Devletler, her daim zaman makinası içinde bulunurlar. Kaptan, ileride götürebilir, geriye de götürebilir. Yüzyılın, çakma değil gerçek lideri olan Mustafa Kemal, ülkesini, bir yüzyıl ileriye taşımıştır. Avrupa’da kadınların seçme ve seçilme hakkı yokken, O, akıllardan bile geçmeyeni yapmıştır. İngiliz kadınlar, Londra sokaklarında, “Türk kadını gibi olmak istiyoruz” diye çığlıklar atarken, içeride herkes “Mustafa Kemal’in askeri” olmakla öğünüyordu. Tıpkı, yemin töreninde, okul birincisi olan, Bayan Teğmen’imizin haykırdığı gibi… Suud’un Salman’ı, Onun yolunu takip ediyor. “Ben Suudi Arabistan’ın, ATATÜRK’ü olacağım” dediğinde, ülkemizde hutbeler de bile adı geçmiyorsa, yazıklar olsun bizlere… Kıyasıya savaştığı, Anzakların yurdunda, onlar için yazdıkları, Camberra parklarını süslüyor ama Türkiye’de “Ne mutlu Türk’üm diyene” yazıları siliniyorsa, zaman makinasındaki kaptan, ülkeyi, yüz yıl geriye götürmüş demektir.
Doktor, doktor kalksana, lambaları yaksana, Atam elden gidiyor, Çaresine baksana… 1938 Yılıydı. Mevsim sonbahardı. Mavi gözlü komutan, gözlerini kapadı. Bizi düşmandan kurtaran, özgürlükler sunan. Aramızdan ayrıldı. Mavi gözlü komutan. ATA’m izindeyiz. Her zaman seninleyiz. Kurduğun Cumhuriyetin ilelebet bekçisiyiz. Seni çok özlüyoruz. Her zaman arıyoruz. Artık olmasan bile. Seni çok seviyoruz… Söylerken boğazımız düğümlenen, gözlerinizden yaşların ince ince yanaklarımıza indiği, ilkokul günlerimizi ne kadar özledim. Esasında, O günleri değil ATA’mızı ne kadar özledik. Sanki peşinden el salladığımız, o trenine binip, yurdun ücra bir köşesini ziyarete gitmiş gibi. Sanki birkaç gün sonra çıkıp gelecek gibi. Keşke gerçek hayat ile rüya yer değiştirse. Birdenbire uyanıp o zamanlara dönsek… Annemize de gördüğümüz kâbusu anlatsak… Hepinize merhabalar olsun…
Bir ulus, neredeyse yüz yıl önce ölmüş liderini, yana yakıla arıyorsa, orada iyi şeyler olmuyor demektir… Eğer, ATATÜRK’ün adı sık sık telaffuz ediliyorsa, milli kutlamaların sonuna “Özlüyoruz” ibareleri demir atmışsa, vay halimize ki vay… Devletler, her daim zaman makinası içinde bulunurlar. Kaptan, ileride götürebilir, geriye de götürebilir. Yüzyılın, çakma değil gerçek lideri olan Mustafa Kemal, ülkesini, bir yüzyıl ileriye taşımıştır. Avrupa’da kadınların seçme ve seçilme hakkı yokken, O, akıllardan bile geçmeyeni yapmıştır. İngiliz kadınlar, Londra sokaklarında, “Türk kadını gibi olmak istiyoruz” diye çığlıklar atarken, içeride herkes “Mustafa Kemal’in askeri” olmakla öğünüyordu. Tıpkı, yemin töreninde, okul birincisi olan, Bayan Teğmen’imizin haykırdığı gibi… Suud’un Salman’ı, Onun yolunu takip ediyor. “Ben Suudi Arabistan’ın, ATATÜRK’ü olacağım” dediğinde, ülkemizde hutbeler de bile adı geçmiyorsa, yazıklar olsun bizlere… Kıyasıya savaştığı, Anzakların yurdunda, onlar için yazdıkları, Camberra parklarını süslüyor ama Türkiye’de “Ne mutlu Türk’üm diyene” yazıları siliniyorsa, zaman makinasındaki kaptan, ülkeyi, yüz yıl geriye götürmüş demektir.
Mustafa Kemal’i herkes tanır ama, herkes anlayamaz. Sadece tanırsanız, şimdikilerden farkınız olmaz. Ama gerçekten anlarsanız da, devrimleri yılmaz bir bekçi daha kazanmış olur…
ATATÜRK kurduğu Cumhuriyetin adına “Kemaliye Cumhuriyeti” deseydi, kim itiraz edebilirdi? Kimse… Peki, niye öyle bir şey yapmadı? Bu sorunun cevabını, Türklüğü tarifinden, öğrenebiliriz… Gazi Hazretleri diyor ki: “Bu memleket, dünyanın beklemediği anda, ümit etmediği müstesna bir mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne yedi bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik, tabiatın rüzgarlarıyla sallandı. Beşikteki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarında, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu sonra alıştı. Onları tabiatın babası tanıdı, sonra da oğulları oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu. Şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu. Türk budur, yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir…” İşte ATA’mıza göre Türk bu… Yüzyıllardır, Osmanlı baskısıyla, hor görülen, aşağılanan, itilip kakılan, Kuyucu Murat gibi Sırplar tarafından kafaları kesilip, kuyulara doldurulan bir milleti şahlandırıp ayağa kaldıran, ona gerçek değerini hatırlatan kimsedir ATATÜRK… Gel gör ki, Kuyucu Murat gibi, devşirmelerin artıkları, ilk fırsatta, “Türküm, doğruyum” diye başlayan Andımızdan rahatsız olup kaldırdılar… “Türkiye Cumhuriyeti(TC)” ibaresinden korktular, yok ettiler… Milliyetçiliği ayaklar altına aldılar… Dağda taştaki “Ne mutlu Türküm diyene” yazılarını kazıdılar… İşin en acısı, beyinsiz Türkmenler, şuursuzca alkışlandılar… Mustafa Kemal ATATÜRK, bize unuttuğumuz Türklüğümüzü hediye etti. Onun sayesinde, kayıp kimliğimize ulaştık. Ona karşı olanların, sevmeyenlerin bir – iki göbek gerisini inceleyin, ya Arap, ya Gürcü vs. çıkar.
Bugün 10 Kasım. Elim ATATÜRK’ten başka bir şey yazmaya gitmedi… Yazımı Türk Dünyasının çok değerli bir evladı “Men Mustafa Kemal’in esgeriyem” diyen, Azerbaycan eski Cumhurbaşkanı, Başbuğ’um Alparslan Türkeş’in kıymetli gardaşı Ebulfeyz Elçibey‘in sözleriyle bitirmek istiyorum… “Türk değilim diyene karşı sakın ısrar etmeyin… Allah’ın bahşettiği şerefi istemeyen şerefsize, zorla şeref verecek değiliz.”
İnşallah bundan sonraki 10 Kasımlarda, başımız önde değil, dimdik, utanarak değil, gurur duyarak, ATA’mızın huzuruna gideriz… Hepiniz Yaradan’a emanetsiniz. Hoşça kalınız…