Prof. Dr. Vahit Türk
Prof. Dr. Vahit Türk

Yolumuzu Yolsuza Düşürdü Felek -1-

featured

Yol bulmakla, yol açmakla, yol yürümekle ilgili hiçbir sıkıntımız yoktu. En zayıfımız, en acizimiz, en geridekimiz bile yol açma gücüne, bilgisine, yeteneğine sahipti. Türklük; bin yılları, aşılmaz dağları, denizleri yollar açarak yaşamış, insanlığa da böyle bir hayatın nasıl yaşanılacağını öğretmiş, bunun yüzlerce örneğini göstermişti.

…………………………..

“Zihinlerimizin karışık, akıllarımızın dolaşık, gönüllerimizin bulanık olduğu bir çağda dünyanın hay huyu içinde kıvranırken ve dahi kafalarımızda kavak yelleri eserken birileri bizi yolumuzdan alıkoydu diye düşünüyorduk ama neden sonra bizi engelleyenin dışımızdakiler değil kendi yol yorgunluğumuz olduğunu, yolla ilişkimizin birileriyle çok da ilgisinin olmadığını, bütünüyle yol ile aramızda bir sorun olduğunu, yolun koşullarına gereğince uymadığımızı, yolu yürümek, engelleri aşmak için gerekli ve yeterli hazırlıkları yapmadığımızı, durumun kendimizden kaynaklandığını anlayıp şaşakalmıştık.

Aynaları kendimize değil sürekli başkalarına tutan gençlerdik ve haklıydık. Zaten gençler her zaman haklıdır ya, biz de öyle gençlerdik ve haklıydık işte. Yol yüründükçe, yaş ilerledikçe durum daha açık anlaşılmıştı. Aynadan kendimizi gözlemeyi, gözlerimizi içimize dikmeyi, gönlümüze gönül gözüyle bakmak gerektiğini biraz geç düşünebilmiştik. Çünkü akılla aramız birazcık açıktı, yeterince kaynaşamamıştık. Akla danıştığımızda duygularımızın bize küseceğini sanırdık.

……………….

Cılız bacaklarla, cılız kollarla, cılız omuzlarla, cılız akıllarla çocuk yaşımızda sonsuzluğu da içinde barındıran çocuk düşlerimizi de yanımıza alıp ağır bir yükle sonu bilinmezlerle dolu uzun bir yola çıkmıştık. Taşınamaz yüklerle çıkılan bu yola “kim var” diye sağa sola bakınmadan cahil cesaretiyle “ben varım” diyerek koyulmuştuk. Bu yol, düşlerimizin, mutluluğun uzaklarda olduğunu söyleyerek sürekli aklımızla kavga ettiği bir yol idi.

Zaman geçtikçe düşlerimizin aklımızı yendiğini ve daha sonra aklımızın sinip sessizleştiğini, artık uyarmaya gerek görmez olup içine kapandığını, işlevsizleştiğini hissettiğimizde iş işten geçmişti. Yol, akılla yürünecekti ama biz bu uzun yolu, çocuk gönüllerimizle, çocuk heyecanlarımızla, çocuk duygularımızla safça yürümeyi seçtik. Biz bu yolu kutlu bellemiş, onu sevmiş, yolculuğa bayılmış, birlikte yürüdüklerimizle can yoldaşı, kan yoldaşı, kut arkadaşı, yol koldaşı, gönül yoldaşı olmuştuk. Akla danışırsak bizi bu büyülü, büyüleyici yoldan alıkoyar diye endişelendik. Gönüllerimiz, endişeye de korkuya da yabancıydı, korku; akla ait idi, aklın alanında idi. Akıllı kişiler korkardı, çünkü onların hep bizim bilmediğimiz, anlayamayacağımız hesapları olurdu. O yüzden korkuyla vedalaştık, onu da akılla bırakıp ikisinden de ayrılmaya, uzaklaşmaya çalıştık. Gönül ve yol, gönülle yürünen yol bize yeter diye düşünüyorduk ve durumumuzdan çok memnunduk, mutluyduk, umutluyduk, çünkü bu kutlu yol, esintisine kapılanın esridiği yüce Tanrı Dağlarının, soy köklerimizin ruhlarının barındığı Ötüken’in, kaynağından içenin çelikleştiği Orkun ırmağının yoluydu. Kendimizi Moğolistan bozkırlarında Hun atlılarının içinde hissediyor, Bagator Kağan’ın evdeşine ok atmayı buyurduğu çerilerden biri olduğumuzu düşünüyor, Attila ile Macar ovalarında at yarıştırıyor, Bumın Kağan ile İlteriş Kağan ile yeni devletler koruyor, hayalini yaşadığımız çağa ayak uydurmayan zamana ve zamaneye kızıyor, bizim duygularımızı paylaşmadıkları/paylaşamadıkları için onları küçümsüyor, onlarla alay ediyorduk…

………………..

Devranın böyle yürüyeceğini düşünürken bir gün olmayacaklar oldu, hayale gelmeyenler, düşünülmezler başa geldi. Sonunda bacaklarımız yoruldu, kollarımız yoruldu, omuzlarımız çöktü, gönlümüz yoruldu, şaşkın aklımız bir kez daha şaştı. Düşler görmeye, hayaller kurmaya alıştığımız için yorgun gönül, yorgunluğa aldırmayıp yolda yürümemizi istedi, uslanmamıştı, yorgun akıl, başka bir yol bulmamızı istedi ama bizler yorgun gönülle çıkılamaz denilen yollara çıkıp aşılamaz dağları aşmayı seçtik. Çünkü hâlâ “biz” olmaktan çıkmamış, ayrı ayrı “benler” olmamıştık. Derin, töre kaynaklı, köklü saygı çerçevesinde en yakınlarımıza, babalarımıza, büyüklerimize itiraz ederek çıktığımız bu yolda her birimiz birer “ben” idik ama benlerden oluşan çok güçlü de bir “biz” oluşturmuştuk ve o “biz”in gücü, hiçbir yolun bulunmadığı bir anda yeni yollar açmaya yeterdi, geçmişte bunu kaç kez yapmıştı!

Yol bulmakla, yol açmakla, yol yürümekle ilgili hiçbir sıkıntımız yoktu. En zayıfımız, en acizimiz, en geridekimiz bile yol açma gücüne, bilgisine, yeteneğine sahipti. Türklük; bin yılları, aşılmaz dağları, denizleri yollar açarak yaşamış, insanlığa da böyle bir hayatın nasıl yaşanılacağını öğretmiş, bunun yüzlerce örneğini göstermişti.

 

DEVAM EDECEK

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!