Değil elli lira, pazarlara yirmi lirayla gelen dahi eli boş dönmezdi. Ne istese birer ikişer kilo alabilir, mutfağında pişirecek, sofrasında çocuklarının önüne koyacak bir şeyler alabilirdi insanımız.Şimdi elli lira ne mi? Ya bir kilo sebze ya da meyve…Verdiniz gitti. Hükmü bitti. Efsane istese de geri dönemiyor. Bugünün elli lirası aman baba diyor, sakla beni, ben cebinde bir yerlerde kaybolayım. İnsan içine çıkacak ne yüzüm kaldı ne halim…
Efendim Pandemi öncesinde çok kıymetli bir paramız vardı bizim. Bir Pazar efsanesiydi o para…
Allah için kallavi bir paraydı…
Gerçek bir efsaneydi.
Bozdurulduğunda; İki yirmilik bir onluk, beş tane onluk, tam on tane beş liralık eden bir para…
Elli lira…
O günler, pazarların bolluk yaşadığı, alanın, satanın, üretenin yüzünün güldüğü bir dönemdi.
Kuruşların ve liraların dahi bir geçerliliği vardı. Beş lira, on lira ciddi paraydılar. Ekmekte alınırdı, simitte. Hem de kaçar tane birden…
Çay da içerdiniz, çayda ısmarlardınız arkadaşlarınıza…
Mesela bir tek liraya dört demet maydanoz alabilirdiniz…
İki ya da üç kilo domates…
İki kilo patlıcan…
Birer kilo soğan, biber bunlardan seçin birini…
Şimdi diyeceksiniz ki, bu anlatılanlar fi tarihinde miydi?
Aynen öyle bir yerlere takıldı kaldı…
Araya yel girdi, sel girdi…Yanlış hesap Bağdat’tan geri dönerdi, bir daha dönmedi. Yalancı rakamlar gerim-gerim gerdi.
Enflasyon yıktı, devirdi…
Ardından dibe vurduk…Dibin dibini gördük…
İki seksen yere serildik…Ne kalkabildik ne doğrulabildik…
****
Elli liranın bir pazara rahatlıkla yettiği o günlerde…
Patates henüz bir lirayı bulmamıştı.
Elli kuruşa olanları da vardı amma, 75 kuruş hele 85 kuruş verdiniz mi sarı patatesin en güzelini alabilirdiniz.
Patlıcanı sevmeyen bile alırdı patlıcanı…
Hele ki akşam pazarında…
Elli kuruş kilosu…
İster Hünkarbeğendi yap ister İmam bayıldı…İster karnıyarık yap ister kızartma…
Salatalık, en iyisi bir liraydı…
Ya biber?
İki kilosu bir buçuk lira…
Maydanoz demeti 25 kuruş…Kocaman marullar elli kuruşa, yetmiş beş kuruşa…
Limon biraz pahalıydı amma, yarım kilosunu iki buçuk liraya almak mümkündü.
*****
Elli liraya pazardan almak istediğiniz neredeyse her şeyi alabilirdiniz…
Elma bir liraydı mesela…
Barbunyanın, akşama doğru, bir buçuk liraya dahi düştüğü olurdu.
Taze fasulyeyi bir liradan aldığımız günler dün gibi…
Erik bir liraydı…Kiraz üç lira…Vişnenin bazen üç kilosu on lira…
Şeftali falan biraz yüksek olsa ne olurdu ki…
Muza doymuştu insanlar. Beş liraya kadar muz vardı. Tek tek yığılanları çok daha ucuzdu.
Elli lira ışıltılı bir paraydı.
Cepte azametli bir duruşu vardı.
Nasıl olsa elli liram var, yeterde artar bile diye güven verirdi.
O günlerde pazarlar şendi, pazarcı esnafı şendi, müşteri kafa dengiydi.
Şarkılar, türküler, tezgâhtan yükselen domates biber atışmaları renkli ve neşeliydi.
Pazar yorgunluk değildi. Pazarda yorgunluğu geçerdi adeta insanların. Pazardan eli kolu dolu, Pazar arabası dolu gelmenin ne demek olduğunu, şimdi elinde iki küçük poşetle pazarlardan küskün ve çaresiz bir şekilde dönenlere bir sorun.
Her şey var, lakin paranızın hükmü yok. Maaş on bin lira. Ne mi on bin lira? Adı büyük Kozanoğlu…
*****
Diyeceksiniz ki, yok olanın cebinde o günlerde de bir lira bile yoktu.
Yoktu amma, gani gönüllü Pazar esnafı vardı. Bilirlerdi tezgâhın başında bekleyen insanları. Aç poşetini diye tezgâhta ne varsa o insanlar demeden verirler, o insanları gözetirlerdi.
Çocuklar hangi tezgâhın başında durduysa, pazarcı erikti, şeftaliydi, havuçtu, salatalıktı mevsimine göre uzatırdı çocuğa. Çocukların gülümsemesi, o sıcacık teşekkürü parayla pulla ölçülmezdi.
Pazarcı bazen coşar, pazarı beğenmeyen markete gidecek derdi. Market bizim sattığımız fiyata satamaz…
Markette elli lirayla, pazarda aldıklarınızı almanız mümkün değildi o günlerde…
Gerçi bugünlerde de öyle amma ne diyelim, en iyisi mi vazgeçelim, dönelim o eski günlere…
Bozdurdunuz mu efsaneyi, beş tane onluk eder, o beş tane onlukla, pazarın altını üstüne getirir, ne isterseniz iyi kötü, az çok alabilirdiniz.
İnsanlar kahvelerde, misafirliklerde, bugün falan pazara gittim. Cebimde bir elli lira vardı. Yeminle her şeyi aldım abi, eve geldiğimde baktım cebimde yedi buçuk lira kalmış. Ne bereketli paraymış bu elli lira derlerdi.
******
Bu satırları okuyanlar, eski zaman hikayesi anlatıyoruz sanabilir…
Bu anlattığımız ne eski zamanlardan ne de bin bir gece masallarından.
Sadece Pandemi öncesinden bazı manzaralar…
Hatta 2018 yılının ilk yarısı ve öncesinden…Toru topu altı yıl ve öncesi…
Değil elli lira, pazarlara yirmi lirayla gelen dahi eli boş dönmezdi. Ne istese birer ikişer kilo alabilir, mutfağında pişirecek, sofrasında çocuklarının önüne koyacak bir şeyler alabilirdi insanımız.
Yüz lira harcayan, ya da yüz lirayı aşanlar, bu hafta pazarda çok harcadık derlerdi.
Harcadık amma, iyi kötü ne varsa aldık çok şükür.
On beş liraydı cevizin kilosu…On liraydı alabalığın kilosu. Mevsiminde hamsi, istavrit on liranın da altındaydı…
Şimdi elli lira ne mi?
Ya bir kilo sebze ya da meyve…Verdiniz gitti. Hükmü bitti.
*****
Enflasyon yüzde kaç diye soruyorlar ya hani?
Altı yıl öncesinin elli lirasına alınabilen ne varsa yazın alt alta…
Toplayın…
Vurun günümüz fiyatlarına…Ne çıktı, bir bakın…Enflasyon o işte…
Enflasyon, beni bilemediler, beni bulamadılar, yüzde kaçlardayım hesaplayamadılar diye halay çekip duruyor.
Efsane istese de geri dönemiyor.
Bugünün elli lirası aman baba diyor, sakla beni, ben cebinde bir yerlerde kaybolayım. İnsan içine çıkacak ne yüzüm kaldı ne halim…