Seksen, doksan ve daha fazla yaşamak önemli değildir. Duyarak, hissederek, bir yüreğe dokunarak, kırık bir gönüle merhem sürerek, akan bir gözyaşını silerek, dermanı tükenen birine dermen olarak, bir yalnız kalmışa hatır sorarak ne kadar yaşadık? Kaç saatimizi anlayarak, hissederek, yaşadığımız dünyaya katkı sunarak geçirdiysek, işte gerçek yaşımız o kadardır. Gerisi ise zaman israfıdır. Yaşanmamıştır.
Siyasetin çirkefinden yoruldum. Biraz mola ile zihnimi yıkamak istiyorum.
Bugün sizlere yaşadığımız bir hikâyeyi anlatacağım:
Bir kurt köpeğimiz vardı, adı Ece. Ece’yi oturduğumuz evin yanında bulunan komşunun bahçesine oynaması için götürdük. Koşturdu, eğlendi, yanımıza oturdu. Bahçede ağaçlar arasına bağlanmış ipler vardı. Minik bir kuş gelip ipe kondu. Ece kuşa havlamaya başladı. O andan itibaren belgesellik bir eğlenceye şahit olmaya başladık.
Kuş Ece’nin etrafında yakından uçup yükseliyor, Ece havlayarak kuşu kovalıyor. Kuş o kadar alçaktan uçarak Ece ile eğleniyor ki, biz şaşkınlıkla izliyoruz. Kuş Ece’nin yakalarım sandığı mesafeden uçuyor, Ece koşuyor, sonra kuş dönüp ipe konuyor. Gene alçalıyor, Ece’ye yaklaşıyor. Yere çok yakın uçup Ece’yi koşturuyor. Sonunda bizim Ece yorgunluktan dili bir karış vaziyette toprağa çöktü. Gözümüzün önünde Ece ile resmen dalga geçen minik kuş gösterisini tamamlayıp uçup gitti. Herhalde “şuna bir ders vereyim” dedi.
Evet;
Biri minicik bir kuş, Ece kocaman bir kurt köpeğiydi ama kuş kanatlarına güveniyordu.
Aklıma bir söz geldi: “Kuş konduğu dalın kırılmasından korkmaz; çünkü güvendiği dal değil, kendi kanatlarıdır.”
Bir de Kastamonu’da bizim köyde bir söz vardır:
“Köpeğin avanağını yol eskitir.”
Ece’yi 8 yıl önce kaybettik. Onu kaybettiğimizde bağırarak ağlamıştım. Ona tabii ki avanak demeye kıyamam. Şartları eşit değildi.
Bu yaşanmış hikâyeden çok ders çıkartabiliriz.
Doğa ile iç içe yaşarsanız insan yığınlarından öğrenemeyeceğiniz çok şey öğrenirsiniz. Doğa zihninizi temizler. Öğretir. Sevmeyi öğretir. Sevgiyi noktasallıktan alıp genişleterek yayar. Bir bakarsınız, bir çiçeği okşar, koparamaya kıyamazsınız. Kopardığınızda bir canlıyı öldürdüğünüzü fark edersiniz. İnsanoğlu ne zaman betona gömüldü, kalbi de o zaman küçüldü. Evrensel sevgiden noktasal bencilliğe evrildi.
Doğayı dinleyin, doğanın müziğini… Rüzgârın uğultusunu, yağmurun sesini… Minik bir kuzunun melemesini…
Ayaklarınıza sürünüp bir okşama bekleyen kedinizin sizde uyandırdığı merhamet duygusunu deneyimleyin.
Bedri Rahmi Eyüpoğlu “Sevgi Üstüne” isimli şiirinde;
İçinde bir tek suret yaşayan yüreğe yürek mi derler
Bir tek yaprak veren dalın boynun burarlar
Bir tek meyve veren dalı keserler
İnsan dediğin bir buğday tarlası gibi olmalı
Esti mi rüzgâr bir değil milyonlar için esmeli
Diye devam eder.
Seksen, doksan ve daha fazla yaşamak önemli değildir. Duyarak, hissederek, bir yüreğe dokunarak, kırık bir gönüle merhem sürerek, akan bir gözyaşını silerek, dermanı tükenen birine dermen olarak, bir yalnız kalmışa hatır sorarak ne kadar yaşadık? Kaç saatimizi anlayarak, hissederek, yaşadığımız dünyaya katkı sunarak geçirdiysek, işte gerçek yaşımız o kadardır. Gerisi ise zaman israfıdır. Yaşanmamıştır.