerinde şeffaflık ve tarafsızlığın önüne geçebilir.
Madencilik faaliyetleri yöre ekonomilerine yeterli katkıyı sağlamamaktadır. Yöre halkına sağlanılan istihdam ve yöreden tedarik edilen mal ve hizmetler beklentileri karşılamaktan uzaktır.
Mevcut yasa ve düzenlemelerdeki eksiklikler ve boşluklar sebebiyle madencilik faaliyetleri, yer altı kaynaklarının yabancı şirketler tarafından sömürülmesine açık hale gelmektedir. Devlet hakkı özellikle değerli metalik madenler söz konusu olduğunda yetersizdir.
Ayrıca, alınan vergilerin maden faaliyeti gösterilen bölgeye hizmet olarak etkin dönüşü olmamaktadır. Bu durum, kaynak zenginliğinin yerel topluma fayda sağlamadığı algısını yaratır.
Ne yapılmalı?
Acil olarak alınması gereken önlemleri kısaca özetleyelim:
- Şirketlerin taleplerine göre değil ekosistem ve toplum sağlığı göz önünde bulundurularak maden arama ve işletme izinleri verilmelidir. Her bölgede madencilik yapılması engellenmelidir. Ormanlık alanlarda veya su kaynaklarının bulunduğu bölgelerde yapılan madencilik, çevresel sürdürülebilirliği tehlikeye atmaktadır. Biyoçeşitliliğin ve su kaynaklarının korunması, tarihi ve kültürel mirasın gözetilmesi önemlidir.
- Maden hakkı meselesi önemlidir. Madenler devlete ve millete ait değerlerdir. Özel şirketlerin ticari riskleri gözardı edilmemeli ama devletin menfaatleri de göz önünde tutulmalıdır. Özellikle metalik ve stratejik madenlerde devlet hakkı %25’e çıkarılmalıdır. Bu gelir, bölgesel kalkınma ve çevresel projeler için kullanılmalıdır.
- Çevresel Etki Değerlendirme Mevzuatı yenilenerek tüm maden şirketlerinin yetkin bağımsız danışmanlar aracılığıyla, uluslararası finans kuruluşlarının çevresel ve sosyal standartları ile uyumlu (IFC, EBRD, ADB vs.) detaylı bir Çevresel ve Sosyal Etki Değerlendirme Raporu (ÇSED) hazırlaması sağlanmalıdır. Hazırlanan rapor bağımsız bir şekilde doğrulandıktan sonra maden izinleri verilmelidir.
- Madencilik projelerinin tüm aşamalarında dış denetim, akredite bağımsız kuruluşlar tarafından yapılmalı ve rapor sonuçları kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
- Madencilik şirketlerinden, yerel istihdam oranlarını artırmaları ve bölgedeki mal ve hizmet sağlayıcılarla çalışmaları talep edilmelidir. Bu hedeflerin ÇSED raporlarında somut bir şekilde belirtilmesi zorunlu olmalıdır.
- Her maden projesi, yerel altyapı, eğitim ve sağlık projeleri gibi toplum kalkınmasına yönelik faaliyetler için belirli bir bütçe ayırmalı ve bunu ÇSED Raporu ve ilgili planlarla detaylandırmalıdır.
- Madencilik sonrası arazilerin rehabilitasyonu zorunlu hale getirilmelidir. Rehabilitasyon planı maden izni verilmeden önce yazılmalı, rehabilitasyon için ayrılan bütçe bağımsız danışmanlar tarafından gözden geçirilmeli ve plan ilgili kurumlara iletilmelidir. Bu kapsamda, şirketler önceden belirlenmiş çevresel teminatları yatırmalıdır.
İnsani Kalkınma olmadan Sürdürülebilir Kalkınma Olmaz
Türkiye gibi ülkelerde, ekonomik kalkınmanın doğal kaynak sömürüsüne dayandırılması yerine teknoloji ve inovasyon temelinde bir kalkınma modeli benimsenmelidir. Çevre dostu enerji ve sanayi politikaları, uzun vadeli ekonomik büyüme için şarttır. Madencilik gibi tek bir sektöre bağımlılık yerine, farklı ekonomik sektörler desteklenmelidir.
Kısaca özetlersek, Türkiye’nin kalkınması için madencilik tek başına bir çözüm değildir. Madencilik sektörü temsilcilerinin ekonomik büyüme odaklı yaklaşımlarını desteklemek, toplumsal ve çevresel maliyetleri göz ardı etmek anlamına gelir. Ülkelerin zenginliği, sadece yer altındaki kaynaklarla değil, ülkenin topyekün adalet sistemi, bilimsel gelişmişliği ve çevresel duyarlılığı ile ölçülmelidir. Bu nedenle, kalkınma politikalarında insani gelişim ve sürdürülebilirlik ilkelerine öncelik verilmelidir.