Erdoğan Meclis açış konuşmasında, İsrail’in Türkiye’yi de hedef aldığını söylemeden önce yine “yeni anayasa” istedi. Haliyle de bize maalesef çok ironik bu başlığı atmak düştü. Anlaşılan o ki, KKTC’yi Cumhurbaşkanlığı sarayı, Türkiye’yi de yeni anayasa ile koruyacağız!..
Erdoğan öyle gizli MGK toplantısı veya dost muhabbetinde falan değil, TBMM’nin yeni yasama yılı açılışında tüm dünyaya; “‘vaat edilmiş topraklar’ hezeyanıyla hareket eden İsrail’in” Filistin ve Lübnan’dan sonraki hedefinin Türkiye olduğunu anlatıp, “Vatanımız için, milletimiz için, bağımsızlığımız için bu saldırganlığa, bu devlet terörüne elimizdeki tüm imkânla karşı durmayı sürdüreceğiz.” dedi.
Günlerdir bunu tartışıyoruz. O sözleri “tarihi uyarı” sayan da oldu, “iç siyasete yönelik” diye dalga geçen de… Kimileri ise CHP Genel Başkanı Özgür Özel gibi, “İsrail’in gücünün Türkiye’ye yetmeyeceğini”, “hep birlikte Netanyahu’nun alnını karışlayacağımızı” söyledi!..
Evet, İsrail Türkiye için de büyük tehdit mi, tehdit. Peki bu tehdit ne zamandan beri söz konusu?
Daha önce defalarca yazdık; Erdoğan ve arkadaşları için bir kez daha hatırlatalım. Hocaları merhum Necmettin Erbakan daha 33 yıl önce 1991’de onlara şunu öğretmişti:
“Halihazırdaki BM’nin gayesi, yeryüzündeki hakkı, adaleti tesis etmek olmayıp, İsrail’in kurulması, korunması ve daha sonra Büyük İsrail’in kurulmasıdır… Yakında Lübnan’ı alacak, onu takiben de Konya’yı ve Erzurum’u kendine vilayet yapacak.”
O yıllarda Erdoğan da, “Türkiye şahsiyetli bir dış politika anlayışıyla Filistin konusundaki tavrını belirleyerek, ‘Büyük İsrail’ projesini engellemelidir… Türkiye Fırat suyu politikasını tekrar gözden geçirmelidir. Ortadoğu’daki kanser mikrobu olan bu zihniyeti sulamak, beslemek kadar büyük bir zulüm olamaz… İsrail’i devlet olarak tanımıyorum.” ifadelerini kullanmıştı.
Diyeceğimiz, Erdoğan’ın İsrail keşfi yeni değil. Hâl böyleyken; devr-i iktidarlarında İsrail’le normalleşme üstüne normalleşmeye giden kendileri değil miydi?.. Geçen yıl 7 Ekim’deki saldırı olmasa az daha Netanyahu’yu Ankara’da ağırlayıp kucaklaşmayacaklar mıydı?
İsrail’in Türkiye’yi hedef alması konusunda daha yazacaklarımız var, şimdilik önce şunu soralım:
Sadece 3 ay önce “İsrail’e girmekten” söz edenler, ne oldu da İsrail’in bize gireceği alarmını çalmaya başladı?
Sonra şunu kaydedelim:
Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yönetenlerin yapması gereken; “Hedefiz.” demek değil, hedef göstermektir.
İsrail’in Tasmasını Tutan ABD Kıbrıs’ta Neler Çeviriyor?
İsrail’in Türkiye’den önceki hedeflerinden birisi neresi olabilir; bunu anlatmaya çalışalım.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Ağustos başındaki Mısır ziyaretinde, İsrail yayılmacılığından yakınırken şu ifadeleri kullanmıştı:
“İsrail’in yaptığı her türlü kötülüğü Amerika’nın arkadan süpürmeye çalışması, hafifletmeye çalışması, kabul edilebilir bir pattern (model) olmaktan çıkmıştır. Artık tasmasını sahipleri eline almalı ve sahip çıkmalı.”
Tüm emareler tam tersinin olduğunu gösterse de Fidan, İsrail’in tasmasının ABD’de olduğunu düşündüğüne göre, ne yaparsa yapsın iktidarın asla vazgeçemediği bu sözde müttefikinin, Türkiye’nin arka kapısı niteliğindeki Kıbrıs’ta neler çevirdiğini özetleyelim.
Türkiye’nin tanımadığı Kıbrıs Rum kesimi ile 2018’de Savunma İşbirliği Niyet Beyanı imzaladı… 2021’de Güvenlik Diyaloğu İşbirliği mekanizması kurdu… Eylül 2022’de Rum kesimine 1987’den beri uyguladığı silah ambargosunu kaldırıp Rum ordusuyla ortak program başlattı ve geçtiğimiz Haziran’da stratejik diyalog anlaşmasını imzaladı.
ABD ve işbirlikçilerinin Rum kesimine konuşlanması Filistin-İsrail savaşından sonra daha da hızlandı. Savaş gemilerinin biri gelip biri gitti. Alman özel kuvvetler askerleri bile bölgeye geldi. Rum kesimindeki üslerden İsrail’e silah sevkiyatı yapıldığı belirtildi.
ABD son olarak 10 Eylül’de Rum kesimiyle ikili savunma işbirliğine ilişkin 5 yıllık bir yol haritası imzalayıp sınırsız askeri destek sözü verdi. Ki, Rumların askeri işbirliği ve savunma alanındaki ortaklığı ABD ile sınırlı değil. İsrail ve İngiltere başta olmak üzere Fransa, Yunanistan, Ürdün, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri’yle de benzer antlaşmaları var.
Bu arada Yunanistan, Rum kesimindeki bir limanı askeri üs haline getirme kararı aldığında Rum Savunma Bakanı Vasilis Palmaz açıkça, bu üssün Gazze’yle ilgili olduğunu söyledi. Keza yine Rum kesiminde yapım aşamasında olan bir helikopter üssüne ABD ordusunun “Chinook” tipi helikopterlerinin konuşlandırılacağı bildirildi.
Kınaya Kınaya Ankara’da Kına Kalmadı
ABD ile Rum kesimi arasında 10 Eylül’de imzalanan anlaşmaya dönersek; Pentagon, “Avrupa ve Doğu Akdeniz”in genel istikrarı ve güvenliği, ABD ve Kıbrıs için hayati öneme sahiptir. Yol haritamız askeri kuvvetlerin birlikte çalışmasını ele almak için çerçeve oluşturmaktadır.” açıklamasını yaptı.
Ankara’nın tepkisi mi?
Önce Dışişleri Bakanlığımız bunu kınadı. Ardından Milli Savunma Bakanlığı kaynakları, “şiddetle” kınadı.
Dışişleri, ABD’nin tarafsızlığı kalmış gibi, “Kıbrıs Türk tarafının güvenliği hilafına atılan bu adımların, ABD’nin Kıbrıs Adası’na yönelik tarafsız tutumuna zarar verdiğini ve Kıbrıs meselesine çözüm bulunmasını güçleştirdiğini” belirtip, “Anavatan ve Garantör devlet Türkiye, Kıbrıs Türkünün güvenliğini ve refahını her koşulda sağlamaya devam edecektir.” dedi. Milli Savunma Bakanlığı kaynakları da benzer ifadelerle ABD’nin, “KKTC’yi yok sayan ve Rum kesimini Ada’nın tek temsilcisi olarak gören yaklaşımını gözden geçirmesi gerektiğini” söyledi.
Tabii Ankara bu tepkileri gösterirken aynı tarihlerde 1. Ordu Komutanımızın Yunanistan’daki mevkidaşını ziyaret etmesi oldukça anlamlıydı!..
ABD’yi kınadık, hatta şiddetle kınadık da ne oldu?
ABD birkaç gün sonra bu defa da Rum kesimine yönelik silah ambargosunu kaldırma kararını 1 Ekim tarihi itibarıyla bir yıllığına yeniden uzatacağını duyurdu.
Sağolsun, Dışişleri Bakanlığı’mız yine tepki gösterip, “Söz konusu vahim hata, adadaki silahlanmayı artıracak ve bölgedeki hassas dengelere zarar verecek.” tespitini yaptıktan sonra şöyle buyurdu:
“Rum kesiminin artan silahlanma faaliyetleri karşısında, KKTC’nin savunma ve caydırıcılık kabiliyetini artıracak her türlü önlemi alacağına inanıyoruz.”
Ankara, “KKTC’nin her türlü önlemi alacağına” inanadursun; daha İsrail Lübnan’a saldırmadan İngiltere, Lübnan’daki vatandaşlarının olası tahliyesi için Rum kesimindeki üslerine 700 ek asker gönderiyordu.
Rum-Yunan Hangi Havada Ankara Hangi Havada?
Kısaca Rum-Yunan cephesindeki havayı da aktaralım.
Erdoğan’ın da katıldığı BM Zirvesi öncesinde Rum kesimi lideri Nikos Hristodulis Atina’ya gidip Yunanistan Başbakanı Miçotakis’le görüştü. Miçotakis, Ortadoğu’daki çatışmalar nedeniyle Atina ve Rum kesimi arasındaki koordinasyonun her zamankinden daha gerekli olduğunu vurgularken Hristodulidis, Kıbrıs sorununun çözümünün ve Türk-Yunan ilişkilerinin tamamen normalleşmesinin, bölgede istikrara büyük katkısı olacağını söyledi. Erdoğan ve Miçotakis’in ABD buluşmasına hazırlık niteliğinde olan bu görüşme öncesinde Hristodulis’in, Atina’da “Türk işgâlinin 50. yılı” münasebetiyle düzenlenen bir programa katıldığını da kaydedelim.
New York’taki BM Zirvesi’ne gidelim. Genel Kurul konuşmalarında Erdoğan bir kez daha KKTC’nin tanınması çağrısında bulunurken Miçotakis iki devletli çözümü reddetmekle kalmadı, iktidarın ve medyasının görmezden geldiği, “Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarındaki yasadışı işgalinin 50. yıldönümü” hezeyanını tekrarladı.
Ama Ankara, Yunanistan’a “dostluk” türküleri söylemeyi sürdürdü. KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ise açık açık İsrail’in bir sonraki hedefinin Kıbrıs olabileceği uyarısında bulundu.
Hemen burada, İsrail’in öldürdüğü Hizbullah lideri Nasrallah’ın Haziran ayında yaptığı açıklamaya dikkat çekelim. İsrail’in Rum kesiminde sürekli askeri tatbikat yaptığını ve Lübnan’a yönelik olası bir saldırıda Kıbrıs’ın havaalanları ile üslerinin kullanılacağı yönünde duyumlar aldıklarını belirten Nasrallah, böyle bir durumda Kıbrıs’ı hedef alacaklarını söylemişti.
Kıbrıs’taki Konuşlanmaya Tiyatroyla Cevap
Tüm bunlar İsrail-ABD ikilisi ve diğer ortaklarının, Türkiye’den önceki hedeflerinden birisinin Kıbrıs olduğunu bağıra çağıra ortaya koyduğu halde Ankara’nın he yapıp yapmadığına bakalım.
Hatırlanacaktır; Temmuz’da Yunanistan’ın, Rum kesimindeki bir limanı askeri üs haline getireceği ortaya çıkınca KKTC Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı Erhan Arıklı, “Türkiye ile anlaşarak KKTC’de de bir deniz üssü kurulması vakti geldi.” dedi.
Erdoğan’ın bu haklı ve doğru talebe cevabı ise özetle şu oldu:
“Şu anda Ada’da Cumhurbaşkanlığı binasıyla, Kuzey Kıbrıs Parlamento binası inşaatı yapıyoruz… Bu iki bina bittiği zaman, yanında da oraya hizmet verecek gayet güzel bir mescit yapılıyor. Herhalde bu üslerden daha önemli bir şey yok. Onlar askeri üs yapıyor, biz siyasi üs yapıyoruz… Türkiye gerektiği zamanda gereken adımları atar, yapılması gerekenleri yapar. Adanın huzuruna asla katkı sağlamayacak, gerginlikleri artıracak ve uluslararası hukuk ihlallerine yol açacak adımlardan özenle kaçınmak gerekir. İsrail’deki katliama ortak olmak ne Rumlara ne Yunanistan’a fayda sağlar.”
Kıbrıs’taki gidişat hızlanmışken, iktidar medyası da geçen ay şöyle şaka gibi bir habere imza attı:
Yunanistan ve Rum kesiminin Türk köyü olan Tatlısu’da (Mari) deniz üssü kurma girişimine “sanatla” cevap vermişiz. Ne yapmışız? Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, “Yüzyıllık Destan” adlı tiyatro oyununu KKTC halkıyla buluşturmuş!..
Misillemelerimiz (!) tabii ki, bundan ibaret kalmadı.
Örneğin; dün bizzat MSB kaynaklarının da doğruladığına göre, Yunanistan, 30 Eylül’de başlayan ve 11 Ekim’e kadar sürecek olan NATO üyesi 13 ülkenin katılacağı Ramstein Flag-2024 Tatbikatı’nda FIR hattını kendi hükümranlık alanı şeklinde gösteren bir plan talep etti. Türkiye buna karşı gerekli girişimi yaptı. Ama NATO makamlarının “olumlu yaklaşımına” rağmen ev sahibi Yunanistan bu tutumunda ısrarcı olunca da tatbikata katılmaktan vazgeçildi.
Buna rağmen ne mi oldu? MSB Sözcüsü Tuğamiral Zeki Aktürk; Türkiye ile Yunanistan arasında “Güven Artırıcı Önlemler 2024 Yılı Uygulama Planı” kapsamında, Yunan Kara Kuvvetleri Komutanlığından bir heyetin 10-11 Ekim’de Kara Kuvvetleri Komutanlığını ziyaret etmesinin planlandığını açıklamakla kalmadı, “ülkemizin, NATO ve Avrupa-Atlantik bölgesinin güvenliği için geçmişte olduğu gibi, bugün ve gelecekte de önemli katkılarda bulunmaya devam edeceğini” söyledi.
Geçen hafta “şaka gibi” diyerek; “Yunan botları elini kolunu sallayıp Bodrum ve Datça’ya gelirken, Oruç Reis gemimizin sismik araştırmalar yapmak üzere Somali’ye gönderileceğini” yazdık. İşte dün MSB Sözcüsü bunu da doğruladı; üstüne Oruç Reis’e üç gemimizin refakat ve koruma sağlayacağını, söz konusu görev grubunun 5 Ekim’de İstanbul Boğazı’nda Erdoğan’ı selamlayarak yola çıkacağı müjdesini verdi!..
CHP Genel Başkan Yardımcısı, emekli Amiral Yankı Bağcıoğlu, “Ülkemizi ve bölgemizi etkileyebilecek böyle bir kriz döneminde, askeri gemi ve birliklerimizi uzak bölgelere göndermek büyük bir stratejik hata olur. Hükümet, ulusal güvenliğimizi riske atacak bu tür adımlardan kaçınmalı.” diye feryat ededursun, ne gam?!
Şununla bitirelim:
Erdoğan Meclis açış konuşmasında, İsrail’in Türkiye’yi de hedef aldığını söylemeden önce yine “yeni anayasa” istedi.
Haliyle de bize maalesef çok ironik bu başlığı atmak düştü. Anlaşılan o ki, KKTC’yi Cumhurbaşkanlığı sarayı, Türkiye’yi de yeni anayasa ile koruyacağız!..