Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki’nin bir televizyon programında yaptığı “Kıyılar halkındır,” açıklaması, Anayasa’nın 43. Maddesi ile Kıyı Kanunu’nun 5. Ve 6. Maddesine uygun ancak gerçekliğe değil.
Bakanlığa bağlı MUÇEV’in kontrolündeki Fethiye Ölüdeniz için belirlenen giriş ücreti ya da Çeşme Alaçatı’da hafta içi 800 haftas onu 1000 TL giriş ücreti ile karşılaşanların aklına “Kıyılar hangi halkın sorusu” gelebilir.
Tüketici Hakları Konfederasyonu Başkan Vekili Avukat İbrahim Güllü de Kıyı Kanunu’na göre kıyıların, sahillerin kamuya ait olduğunu hatırlatarak, kamuya ait alanların tüketici için bir hak olduğunu, ücretsiz yararlanılması gerektiğini söylüyor. Şezlong şemsiyenin kiralanabileceğini ancak bu kiralama ücretinin fahiş olmaması ve sahile gelen tüketiciye dayatılmaması gerektiğini, tüketicinin böyle bir durumla karşılaşması halinde şikayetçi, davacı olabileceğini belirtiyor.
MÜŞTERİLER NEDEN RAHATSIZ OLUYOR?
Anayasaya ve Kıyı Kanunu’na aykırı olarak ya yüksek ücretlerle dar gelirli vatandaşın ya da setler, duvarlar, çitler ile kurulan barikatlarla müşterisi olmayanların sahili kullanmasına engel olan işletmelerin ortak gerekçesi “Müşteri rahatsız oluyor.”
PEKİ MÜŞTERİ NEDEN RAHATSIZ OLUYOR?
Çekilen bu setlerin, yüksek giriş ücretlerinin toplumsalda karşılığı ne anlama geliyor? Sahillerin bir meta, rant alanı haline gelmesinin arkasında yıllar önce İstanbul Valisi Fahrettin Gökay’ın ‘Halk denize hücum etti vatandaş denize giremedi” cümlesindeki halk ve vatandaşa eklenen bir “müşteri” öznesi mi var ve bu sahillerin müşterisi kim ve nasıl oluşuyor?
PLAJ ÜCRETİ NEYİN BEDELİ?
Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bülent Küçük plaj işletmelerine, turizm işletmelerine ödenen ücretleri düşünürken, alınan hizmetin karşılığı kadar müşterilerin sembolik mesafe alma, kendilerini ayrıştırma motivasyonlarını da akılda tutmak gerektiğine işaret ederek “Niye bu ücreti ödemeyi göze alıyorlar, çünkü kendisini diğerlerinden ayrıştırarak toplumsal hiyerarşide üst tarafta konumlandırmak istiyor, buna ihtiyaç duyuyor.
Kendini bu şekilde konumlandıran insan, kim olduğu belirsiz, tırnak içinde söylüyorum, hangi etnisiteden, toplumsal sınıftan geldiği belli olmayan, o çok heterojen halktan tedirgin oluyor, onunla o karşılaşmayı yaşamaktan kaçınıyor. Sınıfsal olarak yakın olduklarını bildikleri insanlarla aynı ortamda kendilerini güvende hissederler. Bu güveni hissetmek ve bu karşılaşmayı yaşamamak için de bedel öderler”
“PLAJLAR, PARKLAR, MEYDANLAR, CADDELER GİBİ KAMUSAL ALANLARDIR”
Sahillerin müşterek kamusal alanlar olduğunun altını çizen Bülent Küçük, “Meydanlar, parklar, sokaklar ile plaj arasında bir fark yok, herkesin erişimine açık olan, herkesin olan dolayısıyla hiç kimsenin olan alanlar, Herkesin kendini ifade edebileceği, kullanabileceği alanlar. Herkesin ortak mülkü. Karşılaşma mekanları ve karşılaşma mekanları olduğu için de birbirini görme, birbirinden etkilenme, birbiriyle çatışma, mücadele etme, nihai olarak yurttaş olmayı öğrenme mekanlarından biri. Plajlar da bir meydan, bir sokak, toplanma ve sosyalleşme alanı olarak düşünülmeli ve bu yüzden savunulmalıdır” diyor.
Kendini toplumsal hiyerarşide üstte görenler hep bir sayısal olarak çok olan için, “göçmenler ya da alt sınıf insanlar sahillerimizi talan ediyorlar, istila ediyorlar” anlayışı ile ‘halk plajı’ nı tarif ettiklerine ve durumun bu şekilde çerçevelenmesinin sınıf ırkçılığına ve ırkçılıkta ifadesini bulduğuna işaret eden Küçük, “Durum böyle çerçevelendiği zaman içinden çıkılmaz bir duruma düşülüyor, sınıf ırkçılığı ve ırkçılıkla ifade buluyor Bir yandan bundan kaçınarak bir yandan da kamusal alan olarak plajların herkesin kullanabileceği, karşılaşabileceği kamusal mekanlar olması için mücadele etmek nasıl mümkün olur, bence soru bu” diyerek cevap üzerine düşünmeye davet ediyor.